Yorum | Abdülhamit Bilici
Türkiye’de hukuk ve demokrasinin askıya alınması nedeniyle Erdoğan’a biat etmeyen herkes çeşitli baskı ve zulümlerle karşı karşıya. Gazeteci Ahmet Altan da hapiste, HDP lideri Selahattin Demirtaş da. İMÇ televizyonu da kapalı, Samanyolu da. Cumhuriyet Gazetesi yazarları da cezaevinde, Zaman yazarları da.
Şurası çok açık ki, adaleti sıfırlayan Erdoğan rejiminin bir numaralı hedefinde Cemaat veya Hizmet Hareketi diye adlandırılan sosyal gruba mensup insanlar var. Cumhuriyet genel yayın yönetmeni hapiste ama en azından şimdilik gazetesi yayınlanmaya devam ediyor. Cumhuriyet abonesi olduğu için ev hanımları, öğretmenler hapse atılmıyor veya işadamlarının malına mülküne çökülmüyor.
15 Temmuz darbe girişiminden çok önce Erdoğan’ın açıkça “cadı avı ise cadı avı” diyerek başlattığı bu şeytanlaştırma süreci, kadın, çocuk, genç, ihtiyar, sivil, devlet memuru demeden tüm Cemaat mensuplarını hedef alıyor. MGK kararıyla Cemaati terör örgütü ilan eden Erdoğan rejimi, Cemaatle irtibatlı medyayı çökertip birçok gazeteciyi hapse attı. Cemaati yok edip adeta soykırıma uğratma siyaseti, iş adamlarının mallarına çökme, okul ve üniversiteleri kapatma, 50 binden fazla insanı hapse atma, 100 binden fazla kamu çalışanını işten atma, işkence, vatandaşlıktan çıkarma gibi korkunç adımlarla 4 yıldır aralıksız sürüyor.
İşin tuhaf tarafı, bu zulüm ve hukuksuzlukların hemen hepsinin mahkeme kararlarıyla yapılıyor olması. Elbette bu durum, yapılanların hukuka ve adalet ilkelerine uygun olduğu anlamına gelmiyor. Bediüzzaman mahkeme kararıyla hapisten hapse dolaştırılmış, eserleri mahkeme kararıyla yasaklanmış, Seyit Rıza mahkeme kararıyla infaz edilmiş, Menderes de mahkeme kararıyla asılmıştı. Sözde yargı kararıydı hepsi ama bunlara imza atanlar ve o mahkemeler tarihin en utanç dolu sayfalarına geçtiler.
BM’YE YAPILAN İKİ BAŞVURU VE SONUCU
Bugün de yargının tamamen Erdoğan’ın kontrolü altında olduğu, iktidarın istemediği şekilde karar verenlerin anında görevden uzaklaştırıldığı, hatta hapse atıldığı, büyük yolsuzlukların kapatıldığı, verilecek kararların önceden belirlendiği, dolayısıyla 3-4 yıldır bu yargıdan çıkan tüm kararların şaibeli, politik ve hukuk dışı olduğuna kuşku yok. Bunu benim söylemem elbette objektif olmaz. Ama Birleşmiş Milletler geçtiğimiz günlerde verdiği iki tarihi kararla tam da bunu söylemiş oldu. Hizmet Hareketi’yle irtibatlı oldukları iddiasıyla tutuklanıp mağdur edilen iş adamı Rebii Metin Görgeç ve Emniyet Amiri Kürşat Çevik’in başvurularını değerlendiren Birleşmiş Milletler’in verdiği karar, Türkiye’de adaletin sıfırlandığını ve yargının adaleti sağlamak yerine zulüm aygıtına dönüştüğünü ortaya koyuyor.
BM İnsan Hakları Konseyi’ne bağlı Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, bu iki kişinin başvurusu üzerine şikayetleri ve Erdoğan yönetiminin savunmasını inceledikten sonra
haksız tutuklama, işkence ve kötü muameleden dolayı Türkiye’yi tazminata mahkum etti.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin sitesinde de yayınlanan bu iki karar, ‘F..ö’ davalarındaki hak ve hukuk ihlallerinden dolayı Ankara’yı hedef alan ilk uluslararası yaptırım olma özelliğini taşıyor. Karara göre Türkiye’nin, BM İnsan Hakları Beyannamesi’nin 9,10 ve 11’inci maddeleri ile Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 9,10 ve 14’üncü maddelerini ihlal ettiği vurgulandı.
