Romanya Haber

15 Temmuz’dan 15 Temmuz’a: Erdoğan Soykırımın Hangi Aşamasında? [Akif Umut Avaz]

17/25 Aralık 2013’te ailesi ve yakın çevresiyle birlikte yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvette cürm-ü meşhud halinde yakalanan Erdoğan, yargı ve polisin bu operasyonundan Hizmet Hareketi sempatizanlarını sorumlu tuttu. Hiçbir soruşturmaya nasip olmayacak kadar çok ve somut delillere dayanan yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını hükümetine karşı girişilen bir darbe olarak nitelendirdi. Namuslu her politikacının yapması gerektiği gibi istifa etmek yerine Hizmet Hareketi’ni ve sempatizanlarını topyekün yok etmek için harekete geçti.
Son zamanlarda Erdoğan ve taifesi, Hizmet Hareketi’ni yok etmek için 2010’dan beri sistematik çalışmalar yaptıklarına dair bizzat kendi ağızlarından ifşaatlarda bulunsalar da, müraice yürütülen bu çalışmaların alenileşmesi 17/25 Aralık operasyonlarından sonra gerçekleşti. Erdoğan, 30 Mart 2014 yerel, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde gece gündüz propaganda yaparak, ancak bir soykırımın ön hazırlığı olarak nitelendirilebilecek ölçek ve şiddetteki nefret söylemlerine toplumun en az yüzde 50’sinin desteğini aldı.
HİZMET HAREKETİ’NİN TENKİL HAZIRLIKLARI ÖNCEDEN YAPILMIŞ
Erdoğan, Hizmet Hareketi’ni tenkil için çok önceden başlayarak sinsice yürüttüğünü itiraf ettiği hazırlık çalışmalarını 17/25 Aralık’tan sonra alenileştirerek “cadı avı” adı altında sistematik bir kampanyaya dönüştürdü. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve kuvvet komutanlarının da dahil olduğu bir grup askerle birlikte kurgulayarak sahneye koyduğu 15 Temmuz kumpasından sonra ise, bu cadı avını topyekün imha noktasına taşıdı.
Mevcut deliller ışığında ancak “Erdoğan’ın Darbesi” diyebileceğimiz 15 Temmuz kumpasının üzerinden bugün itibariyle tam bir yıl geçti. Bu süre içerisinde yaşananlar darbe kumpasının hangi amaçla sahnelendiğine ışık tutacak nitelikte. Şeytani bir şekilde kurgulanarak başarısızlığı baştan garantilenmiş darbe kumpası sonrasında başarılı bir askeri darbeden sonra yaşanabilecek ne varsa yaşandı. 150 binden fazla insan işlerinden, aşlarından edildi. İş kurmaları ya da herhangi bir yerde çalışmaları engellenerek açlığa mahkum bırakıldı. 90 yaşındaki dededen ana kucağındaki bebeğe varıncaya kadar 170 bine yakın insan gözaltına alındı ya da soruşturmaya tabi tutuldu. En az 51 bin insan hapse atıldı. 200 civarında medya organı kapatıldı, 264 gazeteci ve medya çalışanı hapsedildi. Binlerce gazeteci işsiz, yüzlercesi sürgün hayatına mecbur bırakıldı.

‘BU NET BİR SOYKIRIMDIR’ DEDİRTEN ZULÜM BİLANÇOSU
15 üniversite dahil binlerce eğitim kurumu kapatılarak, mülkleri siyasal İslamcı harami yandaşlara peşkes çekildi. 22 binden fazla akademisyenin etkilendiği süreçte geriye kalan üniversiteler aklı ve ruhu çekilmiş kof cesetlere dönüştürüldü. Binden fazla şirket, resmi rakamlara göre bile 50 milyar TL’nin üzerindeki malvarlıkları ile birlikte gasbedildi. Aralarında ordu komutanlarının da olduğu 169 general, 7 bin civarındaki subay “darbeci” suçlamasıyla hapsedilerek ordunun beli kırıldı. Yargıda vicdanıyla karar verecek, hukukun objektif kriterleri ile işlem yapacak ne yargıç ne de savcı bırakıldı. Hukukun kutsal gördüğü savunma hakkına bile el uzatıldı. Binden fazla avukat gözaltına alındı, 500’den fazlası tutuklandı. Hukuk öldürüldü, yargı bitirildi.
