ERMAN YALAZ | HABER İNCELEME
Tayyip Erdoğan’ın ve ekibinin kanun tanımazlığı 15 Temmuz kurgu darbe girişiminden sonra zirveye ulaştı. Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’ler (KHK) ile 150 binden fazla memur hiçbir soruşturma yapılmadan işinden atıldı. 200 bine yakın kişi gözaltına alındı, 60 bine yakın kişi tutuklandı.
15 TEMMUZ’UN AÇIK İŞKENCELERİ
15 Temmuz’da generalinden albay ve erbaşına kadar gözaltındaki isimlere yönelik şiddet, işkence ve faili meçhul girişimleri adeta devletin ajansı eliyle sokaktaki insanlara servis edildi. Ne de olsa kurulan bir ‘Korku Devleti’ idi. Hukuk, sorgulama, inceleme, araştırma ihtiyacı yoktu. ‘Yeni Türkiye’ diye vaat edilen böyle bir şeydi zaten. Bir avuç demokrat ve yurt dışındaki gazeteciler dışında 15 Temmuz’un önünde arkasında ne olduğunu kimse araştırmadı, konuşmadı. Uluslararası kurumlar Avrupa Birliği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşmiş Milletler ile birlikte Uluslararası Af Örgütü, EFJ, IFJ, CPJ, IPI, RSF gibi kurumların alarm vermesiyle ülke içinde yaşanan hak ihlalleri bir bir dökülmeye başladı. Tutuklanan gazeteciler, yazarlar, avukatlar, hakimler, öğretmenler…
15 Temmuz bahanesiyle OHAL ve KHK’lardan güç alan bazı emniyet, jandarma ve silahlı kuvvetler mensuplarının gözaltına aldıkları masum insanlara suç isnat etmek için açıkça işkence yaptıkları birçok rapora da konu oldu. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi sivil yapıların işkence ve Türkiye’deki insan hakları ihlallerine yönelik tespitleri ve raporları engellenemedi. Ancak Erdoğan ve AKP hükümeti Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi’nin raporu ile Birleşmiş Milletler İşkenceyi İzleme Komitesi’nin çalışmalarını engellemeyi başardı.
‘BİZİ GEBERTİN DİYECEKLER… DELİKLERE TIKACAĞIZ!’
OHAL’le birlikte uzun gözaltı süreleri işkencenin önünü açtı. 30 günlük gözaltı süresi aylarca uygulandı. Avukat-müvekkil görüşmesi gizli yapılamadığı için, işkence mağdurları ne yakınları ne avukatlarıyla gerçekleri konuşabildi. O günün işkencecileri bizzat AKP’nin üst yönetiminden cesaret aldı. Örneğin Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, 15 Temmuz kurgu darbe girişimi sonrasında Uşak’ta yaptığı bir konuşmada, işkenceye açıkça prim vermiş ve tehditler sıralamıştı. ‘Bizi gebertin diye yalvaracaklar’ diyerek, adeta işkence talimatı vermiş ve meydanlarda idam sloganları atanlara destek çıkarak şöyle demişti:
“Ama şöyle bir şey var, gebersek de kurtulsak derler ya bazıları, bunları öyle bir cezalandıracağız ki bırak idamı, gebersek de kurtulsak diye yalvaracak bunlar. Bunları yalvartacağız. Bunları öyle deliklere tıkacağız ki, öyle deliklerde cezasını çekecekler ki, bunlar bir daha o Allah’ın güneşini nefes aldıkça görmeyecekler. Güneş yüzü görmeyecekler. Bir daha insan sesi duymayacaklar. Gebertin bizi diye yalvaracaklar. Gebertin bizi diye.”
‘ACIMAK YOK, AF YOK….’
Bu zihniyetin yargı kararı, hukuk ve insan hakları kaygısı yoktu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ‘Bunların DAEŞ’ten (IŞİD) ve PKK’dan farkı yok, ama bunlara karşı da bizde acıma yok,’ İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, ‘Müsamahakar olmayacağız. Elimizdeki bütün teknik ve istihbari donanım açısından bütün araçlarımızı sahada hazır edeceğiz. Tekrar söylemek istiyorum, açık konuşuyorum ki acımasız olacağız,’ Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un ‘Onlara zerre kadar acımayacağız, acırsak acınacak hale düşeriz,’ sözleri 15 Temmuz sonrası bir nefret, kin ve intikam denizi oluşturmak içindi. Toplumda Hizmet Hareketi ile irtibatlı insanların linç edilmesine varacak bir çatışma ve provokasyon zemini oluşturmak isteniyordu. Mesaj dışarıdakiler kadar içeriye idi. Emniyet, jandarma, MİT gibi kurumlarda yaşanan on binlerce insanlık dışı muamele ve zulüm kendilerini yöneten işte bu zihniyetten beslendi.