Biri sivil hayattan diğeri kamudan iki isimle ilgili BM hukukçularının verdiği bu kararlar, Hizmet Hareketi’ne karşı cadı avında kullanılan suçlama ve argümanların hukukta hiçbir geçerliliğe sahip olmadığını ve yapılanların suç teşkil ettiğini ortaya koyuyor. BM hukukçuları, yüz binlerce insanı mağdur eden hedef alan sözde yargı kararlarını çöpe atmış durumda.
BAŞLARINDAN GEÇENLER ÇOK TANIDIK
İki ismin de başından geçenler aslında çok tanıdık: İşadamı Rebii Metin Görgeç sabah 5’te evine baskın yapılarak gözaltına alınıyor. 5 saatlik aramadan sonra eşine ve kendisine kelepçe takılarak Kartal Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüyorlar. Ama polisin elinde ne tutuklama kararı ne arama izni var. Niye gözaltına alındıklarını da söylemiyorlar. Sorduklarında sadece haklarında gizli soruşturma olduğunu ve ‘f..ö’ davasıyla ilgili olduğunu ifade ediyorlar. Eşler karakolda ayrı yerlere konup avukatları olmadan sorgulanıyor. Önceden hazırlanmış bir ifadeyi imzalaması için baskı yapıyorlar. Aile üyeleriyle de görüştürmüyorlar. Çocukları bilgi alabilmek için 9 gün karakola yakın bir yerde arabada kalıyorlar. Nihayet avukatları zor bela 5 dakikalığına görebiliyor işadamını ve eşini. Sonra göstermelik bir duruşmadan sonra Metin Görgeç, Silivri’ye gönderiliyor. Eşi serbest bırakılıyor. ‘F..ö’ üyeliğiyle suçlanıyor işadamı ve öne sürdükleri tek delil ise iş yaptıkları bir şirketin Cemaate mali destek vermekle suçlanması ve Bank Asya ile çalışması. İşadamı hapisteyken 1-2 kişi eve gelip onu dışarı çıkarabileceklerini ama bunun için 100 bin TL vermeleri gerektiğini, aksi halde uzun yıllar hapis yatacağını, malını mülkünü de kaybedeceğini söylüyorlar. Aile bunu reddedince daha yargılama bile başlamadan işadamının mal varlığına el konuyor. Metin Görgeç ve ailesinin hayatını alt üst eden süreç kısaca böyle.
Mardin’de görevli Emniyet Amiri Kürşat Çevik’in hikayesinin de binlerce benzeri var. Çevik, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasından sonra defalarca görev yeri değiştirilmiş, soruşturma geçirmiş, istihbarat alanında uzmanlaşmış başarılı bir Emniyet amiri. Ama başarısı, İngiltere’de doktora yapmış olması ve BM Polis Gücü’nde görev alması ona yönelik suçlamanın delillerine dönüşmüş durumda. 15 Temmuz’dan 6 gün sonra gözaltına alınmış. Telefonuna Bylock indirdiği, evinde doktorasıyla ilgili kitaplar ve Gülen vaazlarını içeren bir USB bulunduğu, çok çalışkan olduğu, sürgün kararlarına karşı yargıda dava açtığı gibi nedenlerle ‘f..ö’ üyeliğiyle suçlanıyor ve hala hapiste.
MADDE MADDE, BM’NİN KARARI
BM hukukçuları, mağdur iki ismin şikayetlerini ve hükümetin savunmasını inceledikten sonra verdiği iki kararda çok önemli noktaların altını çiziyor:
1. Türkiye savunmasında bazı hakların OHAL nedeniyle askıya alınabileceğini ileri sürmüş. Ama BM hukukçuları, Türkiye’nin OHAL ilan etmiş olmasının temel haklara riayet etme zorunluluğunu ortadan kaldırmayacağını vurguluyor. Ayrıca OHAL’in de bir an önce kaldırılıp normal hukuk düzenine dönülmesi çağrısında bulunuyor.
