İlahiyat Fakültesinde okurken Hadis derslerimize gelen merhum Prof. Dr. Ali Yardım’ın çok sevdiğim bir ifadesi vardı: “Zırva, tevil götürmez…” Diyanetin Hizmet ve hususiyle Hocaefendi hakkında hazırladığı raporu okuyunca bu cümle geldi aklıma. Rapor değil aslında, neresinden tutsan dökülen saçmalıklar manzumesi bir zırva!
Güya Hocaefendi’nin İslam’ın temel öğretilerine aykırı sözlerini tespit etmek için çalışmışlar. Ama maksat aykırı sözleri tespit değil de “Hocafendi’yi İslam’a aykırı göstermek” olunca, ancak bir trolün kaleminden çıkacak zavallılıkta bir metinle karşılaşıyoruz. Rapor dedikleri şey, okuyan kişide “Acaba bunu Fatih Tezcan’a mı yazdırdılar?” düşüncesi oluşturacak bir ucûbe!
Hocaefendi hakkında benzeri tezviratlar eskiden beri yapılıyor. Nuh Mete Yüksel’in iddianamelerinden, Haydar Baş tayfasının iftiranamelerine kadar geniş bir yelpazede aynı konular yıllardır ısıtılıp duruyor. Bu metni hazırlayanlar da ya MİT’ten hazır bir kısım dökümanları almışlar (malum, akşam yemeklerini MİT’te yemeyi tercih ediyor Görmez adam) ya da ulusalcı-Ergenekoncu tayfanın tezviratlarını bir araya getirmişler. Çünkü değil bir din işleri yüksek kurulu üyesinin, insaflı herhangi bir üniversite öğrencisinin bile yapmayacağı çarpıtmalara imza atmışlar.
Eğer Hocaefendi’nin kitaplarını tamamen okusalardı bu neticeleri çıkarmaları mümkün olmazdı. Tabii imanları ve insafları varsa. Tamamını okumalarına rağmen bunları yazdılarsa, Hocaefendi’ye olan hasetleri veya günümüz Firavunu’ndan korkuları imanlarının önüne geçmiş demektir. Bakış açıları da, metinlere getirdikleri kısa yorumlar da asırlardır Anadolu topraklarında yaşanmış tasavvuf ağırlıklı Ehli Sünnet anlayışından çok, Abdülaziz Bayındır tipi Harici, Selefi bakışı yansıtıyor.
Uyguladıkları yöntemin aynısını ateistler Kur’an ayetlerine ve Efendimiz’in hadislerine karşı uyguluyorlar. (Şimdi bu ifademden “Fethullah Gülen’in sözlerini Kur’an’a benzetti” yorumunu çıkaracak beyin fukaraları da olacaktır.) Son zamanlarda özellikle sosyal medyada bilinçli bir şekilde Kur’an ayetlerine yönelik saldırılar var. Ateistler bir tek ayeti alıp, bağlamından kopararak insanların zihinlerini karıştırmak, imanlarını kaybettirmek için yoğun çaba harcıyorlar. Paylaşımların aldıkları beğenilere ve retwitlere bakılınca maalesef başarılı da oluyorlar. Görmez’in raporcuları da Hocaefendi’nin söylemleri ve kitapları konusunda aynı metodu kullanıyorlar. Bağlamından, siyak ve sibakından kopararak salt bir paragrafı ya da cümleyi alıp, söyleyeni mahkûm etmek istiyorlar.
Rapor, Bediüzzaman’ın “Tükürün zalimin hayâsız yüzüne!” muamelesini hak ediyor ama hakikate olan vefamız bu iftiralara sessiz kalmamayı salıklıyor. Hocaefendi’nin talebeleri eminim ki bir tekini bile atlamadan, bütün iftira ve isnatlara gereken cevabı en kısa zamanda vereceklerdir. Ama raporun pespayeliğini ortaya koymak adına kısaca birkaç noktaya işaret etmekte fayda var.
Din İşleri Yüksek Kurulu (!) Ne İş Yapar
Raporun önsözünü Görmez başkan yazmış. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Toplumu din konusunda aydınlatmak gibi kutsi bir görevi” olduğundan bahisle, toplumu hizmet ve Hocaefendi hakkında uyarmak ihtiyacı doğduğunu anlatmış. Ama bu kurulun toplumu başka hangi hayati konularda uyardığından bahsetmemiş.
