Haber-Analiz | Mehmet Yıldız
Yıl 2014… Ocak ayının ilk günleri… Yurtdışında yaşayan ünlü bir iş adamı Türkiye’ye yatırım yapmak ister. İstanbul’un gözde mekanlarından birinde bulunan bir gayrimenkulü alıp turizme kazandırmaktır niyeti. “Bu işler öyle olmaz, İstanbul’a kim bir çivi çakacaksa Reis’ten izin almak zorunda…” der çevresindekiler. “Ama merak etme o iş kolay. Sen bir çantaya 500 bin Euro koy, filan tarihte Ankara’ya getir. Seni Reis’le görüştürelim her işin kolaylaşır.”
Tam da o günlerde 17/25 Aralık yolsuzluk skandalları patlamıştır. Kendilerinden rüşvet alınıp ihale verilen yandaş iş adamlarının isimleri havalarda uçuşuyordu. Yatırımcı iş adamı konuyu avukatlarına açar. Avukatları çanta içinde 500 bin € verilmesine karşı çıkar. “Aman beyefendi ne yapıyorsunuz, baksanıza çok ünlü kişilerin başı bu yüzden belaya girdi. Yapmayın… ” derler ve vaz geçirirler.
Aradan birkaç ay geçmeden olay patlar. 11 Mart 2014 tarihli Taraf Gazetesi’nin haberine göre Erdoğan’la 15 dakika görüşmek isteyen iş adamlarının danışmanlara 500 bin lira ödediği ortaya çıkar.
Kamuoyunda ikinci dalga yolsuzluk operasyonu olarak bilinen 25 Aralık tarihli soruşturma dosyasına giren usulsüzlüklerin başında, Başbakan’ın bazı danışmanlarının iş adamlarından randevu karşılığında ücret tahsil ettikleri iddia edilir. Bu iddiaya göre Erdoğan’ın iki ya da üç danışmanının Başbakan’la 15 dakikalık görüşme için iş adamlarından 500 bin lira talep edilmektedir.
SARAY’IN İŞ YAPMA ŞEKLİ
O gün medyaya yansıyan bu bilginin doğru mu yanlış mı olduğunu bilmem. Ama bildiğim bir şey var ki, yurtdışından yatırım için gelen bir iş adamından 500 bin Euro istendiği doğruydu. Aradaki tek fark, danışmanların Türkiyeli iş adamlarına kıyak yapıp, parayı Euro değil Türk Lirası üzerinden almalarıydı. O gün o iş adamına “sakın yapma, başın derde girer” diyen avukatları bugün pişmanlar belki de. O gün o iş adamı 500 bin Euro verseydi bunun karşılığını misliyle alabilirdi sonradan. Yapmadı ve geldiği ülkeye geri döndü.
Erdoğan ve çevresinin iş yapma şekli bu. Son dönemde bu yöntemin dünyanın pek çok yerinde işe yarayacağını düşünerek vatandaşından vergi olarak topladığı paraları saçıp savurdular, savurmaya da devam ediyorlar. Bu yöntemle pek çok üçüncü dünya ülkesinde Hizmet Hareketini köşeye sıkıştırmayı başardılar. Türkiye’nin dış politikası tamamen buna odaklanmış durumda. Varsa yoksa Hizmet okullarını kapattırmak, hizmet gönüllülerini sınır dışı ettirmek!.. Ancak modern demokrasilerde bu konuda henüz sonuç alabilmiş değiller.
Ülkenin başına gelen her türlü mel’anetin baş sorumlusu olarak gösterdikleri ABD ve AB liderlerinden randevu alabilmek için yapmayacağı fedakârlık yok bizimkilerin. Ne var ki Batılı liderlerin Erdoğan’la görüşmekten pek hoşlandıkları söylenemez. Bunu da açıkça dile getirmekten çekinmiyorlar.