2. BM hukukçular heyeti, Türkiye’nin işadamı ve polisin temel haklarını ihlal ettiğine hükmetmekle kalmıyor. Temel hakların çok yaygın şekilde ihlal edildiği kanaatine vararak, daha titiz inceleme yapılması için işadamının dosyasını BM İşkenceyi Önleme Raportörüne, emniyet amirinin dosyasını ise BM Hakim ve Avukatların Bağımsızlığı Raportörüne gönderme kararı veriyor.
3. Erdoğan Hükümeti savunmasında iç hukukta yargı yolunun açık olduğunu, şikayetçilerin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabildiğini söylüyor. Ama BM heyeti, bunun yapılan hukuksuzluğu ve yaşanan mağduriyeti ortadan kaldırmadığına hükmediyor. Ayrıca
Anayasa Mahkemesi’nin uzun süre yapılan başvurulara cevap vermeyerek, adil yargılanmayı garanti altına alan ve Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmaları ihlal ettiğine karar veriyor.
4. Türkiye hazırladığı savunmada iç hukuk yolları tüketilmeden uluslararası yargıya gidilemeyeceğini ileri sürüyor. Ama BM Komisyonu, yaşanan hukuksuzluklara karşı BM’ye başvurmak için iç hukuk yollarının tüketilmesinin şart olmadığını belirtiyor. Dolayısıyla işkence, keyfi tutuklama, işten çıkarma gibi hukuksuzlukları BM platformuna taşımak için AYM ya da OHAL Komisyonu kararını beklemek gerekmediği vurgulanıyor.
5. BM kararı, çocuğunu Cemaat okuluna gönderen, orada öğretmenlik yapan, Cemaate yakın gazeteyi okuyan, Bank Asya’da hesap açan sade vatandaş veya kamu görevlilerinin sırf bu gerekçelerle cezalandırılamayacağı hükmünü veriyor. Cemaatin legal kurumlarında çalışan veya onlardan hizmet satın alan ama suç işlememiş insanların suçlanamayacağı ancak somut yasa dışı faaliyeti olan bireylerin yargılanabileceği vurgulanıyor. Suçlanan polis memurunun Bylock kullandığına dair Türkiye’nin iddiaları da BM hukukçuları tarafından ciddiye alınmıyor. Çünkü bir insanın herhangi bir sosyal gruba yakınlığının değil, işlediği iddia edilen suça ilişkin kanıtların ortaya konulması gerektiği belirtiliyor.
6. BM kararı, Emniyet Amirinin İngiltere’de doktora yapmış olmasının, BM Polis Gücünde görev almak istemesinin, başka cemaat mensuplarının davalarına da bakan avukat tarafından savunulmasının suç gibi gösterilmesinin kabul edilemez olduğunun altını çiziyor.
7. BM hukukçuları insanların uzun süre hakkındaki resmi suçlamaları bilmeden gözaltına alınmasının, hapiste tutulmaya devam edilmesinin ve 6 ay sonra bile iddianamenin hazırlanmış olmamasının uluslararası anlaşmaları ihlal ettiği ve keyfi tutuklama olduğuna karar veriyor.
8. Kararda suçlanan kişilerin avukatlarıyla yeterli sıklıkta ve özel ortamda görüşmesinin engellenmesi kabul edilemeyeceği vurgulanıyor. Suçlanan kişilere ve avukatlarına milli güvenliği gerekçe göstererek ilgili dosyaların gösterilmemesinin de hukuk ihlali olduğu belirtiliyor.
9. Cemaatle ilgili kişilerin davalarına baktığı için avukatları suçlanmanın ve böyle bir avukattan destek almanın suç delili gibi gösterilmesinin BM Adil Yargılama İlkelerine aykırı olduğu vurgulanıyor. Yargı mensupları ve avukatların hiçbir baskı altında kalmadan, bağımsız ve özgür şekilde görevlerini yapması gerektiği ifade ediliyor.
10. Gözaltına alınan kişilerin uygunsuz koşullarda tutulması, önceden hazırlanmış ifadelerin zorla imzalattırılması, hasta olanların tedavilerine riayet edilmemesi, ilaçlarının verilmemesi, avukatlarıyla ve aile üyeleriyle görüşmelerinin kısıtlanması ve görüşmelerin kayıt altına alınmasını hukuka aykırı olduğuna hükmediyor. Zanlıların uykusuz bırakılmasının işkence olduğuna belirtiyor.