Sözgelimi, televizyonlarda, sosyal medyada hemen her gün maaşlı diyanet hocalarının arkasında namaz kılan cami cemaatinin dinle ilgili cehaletlerinden örnekler yayınlanıyor. Güleriz ağlanacak halimize, dedirten rezillikler sergileniyor. Kelime-i tevhidin anlamını bilmeyen, dört halifenin isimlerini sayamayan, büyük peygamberlerden ve onlara gönderilen kitaplardan habersiz bu cami cemaatini eğitmek ve aydınlatmak için Görmezgiller ne yapmayı planlıyorlar?
Ya da, camileri ibadethane olmaktan çıkarıp parti bürosuna çeviren, cemaatini devlete ispiyonlayan, insanların arasına ayrılık tohumları eken, vaazlarında Allah’tan daha çok Tiran’ı anlatan, slaytlarında ayetleri değil, siyasi içerikli gazete küpürlerini gösteren memurlara yönelik diyanetin bir çalışması var mı?
Ateistlerin, yukarıda anlattığımız faaliyetleri ya da Kur’an’a attıkları iftiralara dair, bu kurul şimdiye kadar neler yapmış?
Televizyonlarda her gün ayrı bir şarlatan çıkıp dini konularda ahkâm kesiyor. Kimisi hadisleri “deve sidiği” üzerinden tamamen itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bir başkası Kader’i inkâr ediyor. Hazreti Âdem’i ilk insan olarak kabul etmiyor, Kur’an Müslümanlığı deyip insanları hadisten soğutuyor. Görmez başkan ve kurulu sadece seyrediyor.
Dili sakalından uzun, uçkuru dilinden gevşek biri ise yanmayan kefenden, terliğe kadar istismar etmedik hiçbir kutsal bırakmıyor. Sümük-ü şerif tartışmalarıyla insanlara dini nahoş göstermek için elinden geleni yapıyor. Görmez başkan ve yüksek kurul yine seyrediyor.
Altı yedi yaşında kızlarla evlenmek fetvası veriyor bir başkası, kadınların evde oturmaları gerektiğini söyleyerek. Bütün sosyal medya ayağa kalkıyor ama Din işleri yüksek kurulumuz bu konuda toplumu bilgilendirmek ihtiyacı duymuyor.
İŞİD fetvacısı Ebu Hanzala lakaplı adam her tarafta konferanslar verip video sohbetleri yayınlıyor. Kafa kesmekten, intihar eylemlerine kadar pek çok konuda fetva veriyor. Görmez adam onu da görmüyor.
Kedicikleriyle her gece ayrı bir rezilliğe imza atan serseri kılıklı herifin biri, Kur’an’ı, İslam’ı dilediği gibi yorumlayıp insanların zihinlerini idlal edebiliyor. Diyanet bunların da tamamını sadece seyrediyor.
Zıplayarak müzik eşliğinde zikir yapanlardan, insanları silahlanmaya çağıranlara kadar onlarca nev-zuhur tip dinin köküne kibrit suyu döküyor ve Görmez başkan ile tayfası hiçbir şey yapmıyor. Yoksa bu konularda açıklama yapmak, toplumu aydınlatıp bilgilendirmek için Tiranlarından izin veya emir mi bekliyorlar?
Zalim, hırsız, ahlaksız ve katil bir diktatör, kendisini “rahmetim gazabımı aşacaktır” söylemiyle pazarladı. Yalakaları tarafından kendisine neredeyse ulûhiyet isnat edildi, peygambere benzetildi. Ona dokunmanın ibadet olduğu bile söylendi, körü körüne itaat ve biat edileceği duyuruldu. Doğduğu belde mübarek olarak tanımlandı, onun sünnetine (!) uyma çağrıları yapıldı. Bütün bunlara karşı Görmez başkandan ve tayfasından tek bir itiraz, düzeltme ya da ikaz duyulmadı. Belli ki onlar Allah’tan, ahiretten, hesaptan, haşirden, azaptan değil, Tiran’dan korkuyorlar.