‘MİLLETİMİZ SOKAKTA CEZAYI VERECEK’
İçişleri Bakanı Soylu, en son sözde uyuşturucu ile mücadele adına ‘İki yıldır söylüyorum kimse ayaklarını kırmadı’ gibi sözlerle şiddet, kötü muamelenin önünü açtı. Aynı şekilde işkence ve fail-i meçhul olayların önünü açmasının 400 binden fazla kişinin istihdam edildiği emniyette, jandarmada tesirini bir düşünün. Kinlerinde ve gayzlarında boğulmuş bu bakanların da beslendiği bir kaynak vardı. O da Erdoğan’dı.
WASHİNGTON’DAN BÜTÜN DÜNYAYA VERİLEN FOTOĞRAF
Onun hukuk tanımazlığının simgesi sözlerinden biri 8 Haziran 2017 tarihinde zikrettiği ve ‘F..ö’ davalarının sanıklarına yönelik soykırım çağrısıydı. Erdoğan “Şayet cezalarını tamamlayıp dışarı çıkanlar olursa, zaten milletimiz sokakta her gördüğünde onlara gereken cezayı verecektir” diyordu.
Erdoğan’ın kendisini yasama, yürütme ve yargı veya her türlü otoritenin üzerinde görme eğiliminin bütün dünyaya mal olduğu olay ise Amerika’da yaşandı. Hatırlanacaktır 16 Mayıs 2017‘de Washington’da Erdoğan, ABD Başkanı Trump ile görüştükten sonra Türkiye Cumhuriyeti Washington Büyükelçiliği konutu önündeki protestoya müdahaleyi bizzat yönetmişti. Bir başka ülkenin başkentinde Erdoğan’ın korumalarının protestocuları linç etmeye kalkışması, darp edilen insanlar… Ürkütücü olduğu kadar diplomatik olarak da bir skandaldı. Tablo açık ve net ortadaydı. Türkiye’de hukukun öldüğünün resmi Washington sokaklarında çekilmişti. Olayları saniye saniye yönlendiren yönetmen de oradaydı üstelik.
SAHTE PLAKA’DAN RUHSATSIZ SİLAHA KADAR HER TÜRLÜ LOJİSTİK DESTEK
Yasal koruma zırhlarının yanı sıra araç, sahte plaka, ruhsatsız silah, patlayıcı, sınırsız para kaynağı, barınma ve illegal sorgu merkezleri ve cesetleri gömecekleri alanlara kadar hazırlık yapmış bir suç şebekesi ile karşı karşıyayız. İşkence ve kötü muameleleri deşifre oldu. Resmiyete girmiş 13 kaçırma vakıası, 30’dan fazla yurtdışındaki çetelerle işbirliği içinde uygulanan hukuksuzluk var. Ama sayı sanılandan ve sayılabilenden çok daha fazla. Fail-i meçhuller ve öldürmelerin de olduğu bu süreçte acının ve zulmün büyük fotoğrafı ise henüz net şekilde ortaya çıkmadı. Ancak Türkiye bu sürecin sonunda Güneydoğu’da JİTEM adına yapılanların benzerleriyle karşılaşacak belki de.
AZMETTİRİCİ BİZZAT AKP HÜKÜMETİ
TR724’ün şu ana kadar ulaştığı bilgiler ve bu yazı dizisi çerçevesinde karşılaştığım belgeler, zorla kaybedilme (kaçırma) eylemlerinin failinin MİT ve emniyetle irtibatlı bir yapı, azmettiricisinin de AKP hükümeti olduğunu açıkça gösteriyor.
Bilinen ilk kaçırma eylemi mağduru Sunay Elmas’ın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/113825 sayılı soruşturma neticesinde yazılan 2017/1121 numaralı iddianamesinde “mahrem imam” olarak suçlanması, bir başka kaçırma mağduru Ayhan Oran’ın Sunay Elmas ile irtibatlı gösterilmesi, 14 Nisan 2017 günü Binali Yıldırım’ın, 27 Nisan 2017 günü Süleyman Soylu’nun “mahrem imam” operasyonu ile ilgili açıklamaları, sonrasında 26 Nisan 2017 günü yapılan sözde “Mahrem İmam” operasyonun MİT koordinesinde yapıldığına dair basına servis edilen haberler, bunun sübut bulmuş delillerinden sadece bir bölümü.
