ANALİZ | ERMAN YALAZ
Ceberut devletler, zulümlerini tekrarlıyor ve bir tenkil geleneği oluşturuyor. Tek parti, tek adam, krallık, komünist rejimler için bir fark yok. Dünyanın her yerinde ve neredeyse her devirde bu mezalim işleniyor. Bir grup ya da millet düşman ilan ediliyor. Sonra profesyonel şekilde suç ve suçlama üretiliyor. Ardından infaz aşamasına geçiliyor. Psikolojik, sosyolojik ve fiili tenkil icra ediliyor. Düşünenleri, alternatifleri, azınlıkları, düşünce ve inanç özgürlüğünü sevmiyor bu yönetici ve yönetimler. Bu bir devlet yönetme biçimi ama gerçekte yönetememe biçimi! İnsandan, hak, hukuk, gerçek demokrasi ve evrensel değerlerden uzak olunca zulüm ve tenkil tarihteki misallerle sınırlı kalmıyor. Günümüzde onlarca değişik örneği yaşanıyor. Suriye, Irak, Libya ve tabi hali hazırda Türkiye…
6-7 EYLÜL’ÜN ŞEYTANLAŞLAŞTIRDIĞI İLE KAYBETTİKLERİMİZ
62.yıldönümüne denk geldiği için 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili değerlendirmeleri okuyoruz. Selanik’te Atatürk’ün evinde güya bomba patlıyor, sonra yandaş medya eliyle tahrik haberi sürüme giriyor. Ardından İstanbul Taksim ve tarihi yarımadada öğrenci merkezli protestolar yükseliyor. Milliyetçilik yüklü tepkiler sınır aşıyor. Evler, işyerleri basılıyor, yakılıyor, yağmalanıyor. Olaylar kontrolden çıkıyor.
Ve yarım asır sonra bunun Özel Harp Dairesi’nce icra edilmiş profesyonel bir operasyon olduğunu öğreniyoruz. Aradan geçen yarım asırda önce yaşadığımız toplumun rengi Rumları, kültürel ve ticari birikim ve ilişkilerimizi yitiriyoruz. Düşmanlaştırılıyoruz ardından. İnsanlığımızı ve inancımızı unuttuğumuz için bütün ipler kopuyor. O azınlık şeytanlaştırıldığı için hiçbir evrensel değer, insan hakkı tanınmıyor. Ermenilere, Alevilere, Kürtlere, sağcı-solcu darbe mağdurlarına, şimdi cemaate olan ve yapılan bu.
‘DERDİMİZE YANAK YOK’
Dersim’i yakıp yıkan 1937-1938 katliamı nasıl unutulur? Ceberut devlet idaresinin mağduru bir ihtiyar kadın ve Dersimli amcanın sözleri hep kulaklarımda çınlar. Evinde aşiretleri, her gün 40-50 kişiyi ağırladıklarını, mahallelerini anlatırken, şöyle demişti:
“Bizim ev misafir eviydi, mahallemiz de. 38 üzerimize çöktü, bizi öldürdüler. Munzur’u üstü cesetle doldu (…) Evliya evliya geziyorum. Ağlıyorum, ağıt yakıyorum, kimsesiz kaldım. Kimse yok. Derdime yanak yok. (…) Bizde insanız, kardaşız…”
Mağdurlar yalnız bırakılmıştı. Ne ince sızıdır ne ince sözdür. Derdime yanak yok, diyoruz bugün.
DERSİM KATLİAMINDAKİ SUÇ ÜRETME MAKİNESİ
Gayri resmi rakamlarla 10 bine yakın kişi öldü Dersim katliamlarında. Devlet askeriyle Anadolu’nun bağrında yüzyıllarca özerk yaşamış Alevileri yok etmeye karar vermişti. Önce olaylar çıkarıldı. Ötekinin itirazları sesleri, isyan diye adlandırıldı. Ordular tahsis edildi. Asker müdahale etti. Sonra Umum Müfettişlikleri kuruldu. 4. Umumi Müfettişliğinin derdi Dersim’di. Tunceli Kanunu çıkarılmıştı. Sanıklar hangi suçla suçlandığını bilmiyordu. Yakalanan sanıklara suçlamalar yöneltiliyor, iddianameler verilmiyor, idam kararları alınıyordu. Avukat tutamıyorlardı, tercüman da. Davalar kısa sürede bitiriliyordu. Hükümler ise kesindi. İdam. Seyit Rıza elebaşı diye derdest edilip asılmıştı.
Ne kadar aynı bugün yaşananlarla değil mi? Bugünkü Sulh Cezalar, iktidar ve Erdoğan bağımlısı yargının yaptığının farkı yok. Bu toplumun bağrında bir Alevi, Ehli Beyt geleneği ve gerçeği varken, devlet ceberutluğu, katliamları ve operasyonlarıyla bu bir yaraya dönüştürülmüştü Dersim’de. Ki o yara hala kanıyor.