2000’li yılların başında neredeyse bitirilmiş olan işkencenin en adiceleri yeniden hortlatıldı. Binlerce insan gözaltındayken ya da hapisteyken işkenceden geçirildi, geçirilmeye de devam ediliyor. Gözaltındayken, hapisteyken şüpheli şekilde ya da gördükleri baskı veya işkence sonucu intihar ederek öl(dürül)enlerin sayısı 80’i aştı. Şehirlerin göbeğinde aşağılık mafya yöntemleriyle gündüz gözüne kaçırılarak kaybedilen insan sayısı 13’ü buldu.
Öncesi de var ama özellikle 15 Temmuz 2016’dan bu yana, rakamlarla, istatistiklerle ifade edilemeyecek büyüklükte tarifi imkânsız zulümler, haksızlıklar, hukuksuzluklar yapıldı. Halen devam eden bu zulüm ve kıyımlar bir soykırım boyutuna çoktan ulaştı. Kendi itiraflarıyla 2010’dan beri bu konuda hazırlıklar yapan Erdoğan, ta en başından beri niyet ettiği yüz binlerce, milyonlarca sempatizanıyla birlikte Hizmet Hareketi’nin kökünü kazıma doğrultusunda önemli bir yol kattetti.
ERDOĞAN, SOYKIRIMA GİDEN YOLUN TÜM TAŞLARINI DÖŞEDİ
Hiç eğmeden bükmeden adını açıkça koyalım: BU BİR SOYKIRIMDIR. Soykırıma giden yolun taşlarını sistematik olarak döşeyen Erdoğan’ın, amaçladığı nihai noktaya henüz varmamış olması bu somut gerçeği değiştirmez. Bu konudaki hukuki ve akademik çalışmaların ışığında, Erdoğan’ın Hizmet Hareketi’ne yönelik uyguladığı planlı, programlı, sistematik soykırımın hangi aşamada olduğunun analiz edilmesinin, fiili ve hukuki sonuçlar doğuracak şekilde harekete geçilmesinin vakti geldi.
Bilinen en yaygın tanımıyla soykırım, “ırk, canlı türü, siyasal görüş, din, sosyal durum ya da başka herhangi bir ayırıcı özellikleri ile diğerlerinden ayırt edilebilen bir topluluk veya toplulukların bireylerinin, yok edicilerin çıkarları doğrultusunda bir plan çerçevesinde ve özel bir kastla yok edilmeleri” anlamına gelmektedir. Özellikle son bir yılda Hizmet Hareketi mensuplarına yapılan zulümlerin bu tanıma girmediğini söyleyebilecek olan varsa, iyi bilinsin ki, ya bizzat soykırımcıdır ya da soykırımın açık veya latent destekçisidir.
Bu konuda çalışan akademisyenler arasında küçük nüanslarla değişen soykırım tanımları olsa da, 1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde soykırımın uluslararası kabul görmüş hukuki bir tanımı yapılmakta ve kapsamı tarif edilmektedir. Bu tanım ve tarif, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü’nde de aynen tekrarlanmaktadır.

HİZMET’E YAPILANLAR SOYKIRIM TANIMI VE TARİFİNİN NERESİNDE?
Buna göre soykırım, “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; [ve] çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.”
Erdoğan dikta rejiminin Hizmet Hareketi gönüllülerine yaptığı zulümler bu tanım ve tarifin bakalım ne kadarına karşılık geliyor?
“Grubun üyelerinin öldürülmesi”: Hizmet Hareketi mensupları Hitler’in kurduğu ölüm endüstrisinde olduğu gibi henüz sistematik bir şekilde öldürülerek yok edilmeseler de, yaygın ve sistematik işkenceler, insanlık onurunu zedeleyici kötü muameleler ve hapisteyken hastalananların tedavilerinin yapılmaması sonucu onlarca insan hayatını kaybetti. Bizzat Erdoğan, zamanı geldiğinde Hizmet Hareketi mensuplarının gerek resmi silahlı güçler, gerek kurduğu milisler, gerekse sıradan yandaşı yandaşlar tarafından katledilmesi konusunda her türlü psikolojik ve sosyolojik zemini hazırladı.
“Grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi”: Neredeyse tamamı doğrudan kontrol altındaki medya üzerinden 7/24 yapılan propaganda ve yaygın nefret söyleminin hedefi haline getirilen, her an gözaltına alınma veya tutuklanma riski altında tutulan, gözaltındayken işkence ve kötü muamele göreceğinden endişe duyan milyonlarca insanın bu durumdan psikolojik olarak etkilenmediğini kim iddia edebilir? Hizmet gönüllülerinin hedef oldukları hakaretlerden, nefret söylemlerinden, gördükleri baskıdan ve yaşadıkları endişelerden dolayı bozulan psikolojilerinin yanı sıra, toplumun geri kalanı da başka türlü bir psikolojik bunalıma itilmiş durumda. “FETÖ sendromu” denen bir hastalığın, Gülenophobia denilebilecek bir sapkınlığın toplumda yaygın şekilde yer edindiği bilimsel araştırmalarca da doğrulanmış ve literatüre girecek şekilde tescillenme aşamasına gelinmiştir.
HİZMET GÖNÜLLÜLERİNİN YAŞAM KOŞULLARI KASTİ OLARAK BOZULDU
“Grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması”: İnsanlar onlarca yıldır çalıştıkları, kariyer yaptıkları, başarılarıyla toplumda saygın bir yer ve sosyal statüler edindikleri işlerinden ve görevlerinden keyfi bir şekilde atılmak suretiyle tam olarak bu yapılmaktadır. 150 binden fazla kamu görevlisinin aileleri ve yakınlarıyla birlikte başına gelen budur. Gasbedilen 1000’den fazla şirketin sahibinin ve çalışanlarının, kapatılan binlerce eğitim kurumu ve sivil toplum örgütleri ile buralarda çalışanların başlarına gelen budur. Öğretmenlik lisansı bile iptal edilen 22 binden fazla öğretmenin, evlerine, mülklerine el konulan on binlerce insanın başına gelen budur. Sur’da, Nusaybin’de, Şırnak’ta evleri başlarına yıkılan on binlerce Kürt vatandaşımızın başına gelen de budur. Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün ama meramımızı anlatmaya sanırım bunlar kafi.
“Grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması”: Kendi düğünlerine giderken tutuklanan gelin ve damatları, hamileliğinin son günlerinde cezaevinde tutularak hücrede sağlıksız koşullarda tek başına doğuma zorlanan anneleri, kötü muamele ve olumsuz hapishane şartlarından dolayı doğmadan anne karnındayken kaybedilen bebekleri saymazsak bu konuda henüz bilinen bir örnek kayıtlara geçmemiştir.
“Çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi”: Anne ve babalarının ikisinin birden keyfi olarak tutuklanması sonu ortada kaldıkları için yetiştirme yurtlarına verilen örnekler duyulmaktadır. Erdoğan yanlılarının Hizmet Hareketi gönüllülerine yönelik en sık tekrarladığı tehditlerden biri olmasına rağmen, bu zulmün sistematik şekilde uygulandığına dair henüz somut bir veri yoktur.
SOYKIRIM İÇİN ŞARTLARIN BİRİ YETERLİ…
Zaten hukuki tanımına göre, bir soykırım olarak tanımlanabilmesi için, yaşanan zulüm ve hukuksuzlukların bu şartlardan tamamını birden karşılaması gerekmiyor. Bunlardan sadece birinin gerçekleşiyor olması yetiyor. Hizmet Hareketi sempatizanlarına karşı bu şartlardan bir çoğunu birden gerçekleştiren Erdoğan diktatörlüğünün sistematik bir soykırım eylemi içerisinde olduğuna dair ise artık hiçbir şüphe bulunmuyor.
Bununla birlikte konunun uzmanlara, bir topluluğa ya da sosyal bir gruba karşı soykırımın gerçekleşmesi için bazı önköşulların olması gerektiğinin üzerinde duruyorlar. Öncelikle insan hayatına değer vermeyen bir millî kültürün olmasının gerekliliğine işaret ediyorlar. Türkiye’nin bu konuda tam bir cehennem olmadığını kim iddia edebilir? “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” söylemiyle güç ve taraftar toplayan Erdoğan’dan başlayarak son birkaç yıldır hayattan ziyade sürekli ölümden bahsedilmesi, yaşamdan ziyade sürekli “şehadet” ve ölümün yüceltilmesi sizce bir tesadüf mü?