11. BM hukukçuları suçun şahsiliği ilkesini hatırlatarak, suçlanan kişilerin diğer aile üyelerinin gözaltına alınması ve pasaportlarına el konulması gibi yaygın hukuk ihlallerinin yaşandığını ve bunların hiçbir şart altında kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Aynı şekilde ortada bir suç delili olmadığı halde sırf bir sosyal gruba mensup olduğu için insanların suçlanmasının kabul edilemeyeceği vurgulanıyor.
12. BM hukukçular heyeti İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin koruma altına aldığı adil yargılama ilkesini Türkiye’nin çok ağır biçimde ihlal ettiğine hükmediyor. Hem işadamı hem emniyet amirine yöneltilen suçlamaları ikna edici bulmayan BM Heyeti, Türkiye’den bu insanları derhal serbest bırakmasını, haklarını çiğnediği için tazminat ödemesini, hakim ve avukatların özgürce çalışmasını sağlamasını istiyor. Ayrıca yaşanan hukuksuzlukları yerinde görmek için Türkiye’yi ziyaret etme talebini tekrarlıyor.
HERKES DAVASINI ULUSLARARASI MERCİLERE TAŞIYABİLİR
Hemen fark edileceği gibi, biri işadamı diğeri emniyet amiri bu iki kişinin yaşadığı ve BM’de Türkiye’nin mahkum edilmesine neden olan mağduriyetlerin, 3-4 yıldır Türkiye’de onbinlerce insanın yaşadıklarından farkı yok. Bağımsızlığını kaybedip politize olmuş ve intikam aracına dönüşmüş yargı tarafından verilen kararlar, gerçek hukuk kriterlerine göre hiçbir değer taşımıyor. Bu durumda, iç hukukun tüketilmesi şartı da aranmadığına göre Türkiye’deki cadı avı ve hukuksuzluklara muhatap olan herkesin mağduriyetini Birleşmiş Milletler’e taşımasına bir engel yok.
Bugün Türkiye’deki insanları mağdur eden kararlar, AİHM veya BM gibi gerçek hukukçuların önüne taşındığında bozulacak ve bu kararların yol açtığı mağduriyetler nedeniyle Türkiye mahkum olacak, uluslararası toplum nezdinde daha da fazla itibar kaybedecek. Şimdi hukuku çiğneyerek ülkeyi yönetenler yüzünden yarın Türkiye mağdurlara büyük tazminatlar ödemek zorunda kalacak. Belki daha da ağırı olacak. Bir toplumsal grubu topluca suçlu ilan edip yok etmeye dönük zulümler nedeniyle bunları yapanlar, insanlığa karşı suç işlemekle mahkum edilecek.
(tr724)
Şurası çok açık ki, adaleti sıfırlayan Erdoğan rejiminin bir numaralı hedefinde Cemaat veya Hizmet Hareketi diye adlandırılan sosyal gruba mensup insanlar var. Cumhuriyet genel yayın yönetmeni hapiste ama en azından şimdilik gazetesi yayınlanmaya devam ediyor. Cumhuriyet abonesi olduğu için ev hanımları, öğretmenler hapse atılmıyor veya işadamlarının malına mülküne çökülmüyor.
15 Temmuz darbe girişiminden çok önce Erdoğan’ın açıkça “cadı avı ise cadı avı” diyerek başlattığı bu şeytanlaştırma süreci, kadın, çocuk, genç, ihtiyar, sivil, devlet memuru demeden tüm Cemaat mensuplarını hedef alıyor. MGK kararıyla Cemaati terör örgütü ilan eden Erdoğan rejimi, Cemaatle irtibatlı medyayı çökertip birçok gazeteciyi hapse attı. Cemaati yok edip adeta soykırıma uğratma siyaseti, iş adamlarının mallarına çökme, okul ve üniversiteleri kapatma, 50 binden fazla insanı hapse atma, 100 binden fazla kamu çalışanını işten atma, işkence, vatandaşlıktan çıkarma gibi korkunç adımlarla 4 yıldır aralıksız sürüyor.