MENEMEN TUZAĞI VE ESAD ERBİLİ’NİN DRAMI
Menemen Olayları bahanesiyle yok edilen Seyyid Muhammed Esad Erbili Hazretleri dramı, talebeleri ve Nakşi ve Mevlevi geleneğini bitirme tuzağı da aynı cinsten bir zulümdü. 1920’de Şükrü Bey’in teklif ettiği ‘Hıyaneti-i Vataniye’ kanununun kabulünden sonra Anadolu’da dindarlara yönelik tam bir tenkil yürütülmüştü. Adı İstiklal Mahkemeleriydi. Hedef sıradan insanlar değildi. Örneğin Esad Erbili Hazretleri’nin hedefe konma sebebi İstanbul ve Anadolu’da aktif tekkelerin mihmandarlığını yapmasıydı.
23 Aralık 1930’da meydana gelen Menemen hadisesi, tarihe ‘Kubilay olayı’ olarak da geçti. Asteğmen Kubilay ile birlikte iki bekçinin öldürüldüğü olayın Nakşîler tarafından körüklendiği iddiasıyla binlerce mütedeyyin insan, İstiklal Mahkemeleri’ne benzer Divan-ı Harp Mahkemeleri’nde yargılandı. Önde gelenler deyip bir kısmı idam edildi. Genelkurmay ve Emniyet arşivlerindeki raporlar Kubilay’ı katledenlerin esrarkeş olduğunu ortaya koymasına rağmen hadise, ‘irticaî kalkışma’ şeklinde sunuldu. 105 kişinin Divan-ı Harp’te yargılandığı, 30 kişinin idamı ile sonuçlanan olaylarda bir âlim şüpheli şekilde hayatını kaybetmişti. O alim, Esad Erbili idi.
Tekkelerin kapatılmasından sonra Erenköy’deki evinde inzivaya çekilmişti. Evi aylarca polis gözetiminde tutulmuştu. Oğlu Mehmed Ali Efendi ile beraber Menemen’e götürülüp idam talebiyle yargılandı ve idama mahkûm edildi ancak yaşı dolayısıyla idam cezası müebbet hapse çevrildi, oğlu idam edildi. Kendisi Menemen’de askerî hastanede tedavi görürken 3-4 Mart 1931 gecesi zehirlenerek öldürüldü. Cenaze namazı kıldırılmadı, mezarının başına mezar taşı bile dikilemedi. Erbili’nin cenazesinin medfun olduğu yer bile, hala ziyaret edildiği halde aradan geçen 89 yıla rağmen açıklanmıyor. Korkunun büyüklüğünü düşünün.
YALAN MEKANİZMASI VE YANDAŞ MEDYA
Olaydan 5 ay önce o zamanların en çok satan Vakit gazetesinde 18 Temmuz 1930 tarihli haberi şöyledir: “Erenköyü’nde bir dedikodu: Yüzlerce müridi olan bu esrarengiz şeyh kimdir?” Cumhuriyet ve Akşam gibi gazeteler de tarikatlara yönelik yaptıkları haberlerle aralık ayının faciasını hazırlar. Basındaki tarikat adamlarına başlayan saldırı Menemen’e zemin teşkil etmişti. Yalan haber makinası çalışıyordu her devirde olduğu gibi.
90 YAŞINDAYIM TÜRKLÜĞE HİZMETİMDEN OĞLUMU İNGİLİZLER NEFYETTİ
Esad Erbilî’nin aleyhinde Menemen tahrikini planladığı iddiasıyla bir de mektup uyduruldu. Erbilî Hazretleri bunu kabul etmedi. Mahkemede vasiyetini okudu ve son olarak şöyle konuştu: “90 yaşımdayım. 20 seneden beri kendimi ölü farz ediyorum. Türklüğe hizmetim olduğundan oğlum İngilizler tarafından Bağdat’tan nefyedildi…”
EVLAD-I KERBELAYIZ, GÜNAHSIZIZ, AYIPTIR, ZULÜMDÜR, CİNAYETTİR…
74 yaşındaki Seyit Rıza’nın yaşı 54’e indirilmiş, 17 yaşındaki oğlu Hüseyin 21’e yükseltilmişti idam için. Seyit Rıza’nın idamı öncesi yürek yakıcı son sözleri İhsan Sabri Çağlayangil anılarından şöyle anlatılır: “Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz” dedi… Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. Evlâdı Kerbelayıh. (Kerbela soyundanız) Bî hatayıh (günahsızız). Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir …”
Seyyitlerine, dindarlarına, mazlumlarına hep aynı muameleyi yapan ceberutluk tarihinden birkaç enstantane sadece bunlar. Bugünün aynası dünkü ceberut devlet zulümlerinde gizli. Ama bu ceberutluk ne Alevileri ne Nakşileri ne Rumları yok edebildi. Yapanlar tarihe başka türlü kaydedildi. (TR724)