Yorum | Veysel Ayhan
Her yönetmen filmini yaparken bir sentez yapar. Çok seyredilsin istiyorsa içine aksiyon koyar. Aşk ve ihtiras koyar. Komedi ekler. Bunlardan birinin ağırlığını öne çıkarır.
Birbirinden güzel üç roman var. Hepsi sinemaya uyarlandı: “Sefiller”, “Forrest Gump” ve “Pi’nin Yaşamı”
Sefiller’de Jan Valjean kürek mahkumudur. 19 yıl hapiste kalır. Hapisten çıkınca, mahkûm olduğunu gösteren belge yüzünden kimse iş vermez. Bir piskopos, evine alır. Evden gümüş takımları çalar ve yakalanır. Piskopos, şikayetçi olmaz, üstelik ona iki de gümüş şamdan hediye eder; onlardan elde edeceği parayla artık dürüst bir insan olmasını ister.
Bu, bir dönüm noktası olur. Madeleine adıyla iş hayatına atılır, zengin olur, belediye başkanı seçilir. Sonra bir gün kendisi diye başka birisinin yakalandığını öğrenir. Gönlü razı olmaz, gidip Javer’e teslim olur. Zindandan kaçar. Manastırda saklanır. Fantin adında düşmüş bir kadının kızı olan Cosette’e babalık yapar. Javer, hep peşindedir. Fransız ihtilali yıllarını yaşar. Hayatı hep kaçma, kovalanma peşinde geçer. Bir gün rahat etmez. Peşini bir an bırakmayan polis şefini ölümden kurtarır. Cosette’in mutluluğuna şahit olur. Gözlerini dünyaya kapattığında piskoposun kendisine hediye ettiği şamdanlar başucunda yanmaktadır.
Forrest Gump, öğrenme güçlüğü yaşayan, IQ’su düşük, sırtı az kambur, bacakları zayıf bir öğrencidir. Annesinin fevkalade gayretiyle içinde taşıdığı müthiş yetenekler açığa çıkar. Mahallenin çocukları alay eder. Onlardan kaçarken bacaklarının düzelmiş olduğunu ve çok hızlı koşabildiğini anlar. Amerikan futbolu oynamaya başlayıp şöhret kazanır. Sonra orduya katılır. Vietnam’daki korkunç savaşa katılır. Savaşın tüm zorluklarını yaşar. Komutanını ve dört arkadaşının hayatını kurtarır. Sonra pinpon’daki yeteneği anlaşılır. Ordu takımında oynar. Hayattan umudunu kesmiş ve alkolik olan komutanını hayata kazandırır. Bir pinpon reklamından kazandığı parayla karides teknesi alır. Yakaladığı karideslerle ülke çapında meşhur olur. Hep birlikte olmak istediği Jenny’ye kavuştuğunda onun ölmek üzere olduğunu öğrenir. Engelli Forrest Gump’ın bindiği okul otobüsüyle başlayan film oğlu olan küçük “Forrest”un otobüse binişiyle sona erer.
Pi’nin Yaşamı; Ülkelerinden ayrılan ve beraberlerinde hayvanat bahçesindeki hayvanlarını da götüren Pi ve ailesi gemi yolculuğu yaparken fırtınaya yakalanırlar ve bindikleri gemi batar. Hayatta kalmayı başarabilenler bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli çocuk Pi’dir. Pi, bu sonsuz okyanusta 227 gün yaşam mücadelesi verir. Kaplanla aynı tekneyi paylaşır. Defalarca ölümün eşiğine gelir. Film felsefi bir alt metin de içerir. Kaplan, çakal ve diğer hayvanlar insan tiplerini de ima eder. Bir insanın “kaplan”larla bile aynı “çatı” altında yaşayabileceğini, aynı tekneyi paylaşabileceğini anlatır. Pi, müthiş iradesiyle onları eğitir ve her türlü vahşetle baş eder.
Her üç filmde de azim ve kararlılık öne çıkar.
Korkunç acılar çekilir.
Ve her film, aktörünün kendi rolüyle iftihar edeceği bir sonla noktalanır.
FİLMDEN GERÇEĞE
Dünya hayatı her insan için bir “başrol” sahnesidir.
Allah, âdil-i mutlaktır.
Kader, her insana kendi romanının filminde “başrol” oynaması için imkan lütfeder.
Hiçbir yönetmen kendi rolüne odaklanmayan oyuncuyu filminde istemez.
Sürekli başkalarının rolleriyle meşgul olanı da istemez.
Senaryoyu beğenmeyeni de.
Çile ve sabır oranında “rol” büyür.
Mızmızlık yaptıkça, vozurdadıkça küçülür.
Dünya hayatı, sonsuz bir hayatın hazırlık yeridir. Amaç değil araçtır. Kendisi bizzat hedef değildir.
Monoton ve dünyevi mutluluklarla dolu bir filmi kimse seyretmez.
İnsan, iradesini doğru kullanırsa ve sabrederse kürek mahkumundan bir “aziz”, engelli bir çocuktan “şampiyon” çıkabilir. Sevgi ile donanmış bir çocuk, kaplanları terbiye edebilir, en korkunç badireleri atlatabilir.
Azim, gayret ve sevgi ile donanmış, sabırla zırhlanmış her insan kendi “kulvar”ının şampiyonu olabilir.
Bunun önündeki tek engel kendi kulvarıyla değil başkalarının kulvarıyla meşgul olmaktır.
OLUMSUZLUKLARA KULAK TIKAMAK
Masal bu ya…
Kurbağalar bir yarışma düzenlemiş.
Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.
Bir sürü kurbağa arkadaşlarını seyretmek için toplanmış. Gerçekte seyirciler yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş:
“Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!”
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker düşüp yarışı bırakıyormuş. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyormuş:
“Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!”
Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmış.
Kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek nihayet kulenin tepesine çıkmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemiş.
Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş:
“Bu işi nasıl başardın?”
Cevap alamamış ve o anda başaran kurbağanın sağır olduğunu fark etmişler.
En doğrusu; şu kısa dünya hayatında kâbus görmemek için “uyanık durmaya” çalışmak, olumsuzluklara kulak tıkamak ve azimle “hikayemize saygı” içinde ruhumuzun heykelini dikmeye çalışmak.
(tr724)