Yorum | Erhan Başyurt |
Yargıtay üyesi Mustafa Erdoğan beyin ameliyatı oldu.
30 Aralık 2016’da Akdeniz Üniversitesi Hematoloji servisindeki tutuklu bölümüne nakledildi.
Aylardır ağır hasta halde tutuklu odasında tutuldu. Doktorlar ‘en fazla iki yıl ömrü var’ raporu verdi.
Ailesinin ısrarlarına ve başvurularına rağmen serbest bırakılmadı.
Şuurunu yitirince birkaç gün önce salıverildi.
Hastanede dün vefat etti…
Sürecin başından bu yana hayatını kaybedenlerin sayısı 100’ü buldu.
Bu nasıl bir zülüm… Bu nasıl bir aymazlık…
***
Hamile kadınları, yeni doğum yapmış, kanamalı anneleri tutukluyorlar.
Yasada açıkça hamile ve yeni doğum yapmış kadınların tutuklanamayacağı belirtildiği halde, keyfi şekilde hastane kapılarında alıp zülüm ediyorlar.
Yeni doğmuş bebeleri, emzikli anneden ayırıyorlar.
Şu ana kadar 30 kadar anneyi doğumhane kapısında kelepçeleyip gözaltına aldılar.
18 bin kadın yok yere suçlamalarla hapiste…
Bu nasıl bir zülüm… Bu nasıl bir aymazlık…
***
100 bini aşkın insan işinden atıldı.
İnsanların ekmekleriyle oynandı, özel sektörde bile işe girmeleri engellendi.
Bini aşkın özel firmaya, 2 bini aşkın özel okula, 5 bin özel tapuya el konuldu.
200 bine yakın insanın keyfi şekilde pasaportları iptal edildi….
123 bin kişi gözaltına alındı. 57 bin kişi şu ana kadar tutuklandı.
Cezaevlerinde işkence ve kötü muamele haberlerinden geçilmiyor.
Adil yargılama yok, savunma hakkına saygı yok. Hâkim teminatı yok. Adalet büsbütün rafa kaldırıldı.
Kolektif cezalandırma, sosyal bir linç yaşanıyor.
Şimdi de Hitler’in toplama kamplarında Yahudiler’e tek tip elbise giydirildiği gibi, haklarında hüküm bulunmayan yüzbinlere insana ‘tek tip kıyafet’ giydirmeye çalışılıyor.
Zülüm soykırım seviyesinde… Nefret suçu zirve yapmış durumda…
***
Sadece tutuklananlar, mallarına el konulanlar, işsiz kalanlarla sınırlı değil mağdurlar.
İnşaatlarda çalışan öğretmenler, ev temizliğine giden ihraç savcılar…
Yurtdışına çıkmak zorunda kalanlar, yurt dışında eğitim alırken ülkelerine dönemeyen bursları kesilmiş öğrenciler…
Pizza dağıtıcılığı yapan profesörler, bulaşıkçılık yapan doçentler, taksicilik yapan gazeteciler…
Hukuksuzluk kartopu gibi başladı, gün be gün büyüdü ve bir çığa dönüştü.
Masum olduklarından emin olduğumuz mazlumların sayısı o kadar fazla ki, haklarını savunmaya gücümüz yetmiyor.
Her mazlumun hikayesi ayrı bir dram. Ortalık Dreyfus Vakası’ndan geçilmiyor…
***
Hukukçu Kerem Altıparmak ‘Sistematik ve yaygın tutuklama’ başlıklı yazısında çok yerinde şu tespitleri yapıyor:
“Eğer devlet 10 kişiyi haksız yere atsa AİHM de afili bir kararla bunun ne kadar yanlış olduğunu söyleyecekti.
Ama 100 bin kişiyi atınca, kusura bakmayın ben bakamam dedi.
O nedenle tutuklamaya sadece bir gözdağı olarak bakmamak lazım.
Sistemli ve yaygın tutuklama her şeyden önce adalet arayışının sulandırma aracı.
Bir başka deyişle birçok tutuklamanın asıl sebebi, başka tutuklamaları görünmez kılmak.
Çok başarılı bir strateji olduğu kesin çünkü gerçekten bir süre sonra olağanlaşan tutuklamalar görünmez hale geliyor.
Sorun bu stratejiye karşı ne yapmak gerektiğini düşünmekte…”
***
Evet, zülüm çığ gibi üzerimize çullandı.
Ancak yaşadığımız sürece soluk alıp vermeye devam ettiğimiz mühletçe mazlumların sesini duyurmaya çalışacağız.
Nurun zulmeti boğduğu gibi, kaçınılmaz an geldiğinde mazlumun ahının zulmü yeneceğinden şüphemiz yok…
(TR724)