Uzmanlar, “üstün olduğu varsayılan bir ideolojiye sahip totaliter bir toplumu” da soykırıma giden sürecin bir önkoşulu olarak görüyor. Hitler’in Almanlara aşıladığı üstünlük duygusunun, yaygın tehdit algısı ve temelsiz aşırı özgüvenin bir benzerini Erdoğan rejimi yandaşı kitlelere sistematik şekilde aşılıyor. Tamamını düşman olarak gördüğü dünyayla boy ölçüşebileceklerine dair propaganda eksik olmazken, bu konudaki akılalmaz komplo teorileri ve yoz “Siyasal İslamcılık” ideolojisi bulunmaz imkanlar sunuyor. Özellikle “kafirler”e karşı “Müslümanlar” ve “FETÖ”ye karşı “millet” dikotomisi üzerinden soykırıma giden yolun bir önkoşulu daha bilhakkın yerine getirilmiş oluyor.
ERDOĞAN’IN DEHUMANİZASYON KAMPANYASI: 240 NEFRET SÖYLEMİ
Uzmanlara, güçlü ve çoğunlukta olan grubun potansiyel kurbanlarını daha az insani ya da insanlık dışı görmesinin de gerektiğini ifade ediyorlar. Yoz ve yobaz Erdoğan rejiminin en az sıkıntısını çektiği konuyu da zaten bu oluşturuyor. Virüsten kansere, haşerattan kan emici sülüğe, teröristten uluslarararası güçlerin taşeronuna, sahte peygamberden kafire, sapıktan fırak-ı dalle’ye kadar bizzat Erdoğan’ın Hizmet Hareketi’ni hedef alan 240’dan fazla farklı nefret söylemi kullandığını Stockholm Center for Freedom (SCF) geçtiğimiz aylarda yayınladığı bir raporla kayıtlara geçirmişti.
Ayrıca uzmanlar, soykırıma niyetlenmiş faillerin hedefe koyduğu kurbanlara yönelik bir karalama ve dehümanizasyon kampanyası yapması gerektiğinin de altını çiziyorlar. Bu tür kampanyaların genellikle yeni bir ideolojiye ve toplum modeline güven aşılamaya çalışan yeni devletler ya da yeni rejimler tarafından gerçekleştirildiğine dikkat çekiyorlar. Türkiye’yi laik ve demokratik bir sosyal devlet olmaktan çıkararak siyasal İslamcı totaliter bir dikta rejimine dönüştüren Erdoğan’ın gerek Hizmet Hareketi’ni hedef alırken, gerekse Hizmet Hareketi’ni yok etme bahanesiyle toplumun diğer tüm kesimleri üzerinde tahakküm kurarken yaptığı tam olarak bu. SCF’nin listelediği Erdoğan’ın 240’dan fazla ve yandaşlarının ise özellikle medya üzerinden yüzlerce kez tekrarladığı sayıları binlerceyi bulan nefret söyleminin bu konudaki işlevselliği aşikar.
SOYKIRIM İÇİN TERÖR ÖRGÜTLERİ, MİLİSİ, MAFYASI HAZIR
Uzmanlar tüm bu koşulların bile faillerin soykırım yapması için yeterli olmadığını ve bir soykırımın gerçekleşebilmesi için faillerin güçlü merkezi bir otoriteye ve bürokratik bir örgütlenmeye olduğu kadar hastalıklı bireylere ve suçlulara da ihtiyacı olduğunun altını çiziyorlar. Erdoğan ve rejiminin ne merkezi otorite ne de hukuktan, kontrol ve denge mekanizmalarından tamamen azade bürokratik örgütlenme konusunda herhangi bir sıkıntısı olmadığı net görülüyor.
Gece gündüz korku ve dehşet propagandasıyla özellikle yandaşlarının ruh ve akıl sağlığını bozmuş olması bir yana Erdoğan’ın hastalıklı ve kriminal yapılarla olan ilişkilerini sağır sultan bile duymuş durumda. Erdoğan dikta rejimi, hedefe koyduğu Hizmet Hareketi mensuplarına yer açmak için hapishanelerden saldığı onbinlerce sapık, tecavüzcü, katil, psikopat vs bir yana Suriye iç savaşı gerekçesiyle semirttiği radikal İslamcı cihadistlere, Sedat Peker başta olmak üzere çeşitli mafya örgütlerine ve organize suç çetelerine alan açtığını saklama ihtiyacı bile duymuyor.
Hizbullah ve el-Kaide gibi radikal İslamcı terör örgüttlerinin Türkiye’deki uzantılarını yarı açık yarı gizli destekleyen Erdoğan, İBDA-C gibi radikal İslamcı terör örgütlerini de rejiminin kirli işlerine entegre etmiş ve bu konudaki bazı misyonları bu tür örgütlere delege etmiş durumda. Bununla da yetinmemiş SADAT gibi silahlı paramiliter örgütler, Osmanlı Ocakları gibi milis güçleri oluşturmuştur. Kaldı ki, bugün emri altındaki ne polis teşkilatının ne de ordunun belirli bir kısmının bahsi edilen radikal terör yapılarından herhangi bir farkı kalmıştır.