LİDERLER GÖRÜŞMEK İÇİN SIRADAYMIŞ
Geçtiğimiz günlerde Le Point dergisine bir mülakat veren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Bildiğiniz gibi, küresel sahneye çıkmak aslında o kadar da havalı bir şey değil. Erdoğan ile her 10 günde bir konuşması gereken benim” dediği zaman pek çoğumuzun içi acımıştı.
Birçok uluslararası toplantıda olduğu gibi son Birleşmiş Milletler toplantısında da Erdoğan’ın en büyük hedefi, dünya liderleriyle bir fotoğraf çektirebilmekti. Gerek danışmanları gerekse havuz medyası bu konuda adeta kendilerini parçaladılar. Haberlere bakılırsa Dünya liderleri Erdoğan’la görüşebilmek için sıraya girmişler.
Peki gerçek öyle mi? Pek öyle durmuyor. Gayri resmî Resmî Gazetemiz Sabah’ın başyazarı Mehmet Barlas’a göre “Erdoğan, Donald’la arkadaş oldu ama durumda değişiklik yok.” Zira istediği hiçbir şeyi alamadı Erdoğan. Barlas’a göre hiçbir şey değişmeyecek, Fetullah Gülen Pensilvanya’daki ikametine … devam edecek. ABD PYD’ye bedava silah verecek ama Türkiye’ye silah satmayacak. Türkiye de Rusya’dan S-400 füzeli savunma sistemini alacak. Suriye’de ABD ile iş birliği yapmayacak.
Türkiye bütün bu görüşmelerden ne kazandı sorusunun cevabı yok. Ne kaybettiği konusuna gelince…
TRUMP’LA GÖRÜŞMENİN DE BEDELİ OLMALI DEĞİL Mİ?
Medyaya yansıyan haberlere göre milli havayolumuz THY, 40 uçak almak için Boeing’le 11 milyar dolarlık bir anlaşma yapmış. 2007’den bu yana göklerde (!) olan Yerli Milli Uçağımız varken nereden çıktı 40 uçak diyebilirsiniz.
Ne gerek var dışarıdan uçak almaya?
Zarar eden bir havayolunun durup dururken 40 uçak almasının izahı yok.
Bu ödemelerin bizimkilerden tek farkı giden paranın nereye gittiği belli. Adamlar sonuçta kendi ülkelerindeki şirketlerin lobiciliğini yapıyor. Bizimkilerin çanta içinde aldıkları paraların kime gittiği belli değil.
E Trump’la görüşmenin de bir bedeli olmalı değil mi?
O Trump ki, bir Suudi Arabistan ziyareti yaparak 100 milyar dolarlık silah, Katar emiriyle görüşerek 12 milyar dolarlık F 16 satmış adam. Bakmayın bize gene kıyak yapmış. Sadece 11 Milyar dolarla kurtarmışız.
Benzer bir alışveriş de Putin’le yapılmıştı. Önce Rus uçağını düşürüp ardından AKP’nin arka bahçesinde yetişen bir IŞİD militanı tarafından Rus büyükelçisi öldürülünce iyice bozulan ilişkiler 2,5 milyar dolarlık S400 anlaşmasıyla toparlanabildi ancak. Kaporası bile verilen S400’lerin Türkiye’ye teslim edilip edilmeyeceği bir muamma. Her şey ABD ve AB’ye karşı, “size mecbur değiliz” fotoğrafı verebilmek için. İşe yarayacak mı? Pek sanmam. İşe yarayacak olsaydı, ABD’ye gidip Trump’la görüşebilmek için kendini bu kadar paralamazdı.
Netice-i kelam… Her makamın bir bedeli var.
