Yorum | Mehmet Yıldız
Almanya’nın Köln şehrinde El-De Hause isimli bir müze var. Hitler döneminde kullanılan yöntemlerin sergilendiği bu müzenin bir bölümünde Gestapo’ya gönderilen mektuplar sergilenir. O günlerde Hitler’e bağlı gizli polis teşkilatı Gestapo, herkesin herkesi ihbar etmesini zorunlu hale getirmiş. Bir komşusunu, hatta akrabasını, kardeşini bile ihbar etmeyen çok ağır bir şekilde cezalandırılıyor. Ve mektupların içinde: “Kardeşim Rudolf bir yemekte Hitler’i beğenmediğini söyledi…” “Komşum Petra, bir Yahudi olan Frau Schmid’in iyi bir insan olduğunu belirtti…” gibi onlarca örnek var. Kardeşini, akrabasını, hatta kendi çocuğunu bile ihbar eden yüzlerce soysuz insanın yazdığı mektuplar var. Gestapo, bütün bir halkı ihbarcı yaparak “istihbarat toplama” işini kolaylaştırmış. Ve bu ihbarlar sonucu yüzbinlerce insan toplama kamplarına gönderilmiş veya katledilmiş. (*)
15 Temmuz’dan sonraki 3 ay içinde emniyet birimlerine 40 binden fazla ihbar geldiği açıklanmıştı. Açıklamayı yapan yetkililer, gelen ihbarların büyük bölümünün kişisel problemlerden kaynaklanan kin ve nefrete dayalı, asılsız ihbarlar olduğunu da belirtmişler. (*) Bunun istisnası, ihbar edilen şahsın Hizmet Hareketi’yle uzaktan yakından ilgisi varsa ihbarın asılsız olup olmadığına bakmaksızın işlem yapılmış, halen de yapılıyor. Şimdi 15 Temmuz’un üzerinden 15 ay geçtiğine göre bu rakamı en az 5’le çarparak yüzbinleri bulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O günden bu yana ihbar sistemi daha da geliştirildi, bir zamanlar popüler olan Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER), fiili başkanlık sistemine geçişle birlikte yerini Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER)’e bıraktı.
Birine husumetiniz mi var, yazın CİMER’e ‘F..ÖCÜ’ diye, hayatını karartın. Savcıların böyle bir ihbarı ciddiye almaması düşünülemez. Hele ki sülalesinden birinin azıcık Hizmet’le irtibatı varsa yandı. Bunun binlerce örneği var.
Eşinin yerine rehin alındı
Yurtdışında yaşayan bir arkadaşım anlattı. 15 Temmuz öncesinde eşi ve çocuklarını da alarak bayram ziyareti için İç Anadolu’da bulunan memleketine gidiyor. Bir süre önce babası vefat etmiş. Memlekette olan ağabeyi, babasından kalan tarlaları ekip biçmekte. Bu bayram ziyareti esnasında, ağabeyin bir talebi olur; babasından kalan tarlaların tapusunu kendi üzerine geçirmesini ister. Kardeşi, zaten ben yurtdışındayım sen ekip biçmeye devam et, tapu işini boş ver deyip geçiştirir.
Sen misin bunu diyen. 15 Temmuz’dan birkaç gün sonra bizzat Erdoğan’ın teşvikiyle başlayan ihbar furyasından yurtdışında yaşayan kardeş de nasibini alır. Ağabeyi tarafından ‘F..ÖCÜ’ olarak ihbar edilen kardeş, bayram ziyaretinden hemen sonra yurtdışına döndüğü için gözaltına alınamaz ama yerine birkaç gün sonra dönmeye hazırlanan eşi gözaltına alınır. Bu arada ihbarcının kimliği ortaya çıkar, bütün aile ihbarcı ağabeyin üzerine gidince, ertesi gün emniyete gidip yalan ihbarda bulunduğunu beyan eder. Ama yukarılara yaranmak için skor peşindeki savcı bey bu durumu dikkate almaz, tutuklamaya sevk eder. Suçlama çok ciddidir: 15 Temmuz darbesine iştirak! 10 gün kadar gözaltında tutulduktan sonra bu suçlamayla hâkim karşısına çıkarılır. Sulh ceza hâkimi insaflıdır, yurtdışına çıkış yasağı koyarak serbest bırakır. Bu olayın üzerinden 15 ay geçti. Türkiye’de kalan eş hakkında henüz iddianame hazırlanmamış. Kocası yurtdışında kendisi ve çocukları Türkiye’de. İşte size, asılsız bir ihbar üzerine karatılan hayatlara bir örnek.
*
Bir başka örnek, bir gazeteci arkadaşımız, bir başka şehirde yaşadıkları için çok az karşılaştığı, henüz 20 yaşındaki yeğeni tarafından ihbar ediliyor. O gazeteci hakkında iddianame düzenleyen savcı da bu ihbar mektubunu iddianame eklerinin içinde koyuyor. Bu sayede öğrendiği ihbar mektubunda anlatılanları okuyan gazeteci arkadaşım, “Vay be… ben neymişim!” demekten kendini alamadı. Yaptığının bir gün ortaya çıkmayacağını düşünen binlerce muhbir bir gün bu ihbarlar/iftiralar ortaya döküldüğü zaman hayatını kararttıklarının ve yakınlarının yüzüne nasıl bakacaklar? Bu, toplumsal barışın dibine dinamit koymak değildir de nedir?