İşin tuhaf tarafı, bu zulüm ve hukuksuzlukların hemen hepsinin mahkeme kararlarıyla yapılıyor olması. Elbette bu durum, yapılanların hukuka ve adalet ilkelerine uygun olduğu anlamına gelmiyor. Bediüzzaman mahkeme kararıyla hapisten hapse dolaştırılmış, eserleri mahkeme kararıyla yasaklanmış, Seyit Rıza mahkeme kararıyla infaz edilmiş, Menderes de mahkeme kararıyla asılmıştı. Sözde yargı kararıydı hepsi ama bunlara imza atanlar ve o mahkemeler tarihin en utanç dolu sayfalarına geçtiler.
BM’YE YAPILAN İKİ BAŞVURU VE SONUCU
BM İnsan Hakları Konseyi’ne bağlı Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, bu iki kişinin başvurusu üzerine şikayetleri ve Erdoğan yönetiminin savunmasını inceledikten sonra
haksız tutuklama, işkence ve kötü muameleden dolayı Türkiye’yi tazminata mahkum etti.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin sitesinde de yayınlanan bu iki karar, ‘F..ö’ davalarındaki hak ve hukuk ihlallerinden dolayı Ankara’yı hedef alan ilk uluslararası yaptırım olma özelliğini taşıyor. Karara göre Türkiye’nin, BM İnsan Hakları Beyannamesi’nin 9,10 ve 11’inci maddeleri ile Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 9,10 ve 14’üncü maddelerini ihlal ettiği vurgulandı.
Biri sivil hayattan diğeri kamudan iki isimle ilgili BM hukukçularının verdiği bu kararlar, Hizmet Hareketi’ne karşı cadı avında kullanılan suçlama ve argümanların hukukta hiçbir geçerliliğe sahip olmadığını ve yapılanların suç teşkil ettiğini ortaya koyuyor. BM hukukçuları, yüz binlerce insanı mağdur eden hedef alan sözde yargı kararlarını çöpe atmış durumda.
BAŞLARINDAN GEÇENLER ÇOK TANIDIK
İki ismin de başından geçenler aslında çok tanıdık: İşadamı Rebii Metin Görgeç sabah 5’te evine baskın yapılarak gözaltına alınıyor. 5 saatlik aramadan sonra eşine ve kendisine kelepçe takılarak Kartal Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüyorlar. Ama polisin elinde ne tutuklama kararı ne arama izni var. Niye gözaltına alındıklarını da söylemiyorlar. Sorduklarında sadece haklarında gizli soruşturma olduğunu ve ‘f..ö’ davasıyla ilgili olduğunu ifade ediyorlar. Eşler karakolda ayrı yerlere konup avukatları olmadan sorgulanıyor. Önceden hazırlanmış bir ifadeyi imzalaması için baskı yapıyorlar. Aile üyeleriyle de görüştürmüyorlar. Çocukları bilgi alabilmek için 9 gün karakola yakın bir yerde arabada kalıyorlar. Nihayet avukatları zor bela 5 dakikalığına görebiliyor işadamını ve eşini. Sonra göstermelik bir duruşmadan sonra Metin Görgeç, Silivri’ye gönderiliyor. Eşi serbest bırakılıyor. ‘F..ö’ üyeliğiyle suçlanıyor işadamı ve öne sürdükleri tek delil ise iş yaptıkları bir şirketin Cemaate mali destek vermekle suçlanması ve Bank Asya ile çalışması. İşadamı hapisteyken 1-2 kişi eve gelip onu dışarı çıkarabileceklerini ama bunun için 100 bin TL vermeleri gerektiğini, aksi halde uzun yıllar hapis yatacağını, malını mülkünü de kaybedeceğini söylüyorlar. Aile bunu reddedince daha yargılama bile başlamadan işadamının mal varlığına el konuyor. Metin Görgeç ve ailesinin hayatını alt üst eden süreç kısaca böyle.