SOYKIRIMIN 8 AŞAMASINDAN 6’SI TAMAMLANDI, 2’Sİ BAŞLADI
Bütün bunların ışığında Soykırım Gözlem Örgütü (Genocide Watch) Başkanı Gregory Stanton’un 1996’da sunduğu “Soykırımın 8 Aşaması” isimli bir raporu kerteriz noktası alarak Erdoğan’ın Hizmet Hareketi’ne yönelik giriştiği sistematik soykırımın hangi aşamada olduğunu kolayca tespit edebiliriz.
1- Sınıflandırma Aşaması: İnsanlar “bizler ve onlar” diye bölünür. TAMAMLANDI.
2- Simgeleme Aşaması: Nefretle birleştiği zaman simgeler dışlanan grubun gönülsüz üyelerine dayatılabilir… “FETÖ” vb. söylemlerle TAMAMLANDI.
3- Dehümanizasyon Aşaması: Bir grubun üyeleri diğer grubun insanlığını inkar eder. Grubun üyeleri hayvanlar, parazitler, böcekler ya da hastalıklarla özdeşleştirilir. TAMAMLANDI.
4- Örgütlenme Aşaması: Soykırım her zaman örgütlüdür… Özel ordu birlikleri ya da milisler bu amaçla eğitilir ve silahlandırılır… TAMAMLANDI.
5- Kutuplaşma Aşaması: Nefret grupları kutuplaştırıcı propaganda yapar. TAMAMLANDI.
6- Hazırlık Aşaması: Kurbanlar etnik ya da dinsel kimlikleri nedeniyle belirlenip ortaya çıkarılırlar. ByLock indirenler, sendika üyelikleri, gazete ve dergi abonelikleri, Bank Asya hesapları, özel okullara kayıt bilgileri, Digitürk aboneliklerini iptal listeleri, MİT fişlemleri vs ile uzmanlara göre “soykırım acil durumu ilan edilmesi gereken” aşamayı oluşturan listemeler ve işaretlemeler hazır. Yani TAMAMLANDI.
7- İmha Aşaması: Kurbanlarını artık insan olarak görmedikleri için soykırımcılar katliamlarını imha olarak görürler. MÜNFERİD OLARAK BAŞLADI.  
8- İnkar Aşaması: Soykırımcı failler, herhangi bir suç işlediklerini inkar ederler. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve bazı diğer yetkililerin yaygın ve sistematik işkencelerin varlığını bugünden inkar etmeye başlamaları gibi tamamlayacakları soykırımı da inkar edeceklerinden kimse şüphe duymamaktadır. Erdoğan ve bakanlarının OHAL’de hiçkimsenin zarar görmediği, içeride gazeteci olmadığı, demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler konusunda Türkiye’nin yıldız olduğuna dair deli saçması söylemleri de bu amaca matuftur. Yani BAŞLADI.
AŞİKAR SOYKIRIMI ENGELLEMEYENLER SUÇ ORTAĞI OLACAKLAR
Bu 8 aşamayı “öngörülebilen” ve “engellenemez olmayan” şeklinde niteleyen Gregory Stanton gibi konu üzerine çalışan akademisyenler soykırımdan önce, soykırım sırasında ve soykırımın ardından ortaya çıkan durum ve hareketlerin önceden fark edilebileceğini ve soykırım yapılmadan soykırımı durdurmak için harekete geçilebileceğini söylüyorlar.
Despot Erdoğan’ın Hizmet Hareketi’ne yönelik giriştiği sistematik soykırım, müthiş bir karartma ve sansür ortamına rağmen bütün görünürlükleri, göstergeleri ve somut kanıtlarıyla ne olarak belirmiş durumda. Mutlak bir soykırıma varacak vahim sonuçları bugünden öngörülebildiği halde bu süreç çok geç olmadan engellen(e)miyorsa böyle bir şeyi engelleme konumunda ve sorumluluğunda olan ulusal ve uluslararası tüm aktörler yaşanmakta olan bu soykırımın suç ortakları olarak tarihe geçeceklerinden şimdiden emin olabilirler.