İşte bu adamlar, Hocaefendi hakkında toplumu uyarmak için rapor hazırlamışlar. Rapora şu cümleyle giriş yapıyorlar: “Çalışmanın daha kolay okunabilmesi ve anlaşılabilmesi için uzun ilmi tahliller yerine kısa açıklamalarla yetinilmiştir.” Neden, çünkü uzun ilmi tahlillere girerlerse, oluşturmak istedikleri algının tutmayacağını biliyorlar. Demek ki, seksen yıldır ellerinde tuttukları camilerin cemaatini kandırmak için bu kadarını yeterli görüyorlar.
17/25 Aralık Hırsızlar Bayramı Münasebetiyle
Raporda yer alan, Hocaefendi’nin kendisini seçilmiş bir kişi olarak anlattığı iddiası da tamamen bir niyet okuma ve iftiradan ibaret. Elli senedir yaptığı bütün konuşmaları, yazdığı bütün eserleri ortada olan bir insan Hocaefendi. Bir tek yerde bile kendisine olağanüstü bir sıfat izafesinde bulunmadığı gibi bulunanlara da sert tepki veriyor. Hocaefendi bunla alakalı sevenlerine defalarca ikazlarda ve uyarılarda bulundu. Sıradan bir kulluğu her türlü manevi makama tercih ettiğini yüzlerce defa söyledi.
Kendisine yapılan ulûhiyet, peygamberlik vb isnatların hiçbirine itiraz etmeyen Tiran’larına tek ses etmeyip, Hocaefendi’yi seçilmişlik pozisyonuna sokma gayreti içine girmek için herhalde Görmez olmak gerekiyor.
Görmez adamlar, Hocaefendi’nin üçüncü şahıslar üzerinden anlattığı hakikatleri bile sanki kendisini kastetmiş gibi yansıtıyorlar. Onlara göre güya Hocaefendi sohbetlerinde “ehl-i keşiften biri” “nâkil” “âlem-i menamda” “yakazaten görülmüş” gibi ifadeler kullanıyorsa kendisini anlatıyordur. Peki, buna dair en ufak bir delilleri var mı? Hayır! Ama mesele algı oluşturup mahkûm etmek olunca dinin en çok nefret ettiği suçlardan olan iftiraya sarılmak Din İşleri Kurulu’na nasip oluyor!
Birinci bölümde yaptıkları ilk alıntı, ne kadar art niyetli olduklarını bir kere daha gösteriyor. Fasıldan Fasıla-4 adlı eserin Tevazu ve Kibir başlıklı bölümünde Hocaeefendi tevazu ve kibir arasındaki dengeyi anlatıyor. Cenab-ı Hakk’ın ekstradan lütuflarına mazhar insanların tevazularının küfran-ı nimet manasına gelebileceği tehlikesinden bahsediyor. Ve diyor ki: “Şayet Allah kendi katından göndermiş olduğu bir kısım ışınları o şahıslar üzerinde kırıp başkalarına yansıtıyorsa, o insanın bu iş için kendisini seçen Rabbi’ne karşı şükran duyguları ile iki büklüm olması gerekmez mi?.” Buradan Hocaefendi’nin vahye, ilhama, keşfe mazhar olduğunu ve Allah’ın onun üzerinden insanlara mesaj dağıttığı sonucunu çıkarmışlar.
Bu kadar cehalet için Görmez olmak gerekir
Bir başka alıntıları ise tamamen cehl-i mürekkep örneği. Hocaefendi söz konusu metinde, harama karşı gözlerini kapatma iradesini gösteren bir mü’mine Allah’ın imandaki lezzeti duyuracağını anlatıyor. Devamında da diyor ki: “O kişinin haram karşısındaki tutumu, devamında Cenab-ı Hakk’ı müşâhede gibi mühim bir neticeyi de semere verecektir. Bu müşâhede ötede olabileceği gibi bu dünyada da olabilir.” Bu ifadelerden yola çıkarak Hocaefendi’nin Allah’ı gördüğünü iddia ettiği iftirasını atıyorlar. Ardından Allah’ın bu dünyada gözle görülemeyeceğine dair ayetleri sıralıyorlar.