*
14 aydır tutuklu bulunan 81 yaşındaki Mustafa amcanın tanıkları ortada yok
Erdoğan’ın verdiği gazla kimin kime husumeti varsa Bimer’e veya Cimer’e ihbar mektupları yazan gizli ya da açık tanıklar mahkeme huzuruna çıktıkları zaman ne diyeceklerini şaşırıyorlar çoğu zaman. Bir kısmı mahkemeye bile gelmeye utanıyor.
En taze örnek, 14 aydır tutuklu 81 yaşındaki Hacı Mustafa Türk’ün başına gelenler. Cezaevlerindeki en yaşlı tutuklu olarak gösterilen 81 yaşındaki Hacı Mustafa Türk, yaklaşık 14 aydır tutuklu. Onu, kollarına girmiş iki polisin kelepçelediği elleriyle tutmaya çalıştığı bastonuyla çekilmiş fotoğrafıyla tanıdık. Önceki gün duruşması olan Mustafa Amca hakkında tanıklık yapan kişiler duruşmaya gelmediği için, hakimler tutukluluğun devamına karar vermiş. Kim bilir belki de utançlarından mahkeme huzuruna gelemediler.
*
Mahkeme 145 sanığın ismini tek tek okudu, gizli tanık hiçbirini tanımadı
15 Temmuz sonrası Denizli’deki Hizmet gönüllülerine yönelik 79’si tutuklu 145 kişinin yargılandığı davanın duruşmasında SEGBİS üzerinden ifade veren ‘Aslan’ kod adlı gizli tanık, yargılanan sanıkların isimlerini tek tek bilmediğini, cemaate para topladıklarını ve üye olduklarını söyledi. Bunun üzerine mahkeme başkanı, 145 sanığın isimlerini tek tek okudu. Ancak, gizli tanık hiçbirini tanımadığını söyledi.
*
Gizli tanık maskaralığı
Halen Ankara’da devam eden Çatı davanın 30’uncu celsesinde Kasırga isimli gizli tanık, Hidayet Karaca aleyhine tanıklık yapıyor ama nasıl bir tanıksa Hidayet Bey’in STV’nin genel müdürü olduğunu bile bilmiyor! Hepsini tanırım dediği yönetim kurulunun isimleri tek tek okunduğu halde hiçbirini tanımıyor. Ama nedense bu gizli tanıkların tanıklığı hala itibar görüyor ve tutuklular hala tutuklu kalmaya devam ediyor.
*
Polisin kurduğu kumpas
Anadolu’da işkenceleriyle ünlü bir cezaevinde 15 aydır tutuklu bir gazeteci arkadaşımız hakkında ihbarda bulunan bir esnafın mahkeme huzurunda anlattıkları durumun vahametini ortaya koyuyor. Hizmet hareketiyle ilgili olduğu iddiasıyla yaklaşık 150 kişilik bir isim listesi verdiği iddia edilen “itirafçı” esnaf, mahkeme huzurunda şunları söylüyor:
Ben esnafım. Elektrik malzemesi satarım. Sanıkları yerel basından tanırım. Herhangi bir şekilde konuşmuşluğumuz yoktur. Benim sanıklarla ilgili FETÖ üyesi olduklarına dair herhangi bir bilgim yoktur. Bunun için 3 defa da dilekçe verdim. Ben sanıkların FETÖ terör örgütü̈ üyesi olduklarına dair bir şey söylemedim. Böyle bir ifadede bulunmadım. Şikâyet üzerine polisler iş yerine geldiler, beni gözaltına aldılar. Avukatımı çağırmama gerek olmadığını söylediler. Önüme kâğıt konulduğunda bu nedir dedim. Serbest bırakılmak için dediler. Ben de imzaladım. Savcı beye geldim, ifademi istedim, gizlilik kararı olduğu için ifademi bana vermediler. Ben de bunun üzerine 3 defa dilekçe yazdım. Benim ifademde tanımadığım insanlar da var, tanımadığını insanların ailesi iş yerime gelince ben de bu şekilde böyle bir ifadem olduğunu öğrendim.
Evet, duruşma tutanağında aynen geçiyor bu ifadeler. Ama bu kumpası kuran polislerle ilgili şu ana kadar yapılmış hiçbir işlem yok. Gazeteci ve onunla beraber onlarca kişi hala tutuklu.
*
Bunlar sadece birkaç örnek. İnanıyoruz ki bir gün bu yapılanlar ortaya çıkacak ve bir utanç müzesinde sergilenecek. O gün binlerce sayfalık ihbar mektupları kamuoyuna açıklandığı zaman bu ihbarları yapanlar utancından toplum içine çıkamaz hale gelecekler. Dilerim o günler çok uzakta olmasın.