YORUM | VEYSEL AYHAN
Kur’an aynı zamanda bir tipoloji kitabıdır. Tüm karakterler eksiksiz yer alır. Ebu Cehil’ler vasıflarıyla; nifakın idolü İbn-i Selül’ler sıfatlarıyla oradadır. Velid İbn-i Mugeyre’lerin tepkileri ve sözleri aktarılır. Sıfatları yanında lakabıyla yer alan sadece Ebu Lehep’tir. Anlamı “ateşin babası” idi.
Ebu Lehep dendiği zaman, o yalnızca ‘Abduluzza bin Abdülmuttalib’ demek değildir. O perdeyi sıyırdığınız zaman her devrin Ebu Lehep’leriyle yüz yüze gelirsiniz. Efendimiz (sav) insanlara dini tebliğ için panayır panayır gezerdi. Konuşurdu. Anlatırdı. Ebu Lehep diğer kafir ve münafıklardan farklıdır. Üşenmez onu gölge gibi takip ederdi. İnsanlar “Peki ya onun arkasında giden, onu yalanlayan, bu adam da kimdir?” diye sorduğunda “O da, onun amcası Ebû Leheb’dir!” derlerdi.
KARA-PROPAGANDA
Efendimiz (sav) bir yere gitmeden önce gideceği yeri öğrenirse önceden gider aleyhinde konuşurdu. “Ey ahali!.. Bu, yeğenimdir; gelecek, bilin ki yalan söylüyor. Ondan uzak durun!” derdi. Haşa “O bir mecnundur” diye ön alırdı. Bununla kalmaz, Efendimiz (sav) tebliğ ettikten sonra bir daha giderdi. İnananları vazgeçirmek için uğraşırdı.
Kur’an, karısı Ümmü Cemil’e “Odun hamalı”(111/4) der. Arapça’da “İnsanların arasını bozmak için, laf taşıyan, bozgunculuk yapan”lar için “Onlar arasında odun taşıyor” deyimi kullanılır. “Aralarında ateş yakıyor” dendiğinde arayı bozmak anlaşılır. Gevezelik yapan kimseye, “Geceleyin odun toplayan” derler. Ümmü Cemil tam bu işi yapardı. Susmaksızın çevreyi ifsad ederdi.
Ebu Leheb belki kılıçla, bıçakla kimseye saldırmamıştır. İşkence yaptığını bilmiyoruz. O ve karısının yaptığı iş bunların çok ötesindeydi. Kur’an’da “lakap’larının yer alması ve müstakil sürede yer almaları “önem”lerini gösteriyor. Bu “dikkat çekme” belki de Efendimiz (sav) ve Müslümalar aleyhinde sürekli konuşup kamuoyu oluşturmaları sebebiyle idi. Yaptıkları “yalan ve iftira” kara-propagandası ile daha baştan insanları şartlandırıyorlardı.
Bir bakıma ailece bugünün medyasının gördüğü şeytani fonksiyonu yerine getiriyorlardı.
EBU LEHEB MEDYASI
O gün Mekke müşriklerinin gazete ve televizyonları olsaydı ne yayın yapacaklar idiyse bugün o yayınlar yapılıyor. Milyonlarca masum mümine “terörist” iftirası atılıyor. Ebu Lehep, şaşı gözlü, yumru yüzlü bir adamdı. Ne tuhaftır ki bugün medyaya çöküp hükmedenler içinde birebir fiziki izdüşümü bile var! Tüm benzerliğiyle Ebu Leheb’in o günkü “misyonunu” milyonların önünde icra ediyor. (Şaşılık, şehlalık beşeri bir şey. Tevbih anlamında kullanmıyorum.) Her gün gazetelerinde televizyonlarında müminlere yalan ve iftira ile çamur atanlar hep bu şeytani prototipin yansımaları.
Leheb ailesi kara-propaganda ile yetinmiyordu. Karısı “odun hamalı” Ümmü Cemil dikenli ağaç dallarını toplayıp demet yapar ayağına batsın ve yaralar açsın diye Efendimiz’in (sav) yoluna koyardı. Kocası Ebu Lehep ise evinin pislik ve çöplerini, Efendimiz’in kapı eşiğine dökerdi. Bugün de aynı şeyler benzeriyle oluyor. Kendi pislik ve eraciflerini masum insanların üstüne atıyorlar!
HZ. HAMZA YOK!
Fark şimdilik şu: O gün, pislikleri görünce toplayıp Ebu Leheb’in başına geçiren bir Hz. Hamza vardı. Bugün maalesef yok.
“Hz. Hamza”lar yok ama enva-i çeşit “Ebu Leheb” var.