Kiminin 110 milyar dolar, kiminin 12 milyar dolar, kiminin 11 milyar dolar, kiminin de 500 bin lira. Günahını almayalım, bizim bildiğimiz başbakanlık döneminin tarifesi. Belki cumhurbaşkanı olduktan sonra değişmiştir, kim bilir…
(tr724)
Yıl 2014… Ocak ayının ilk günleri… Yurtdışında yaşayan ünlü bir iş adamı Türkiye’ye yatırım yapmak ister. İstanbul’un gözde mekanlarından birinde bulunan bir gayrimenkulü alıp turizme kazandırmaktır niyeti. “Bu işler öyle olmaz, İstanbul’a kim bir çivi çakacaksa Reis’ten izin almak zorunda…” der çevresindekiler. “Ama merak etme o iş kolay. Sen bir çantaya 500 bin Euro koy, filan tarihte Ankara’ya getir. Seni Reis’le görüştürelim her işin kolaylaşır.”
Tam da o günlerde 17/25 Aralık yolsuzluk skandalları patlamıştır. Kendilerinden rüşvet alınıp ihale verilen yandaş iş adamlarının isimleri havalarda uçuşuyordu. Yatırımcı iş adamı konuyu avukatlarına açar. Avukatları çanta içinde 500 bin € verilmesine karşı çıkar. “Aman beyefendi ne yapıyorsunuz, baksanıza çok ünlü kişilerin başı bu yüzden belaya girdi. Yapmayın… ” derler ve vaz geçirirler.
Aradan birkaç ay geçmeden olay patlar. 11 Mart 2014 tarihli Taraf Gazetesi’nin haberine göre Erdoğan’la 15 dakika görüşmek isteyen iş adamlarının danışmanlara 500 bin lira ödediği ortaya çıkar.
Kamuoyunda ikinci dalga yolsuzluk operasyonu olarak bilinen 25 Aralık tarihli soruşturma dosyasına giren usulsüzlüklerin başında, Başbakan’ın bazı danışmanlarının iş adamlarından randevu karşılığında ücret tahsil ettikleri iddia edilir. Bu iddiaya göre Erdoğan’ın iki ya da üç danışmanının Başbakan’la 15 dakikalık görüşme için iş adamlarından 500 bin lira talep edilmektedir.
SARAY’IN İŞ YAPMA ŞEKLİ
O gün medyaya yansıyan bu bilginin doğru mu yanlış mı olduğunu bilmem. Ama bildiğim bir şey var ki, yurtdışından yatırım için gelen bir iş adamından 500 bin Euro istendiği doğruydu. Aradaki tek fark, danışmanların Türkiyeli iş adamlarına kıyak yapıp, parayı Euro değil Türk Lirası üzerinden almalarıydı. O gün o iş adamına “sakın yapma, başın derde girer” diyen avukatları bugün pişmanlar belki de. O gün o iş adamı 500 bin Euro verseydi bunun karşılığını misliyle alabilirdi sonradan. Yapmadı ve geldiği ülkeye geri döndü.
Erdoğan ve çevresinin iş yapma şekli bu. Son dönemde bu yöntemin dünyanın pek çok yerinde işe yarayacağını düşünerek vatandaşından vergi olarak topladığı paraları saçıp savurdular, savurmaya da devam ediyorlar. Bu yöntemle pek çok üçüncü dünya ülkesinde Hizmet Hareketini köşeye sıkıştırmayı başardılar. Türkiye’nin dış politikası tamamen buna odaklanmış durumda. Varsa yoksa Hizmet okullarını kapattırmak, hizmet gönüllülerini sınır dışı ettirmek!.. Ancak modern demokrasilerde bu konuda henüz sonuç alabilmiş değiller.
Ülkenin başına gelen her türlü mel’anetin baş sorumlusu olarak gösterdikleri ABD ve AB liderlerinden randevu alabilmek için yapmayacağı fedakârlık yok bizimkilerin. Ne var ki Batılı liderlerin Erdoğan’la görüşmekten pek hoşlandıkları söylenemez. Bunu da açıkça dile getirmekten çekinmiyorlar.