İyi de Hocaefendi gözle görmekten değil, gaspçı İstanbul Müftüsü, Tasavvuf Profesörü Hasan Kamil Yılmaz’ın da çok iyi bildiği ve tamamen tasavvufi bir terim olan “müşâhede”den bahsediyor. Bunu bahseden ilk insan da Hocaefendi değil. Tasavvuf kaynakları müşâhede ile alakalı yüzlerce sayfa malumatla dolu. Tasavvuf ehli, müşâhedeyi görmekten ayrı tutarlar. Görmek basarla (gözle) alakalı bir eylem iken, müşâhede basiretle (kalp gözü ile) alakadardır. Müşâhede Hakk’ın Zat’ını değil, eserini, eserlerdeki tecellilerini seyretmektir ve Hak yolcularına bu dünyada ihsan edilmiş bir mazhariyettir. Mesele bu kadar açık iken, müşâhedeyi gözle görmek olarak tahrif edip üstüne Hocaefendi’ye Allah’ı gördüğü iftirası atmak ahirette hesabı verilemeyecek büyük bir bühtandır.
Üzerinde tepindikleri bir diğer konu da rüyalar ve yakazalar. Güya Hocaefendi, hizmeti rüyalara, yakazalara göre yönetip yönlendiriyormuş. Evet, Hocaefendi rüya ve yakazalara ehemmiyet verir. Onları, bir kısım zahiriler veya selefiler gibi yok saymaz. Ama rüyalara yaklaşımı Ehl-i sünnet ulemasının yaklaşımları gibidir. Bunu da eserlerinde detaylı olarak ortaya koyar.
Eğer Görmez ve adamları hakikati anlamanın peşinde olsalardı ilk alıntılarını yaptıkları Fasıldan Faslıla-4 kitabında Rüyanın Hakikati başlığına bakarlardı. Orada Hocaefendi’nin “Rüyalar Kur’an ve Sünnet gibi üzerine hüküm bina edilecek esaslar değildir. Onların ahkâmda esas kabul edilmeleri de doğru değildir. Sadece şahıslar, rüyadan aldıkları hakikatlerin meşruluğu (Kur’an ve Sünnete uygunluğu) derecesinde onları kendi hayatlarında uygulayabilirler. Bunda da bir günah ve sorumluluk yoktur. Fakat insan, bunlarla (rüyalarla) başkalarını ilzam etmeye (susturup ikna etmeye) kalkışmamalıdır.” Bunu açıkça ifade eden bir insanı rüyalar ve yakazalar üzerinden vurmaya çalışmak en hafif tabiriyle âdîlikten başka bir şey değildir.
Görmezlerin takıldıkları bir diğer yer de “Müslüman İsevîler” ifadesi. Hocaefendi o sohbetinde bir tespitte bulunuyor. “Kilisede olup Efendimiz’in peygamber olduğuna inanan ve kendilerini Müslüman İsevî’ler olarak tanıtan insanlar var. İseviyetin tasaffisi adına bunu önemli görüyorum” diyor. Bu ifadeyi ilk kullanan da Hocaefendi değil. Görmezlerin baskısını yapıp meydanlarda sallasın diye Tiranlarına verdikleri Mektûbat’ta Bediüzzaman Hazretleri aynı ifadeyi kullanıyor: “Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazreti İsa (as)’ın din-i hakikisini İslâmiyet’in hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevi cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîler” ünvanına layık bir cemiyet…. Beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak” (Mektubat s. 441) Bu ifadenin yanlış olduğuna dair herhangi bir izahta ve geçerli delillendirmede bulunmadan cami cemaatine yönelik inşa ettikleri algıya bir tuğla daha koyuyorlar.
Hâsılı rapor, baştan aşağı benzeri iftiralarla dolu; bırakın ilmîliği ve ahlâkiliği, insani ve İslâmî olmaktan uzak, sahibini dünyada rezil, ahirette perişan edecek bir günah vesikası. Selefi ve Vehhabi zihniyet aynı yaklaşımlarla yıllardır Muhyiddin İbn Arabi’yi, Abdülkadir Geylani’yi ve daha pek çok Hak dostunu tekfir ediyor. Eğer Görmezler, baskısını yaptıkları Risale-i Nur’lara aynı haince metotlarla bakarlarsa, Bediüzzaman Hazretlerini de –haşa- benzer isnatlarla mahkûm edebelirler. Kim bilir, belki onu yapmak için de bir emir bekliyorlar!