Mardin’de görevli Emniyet Amiri Kürşat Çevik’in hikayesinin de binlerce benzeri var. Çevik, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasından sonra defalarca görev yeri değiştirilmiş, soruşturma geçirmiş, istihbarat alanında uzmanlaşmış başarılı bir Emniyet amiri. Ama başarısı, İngiltere’de doktora yapmış olması ve BM Polis Gücü’nde görev alması ona yönelik suçlamanın delillerine dönüşmüş durumda. 15 Temmuz’dan 6 gün sonra gözaltına alınmış. Telefonuna Bylock indirdiği, evinde doktorasıyla ilgili kitaplar ve Gülen vaazlarını içeren bir USB bulunduğu, çok çalışkan olduğu, sürgün kararlarına karşı yargıda dava açtığı gibi nedenlerle ‘f..ö’ üyeliğiyle suçlanıyor ve hala hapiste.
MADDE MADDE, BM’NİN KARARI
BM hukukçuları, mağdur iki ismin şikayetlerini ve hükümetin savunmasını inceledikten sonra verdiği iki kararda çok önemli noktaların altını çiziyor:
1. Türkiye savunmasında bazı hakların OHAL nedeniyle askıya alınabileceğini ileri sürmüş. Ama BM hukukçuları, Türkiye’nin OHAL ilan etmiş olmasının temel haklara riayet etme zorunluluğunu ortadan kaldırmayacağını vurguluyor. Ayrıca OHAL’in de bir an önce kaldırılıp normal hukuk düzenine dönülmesi çağrısında bulunuyor.
2. BM hukukçular heyeti, Türkiye’nin işadamı ve polisin temel haklarını ihlal ettiğine hükmetmekle kalmıyor. Temel hakların çok yaygın şekilde ihlal edildiği kanaatine vararak, daha titiz inceleme yapılması için işadamının dosyasını BM İşkenceyi Önleme Raportörüne, emniyet amirinin dosyasını ise BM Hakim ve Avukatların Bağımsızlığı Raportörüne gönderme kararı veriyor.
3. Erdoğan Hükümeti savunmasında iç hukukta yargı yolunun açık olduğunu, şikayetçilerin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabildiğini söylüyor. Ama BM heyeti, bunun yapılan hukuksuzluğu ve yaşanan mağduriyeti ortadan kaldırmadığına hükmediyor. Ayrıca
Anayasa Mahkemesi’nin uzun süre yapılan başvurulara cevap vermeyerek, adil yargılanmayı garanti altına alan ve Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmaları ihlal ettiğine karar veriyor.
4. Türkiye hazırladığı savunmada iç hukuk yolları tüketilmeden uluslararası yargıya gidilemeyeceğini ileri sürüyor. Ama BM Komisyonu, yaşanan hukuksuzluklara karşı BM’ye başvurmak için iç hukuk yollarının tüketilmesinin şart olmadığını belirtiyor. Dolayısıyla işkence, keyfi tutuklama, işten çıkarma gibi hukuksuzlukları BM platformuna taşımak için AYM ya da OHAL Komisyonu kararını beklemek gerekmediği vurgulanıyor.
5. BM kararı, çocuğunu Cemaat okuluna gönderen, orada öğretmenlik yapan, Cemaate yakın gazeteyi okuyan, Bank Asya’da hesap açan sade vatandaş veya kamu görevlilerinin sırf bu gerekçelerle cezalandırılamayacağı hükmünü veriyor. Cemaatin legal kurumlarında çalışan veya onlardan hizmet satın alan ama suç işlememiş insanların suçlanamayacağı ancak somut yasa dışı faaliyeti olan bireylerin yargılanabileceği vurgulanıyor. Suçlanan polis memurunun Bylock kullandığına dair Türkiye’nin iddiaları da BM hukukçuları tarafından ciddiye alınmıyor. Çünkü bir insanın herhangi bir sosyal gruba yakınlığının değil, işlediği iddia edilen suça ilişkin kanıtların ortaya konulması gerektiği belirtiliyor.
6. BM kararı, Emniyet Amirinin İngiltere’de doktora yapmış olmasının, BM Polis Gücünde görev almak istemesinin, başka cemaat mensuplarının davalarına da bakan avukat tarafından savunulmasının suç gibi gösterilmesinin kabul edilemez olduğunun altını çiziyor.