LİDERLER GÖRÜŞMEK İÇİN SIRADAYMIŞ
Geçtiğimiz günlerde Le Point dergisine bir mülakat veren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Bildiğiniz gibi, küresel sahneye çıkmak aslında o kadar da havalı bir şey değil. Erdoğan ile her 10 günde bir konuşması gereken benim” dediği zaman pek çoğumuzun içi acımıştı.
Birçok uluslararası toplantıda olduğu gibi son Birleşmiş Milletler toplantısında da Erdoğan’ın en büyük hedefi, dünya liderleriyle bir fotoğraf çektirebilmekti. Gerek danışmanları gerekse havuz medyası bu konuda adeta kendilerini parçaladılar. Haberlere bakılırsa Dünya liderleri Erdoğan’la görüşebilmek için sıraya girmişler.
Peki gerçek öyle mi? Pek öyle durmuyor. Gayri resmî Resmî Gazetemiz Sabah’ın başyazarı Mehmet Barlas’a göre “Erdoğan, Donald’la arkadaş oldu ama durumda değişiklik yok.” Zira istediği hiçbir şeyi alamadı Erdoğan. Barlas’a göre hiçbir şey değişmeyecek, Fetullah Gülen Pensilvanya’daki ikametine … devam edecek. ABD PYD’ye bedava silah verecek ama Türkiye’ye silah satmayacak. Türkiye de Rusya’dan S-400 füzeli savunma sistemini alacak. Suriye’de ABD ile iş birliği yapmayacak.
Türkiye bütün bu görüşmelerden ne kazandı sorusunun cevabı yok. Ne kaybettiği konusuna gelince…
TRUMP’LA GÖRÜŞMENİN DE BEDELİ OLMALI DEĞİL Mİ?
Medyaya yansıyan haberlere göre milli havayolumuz THY, 40 uçak almak için Boeing’le 11 milyar dolarlık bir anlaşma yapmış. 2007’den bu yana göklerde (!) olan Yerli Milli Uçağımız varken nereden çıktı 40 uçak diyebilirsiniz.
Ne gerek var dışarıdan uçak almaya?
Zarar eden bir havayolunun durup dururken 40 uçak almasının izahı yok.
Bu ödemelerin bizimkilerden tek farkı giden paranın nereye gittiği belli. Adamlar sonuçta kendi ülkelerindeki şirketlerin lobiciliğini yapıyor. Bizimkilerin çanta içinde aldıkları paraların kime gittiği belli değil.
E Trump’la görüşmenin de bir bedeli olmalı değil mi?
O Trump ki, bir Suudi Arabistan ziyareti yaparak 100 milyar dolarlık silah, Katar emiriyle görüşerek 12 milyar dolarlık F 16 satmış adam. Bakmayın bize gene kıyak yapmış. Sadece 11 Milyar dolarla kurtarmışız.
Benzer bir alışveriş de Putin’le yapılmıştı. Önce Rus uçağını düşürüp ardından AKP’nin arka bahçesinde yetişen bir IŞİD militanı tarafından Rus büyükelçisi öldürülünce iyice bozulan ilişkiler 2,5 milyar dolarlık S400 anlaşmasıyla toparlanabildi ancak. Kaporası bile verilen S400’lerin Türkiye’ye teslim edilip edilmeyeceği bir muamma. Her şey ABD ve AB’ye karşı, “size mecbur değiliz” fotoğrafı verebilmek için. İşe yarayacak mı? Pek sanmam. İşe yarayacak olsaydı, ABD’ye gidip Trump’la görüşebilmek için kendini bu kadar paralamazdı.
Netice-i kelam… Her makamın bir bedeli var.
Kiminin 110 milyar dolar, kiminin 12 milyar dolar, kiminin 11 milyar dolar, kiminin de 500 bin lira. Günahını almayalım, bizim bildiğimiz başbakanlık döneminin tarifesi. Belki cumhurbaşkanı olduktan sonra değişmiştir, kim bilir…
(tr724)