ÖĞRETMENLERE ‘MAHREM İMAM’ YAFTASI
4 yılı aşkındır AKP hükümeti tarafından Gülen Hareketine yönelik olduğu iddiası ile toplumun her kesimine yönelik fişleme çalışmaları yapıldı. Bu fişlemelerin bir kısmı 15 Temmuz sözde askeri darbe girişimi sonrasında kullanıldı. Bankasya’da hesap sahibi olma, bir sendikaya üye olma veya herkesin kullanımına açık olan ByLock isimli mesajlaşma programını kullanma; evinde bir dolar bulundurma, kitap ve CD’ler gibi bahaneler onbinlerce kişinin tutuklanmasına gerekçe yapıldı. Hukuksuz delil ya da iddialarla yüzbinler adli ve idari soruşturma adı altında mağdur edildi; işinden atıldı, tutuklandı, sivil ölüme mahkum edildi. Dayanak bulunamayanlar örgüt üyesi, ‘kripto’, ‘mahrem imam’ suçlamalarıyla bu fişleme, izleme ağının kurbanı seçildi. ‘Mahrem imam’ diye suçlama yöneltilen 4 binden fazla insanın çoğu özel okulların öğretmeni, idarecisiydi. Bu absürtlük bile tek başına zulmün bu fişlemelere dayandığının göstergesi.
İŞTE SORUMLU BAKAN VE BÜROKRATLAR
Delil, eylem ve söylemlerin sıralaması yapıldığında bir de fail-i meçhullerin, kaçırma ve işkence olaylarının baş aktörleri çıkıyor karşımıza. Evet listenin başında, AKP’nin ilgili bakanlıklardan sorumlu bakanları ve Başbakan Binali Yıldırım ve AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile bu konuda özel görevli saray kadrosu var. Kendi sorumlu oldukları teşkilatlarda denetim yapmayı bırakın, her türlü kötü muameleye kapı aralayan, hatta işkence ve sorgulara katılan; suç ortağı bir de üst düzey bürokrasi var. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, yardımcıları Sebahattin Asal, Özel Faaliyetler Müsteşar Yardımcısı Kemal Eskintan, Özel Faaliyetler Başkanı Uğur Kaan Ayık, Özel Faaliyetler ve Sorgu biriminin başındaki İ.K ve S.S. isimli MİT yöneticileri; Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, SADAT Başkanı Cumhurbaşkanı Danışmanı Adnan Tanrıverdi, İçişleri Bakanları Süleyman Soylu ve Efgan Ala, Emniyet Genel Müdürleri Selami Altınok ve Celalettin Lekesiz, istihbarat, terör, KOM daire başkanları; Jandarma komutanları Orgeneral Galip Mendi, Korgeneral İbrahim Yaşar (vekil), Orgeneral Yaşar Güler, Orgeneral Arif Çetin, 15 Temmuz sonrası askerlere yönelik işkenceleri bizzat yönettiği bilinen Özel Kuvvetler eski komutanı Zeki Aksakallı ve bugünkü ihlal ve ihmallerden sorumlu Ahmet Erhan Çorbacı birinci derece sorumlulukları olan kişiler. Bir de bütün süreçteki hukuksuzluklara ilişkin soruşturma açmaktan imtina eden, aileleri baskı altına alıp tehditler savuran, Ankara, İzmir cumhuriyet savcılıkları ve adı geçen olaylara bakan savcı ve hakimler var.
İSTİHBARAT DEVLETİ’NİN SON HALİ…
Siyah Transporter çetesinin MİT merkezli çalışmasının da altyapısı hazırlanmıştı. 15 Temmuz’dan bir yıl sonra OHAL kapsamında çıkarılan 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile istihbarat birimleri, 16 Nisan referandumunda kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne göre yeniden yapılandırıldı. MİT, artık Cumhurbaşkanı’na bağlı olarak görev yapıyor. Daha önce MİT Müsteşarı’nın başkanlık ettiği Müşterek İstihbarat Koordinasyon Kurulu’na (MİKK), bizzat Erdoğan başkanlık ediyor. Her üç ayda bir yapılan toplantılarda bu illegal işlerin emirlerinin alındığı; neticelerinin konuşulduğu bir istihbarat devleti toplantılarından ibaret. Bu toplantılar gerçek terör tehditlerinin değil, Erdoğan ve ekibinin oluşturduğu Korku İmparatorluğu’na muhaliflerin düşman ilan edildiği, kaçırıldığı, belki de infaz edildiği Yeni ve Kirli Türkiye’nin rutinlerinden biri artık.
YARIN: AVRUPA YOLLARINDAKİ TRANSPORTER’LAR… İŞKENCECİLERİN SONU NE OLACAK?
(TR724)