7. BM hukukçuları insanların uzun süre hakkındaki resmi suçlamaları bilmeden gözaltına alınmasının, hapiste tutulmaya devam edilmesinin ve 6 ay sonra bile iddianamenin hazırlanmış olmamasının uluslararası anlaşmaları ihlal ettiği ve keyfi tutuklama olduğuna karar veriyor.
8. Kararda suçlanan kişilerin avukatlarıyla yeterli sıklıkta ve özel ortamda görüşmesinin engellenmesi kabul edilemeyeceği vurgulanıyor. Suçlanan kişilere ve avukatlarına milli güvenliği gerekçe göstererek ilgili dosyaların gösterilmemesinin de hukuk ihlali olduğu belirtiliyor.
9. Cemaatle ilgili kişilerin davalarına baktığı için avukatları suçlanmanın ve böyle bir avukattan destek almanın suç delili gibi gösterilmesinin BM Adil Yargılama İlkelerine aykırı olduğu vurgulanıyor. Yargı mensupları ve avukatların hiçbir baskı altında kalmadan, bağımsız ve özgür şekilde görevlerini yapması gerektiği ifade ediliyor.
10. Gözaltına alınan kişilerin uygunsuz koşullarda tutulması, önceden hazırlanmış ifadelerin zorla imzalattırılması, hasta olanların tedavilerine riayet edilmemesi, ilaçlarının verilmemesi, avukatlarıyla ve aile üyeleriyle görüşmelerinin kısıtlanması ve görüşmelerin kayıt altına alınmasını hukuka aykırı olduğuna hükmediyor. Zanlıların uykusuz bırakılmasının işkence olduğuna belirtiyor.
11. BM hukukçuları suçun şahsiliği ilkesini hatırlatarak, suçlanan kişilerin diğer aile üyelerinin gözaltına alınması ve pasaportlarına el konulması gibi yaygın hukuk ihlallerinin yaşandığını ve bunların hiçbir şart altında kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Aynı şekilde ortada bir suç delili olmadığı halde sırf bir sosyal gruba mensup olduğu için insanların suçlanmasının kabul edilemeyeceği vurgulanıyor.
12. BM hukukçular heyeti İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin koruma altına aldığı adil yargılama ilkesini Türkiye’nin çok ağır biçimde ihlal ettiğine hükmediyor. Hem işadamı hem emniyet amirine yöneltilen suçlamaları ikna edici bulmayan BM Heyeti, Türkiye’den bu insanları derhal serbest bırakmasını, haklarını çiğnediği için tazminat ödemesini, hakim ve avukatların özgürce çalışmasını sağlamasını istiyor. Ayrıca yaşanan hukuksuzlukları yerinde görmek için Türkiye’yi ziyaret etme talebini tekrarlıyor.
HERKES DAVASINI ULUSLARARASI MERCİLERE TAŞIYABİLİR
Hemen fark edileceği gibi, biri işadamı diğeri emniyet amiri bu iki kişinin yaşadığı ve BM’de Türkiye’nin mahkum edilmesine neden olan mağduriyetlerin, 3-4 yıldır Türkiye’de onbinlerce insanın yaşadıklarından farkı yok. Bağımsızlığını kaybedip politize olmuş ve intikam aracına dönüşmüş yargı tarafından verilen kararlar, gerçek hukuk kriterlerine göre hiçbir değer taşımıyor. Bu durumda, iç hukukun tüketilmesi şartı da aranmadığına göre Türkiye’deki cadı avı ve hukuksuzluklara muhatap olan herkesin mağduriyetini Birleşmiş Milletler’e taşımasına bir engel yok.
Bugün Türkiye’deki insanları mağdur eden kararlar, AİHM veya BM gibi gerçek hukukçuların önüne taşındığında bozulacak ve bu kararların yol açtığı mağduriyetler nedeniyle Türkiye mahkum olacak, uluslararası toplum nezdinde daha da fazla itibar kaybedecek. Şimdi hukuku çiğneyerek ülkeyi yönetenler yüzünden yarın Türkiye mağdurlara büyük tazminatlar ödemek zorunda kalacak. Belki daha da ağırı olacak. Bir toplumsal grubu topluca suçlu ilan edip yok etmeye dönük zulümler nedeniyle bunları yapanlar, insanlığa karşı suç işlemekle mahkum edilecek.
(tr724)