Okul kapatanlar, kapatmak için ülke ülke gezenler, rüşvet verenler, şantaj yapanlar…
Şehirleri yıkanlar, insanları katletme emri verenler,
Binlerce kadın, çocuk ve bebeği hapse tıkanlar,
Hayır derneklerine kilit vuranlar…
Evet, bu “şeytani” işleri yapanların her biri “kıtalar dolaşan” birer Ebu Lehep birer Ebu Cehil, birer Ümeyye bin Halef.
Arif Nihat Asya ne güzel der:
“Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
‘Ebû Leheb öldü’ diyorlar:
Ebû Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebû Cehil, kıtalar dolaşıyor”
Gönül istiyor ki “Ebu Lehepler” o “panayırlarda” aleyhte konuşurken taş kesilsinler. Çarpılsın, başlarına dağlar yıkılsın. Ama olmuyor. Kaderin çarkları böyle işlemiyor. “Tecri’r-riyâha bimâ lâ-teştehi’s-süfün”, yani rüzgarlar gemicilerin iştahına ve hevesine göre esmez. Hadiseler heveslerimize göre cereyan etmez. Şeytan’a kıyamete kadar iğfal izni verildiği gibi kader, Ebu Lehep’lere “şeytani misyonunu” tamamlaması için izin verir.
TEK KUTSALLARI: İTİBAR VE AYRICALIK
O günün Ebu Leheb’lerinin ve takipçilerinin derdi “din” değildi. Mal, para ve itibardı. Ebu Leheb, normalde yeğeni olan Efendimiz’in (sav) hayatını ve faziletlerini en yakından görmüş biriydi. İlk kabul etmesi gerekenlerdendi. Efendimiz (sav) dini kendisine ilk tebliğ ettiğinde “Eğer dinini kabul edersem benim için ne var?” diye sormuştu.” “Diğer iman edenlere ne varsa senin için de o var” cevabını alınca “Benim için bir ayrıcalık yok mu, ben onlara üstün olacak mıyım?” diye üstelemişti.
Efendimiz (sav): “Başka ne istiyorsun?” diye sormuştu. Ebu Leheb bu defa kızgınlıkla “Beni başkaları ile eşit kılan dine yazıklar olsun!” diye öfkeyle ayrılmıştı. Tüm Ebu Leheb’ler için üç ortak kelime vardır: İtibar, para ve mal.
AKIBET NE OLUR?
Tebbet suresi Ebu Leheb’in ölümünden on yıl önce nazil olmuştu. Dini yalanlamak için bile “ihtida” etmeyeceği mucizevi bir “haber”di. “Ebu Leheb misyonu” sahipleri aynı kadere doğru yol alır. Kalpleri mühürlüdür. Kader onlara dönüş yolunu daha hayattayken kapamıştır. Tıpkı Ebu Leheb gibi “lanetlenmişlerdir”. Ebu Leheb’i lanetleyen ayetler bir başka surede olsa kıyamete kadar bu kadar tekrarlanmazdı. “Leheb” suresinin “Fatiha”dan son en çok tekrarlanan sürelerden bir olması da kaderin bir başka nüktesi. Müminlere iftira atmak, çamur atmak o kadar korkunç bir seyyie ki bugüne kadar ve kıyamete kadar milyarlarca defa tel’ine istihkak kazandırıyor.
“İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür.” İlk planda tüm Ebu Lehep misyonundakilerin önce “elleri kurur” (111/4). Tezvirat imkan ve yeteneklerini kaybederler. Yalan mumları söner. Yapacakları tezvirat kapıları üstlerine yıkılır. Bu yıkımdan kurtulmak için “mal ve kazanç da fayda vermez” (111/4). Biriktirdikleri servetleri varacakları akıbetten onları kurtarmaz. Sonrası çok sürmez.
Ebu Leheb için tam böyle oldu. Bedir Savaşı mağlubiyeti çok ağır geldi. Üzüntüden yatağa düştü. Sonra Veba’ya benzeyen Kara Hasba veya Adese adlı bulaşıcı hastalığa yakalandı. Ailesi kendilerine bulaşır diye onu terk etti. Günler sonra yalnız bir halde öldü. Ölüsü günlerce defnedilmedi. Cesedi kokmaya başladı. Hastalık bulaşır diye kimse yaklaşmıyordu. Komşu evler kokudan şikayete başlayınca ailesi iki köle tuttu. Onlar cesede dokunmadan çekiştire çekiştire sürükleyip “kalib kuyusu” denen bir çukura attı. Hayvanlar parçalamasın diye üzerini taş ve kayalarla örttüler.
(TR724)