[Haber-Analiz: Erman Yalaz]
Yarım asırlık Avrupa Birliği üyelik sürecinin belki de en kritik kararlarından birini Avrupa Parlamentosu üç gün önce aldı. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesi ve öncesindeki antidemokratik uygulamaların toplamı diyebileceğimiz uygulamalar nedeniyle Avrupa değerleri ve vizyonundan tamamen koptu. Bu cinnet halinin baş aktörü Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan Tayyip Erdoğan. Avrupalı siyasiler bu durumun çok net farkında. Ancak her nedense liderler, -mülteci akını bahanesi ile- Erdoğan ile iyi geçinmeyi seçmiş gözüküyorlardı/gözüküyorlar. AB kanadının aksine, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi ile bağlı kuruluşları daha cesur. Bu hafta iki Avrupalı kadın siyasetçi Erdoğan’ın dengesini bozacak hamleler yaptı: Kati Piri ve Rebecca Harms. Kuşkusuz bunun sonuçları Erdoğan ile sınırlı kalmayacak, Avrupalı siyasileri de etkileyecek.
TÜRKİYE’NİN İYİLEŞMESİNİ BEKLEMEK
Önce Kati Piri’den başlayalım. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raportörü Piri, genç bir siyasetçi. 10 yıldır parlamentonun içinde aktif. Üç yıldır parlamenter. Piri özetle diyor ki; “50 bin kişi hapishanelerde, 250.000 kişi işinden oldu, 150 gazeteci hapiste, milletvekilleri hapiste, gazeteler, dernekler, okullar kapandı, Türkiye temel insan hakları ve özgürlüklere saygı duymuyor. Türkiye taahhüt ettiği Kopenhag kriterlerine uymadığı için müzakerelerin durdurulması çağrısında bulunuyoruz. Tekrar açılması için Türkiye’nin iyileşmesini bekleyeceğiz.”
Avrupa Birliği üyesi olmak için 2004’te başlatılan üyelik sürecinden 13 yıl sonra gelinen ‘Ortadoğu ülkesi’ pozisyonu en çok samimi Avrupalıları ve bunu temsil eden siyasileri rahatsız ediyor. Piri bir başka röportajında, “Türk halkı Avrupa Birliği üyeliğine adaydır. Ancak mevcut hükümetin davranışları, uygulamalarını, antidemokratik uygulama, demokrasi ve hukuk devletini ortadan kaldırmasını anlamıyoruz” diyor.
KOPENHAG KRİTERLERİNE DÖNÜŞ
Avrupa Parlamentosu’nun müzakereleri askıya almayı öngören ve kabul edilen raporunda Piri’nin vurgu yaptığı ana konulardan biri Kopenhag Siyasi Kriterleri. 25 yıl önce Avrupa Birliği’nin yol haritasını çizen bu değerler bütünün ana aksı; istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin varlığı, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğüdür. Bu iki değerin olmazsa olmazı ise insan hakları ve özgürlükler, azınlık haklarının korunmasıdır.
Türkiye’de özgürlük yok, insan hakları askıya alındı. Kati Piri bu acı ancak gerçek yoksunlukları hatırlattığı ve radikal tekliflerle Avrupa’yı ve Erdoğan’ı sarstığı için ‘terörist’ diye yaftalanıyor. Oysa aynı kişi, Türkiye ile diyalog devam etmeli, demokratik reformlara geri dönülmeli, diyor.
Çok partili demokrasi ile yönetildiğini iddia eden bir ülkede, yargı-yürütme-yasama erklerinin tek kişinin kontrolünde, üstelik hileli bir referandumla değiştirilmiş yeni bir rejimin anayasa değişikliğini uygulamaya almasını AB ve AP hazmetmeyecek. Türkiye’nin hukuk ve demokrasiden uzaklaşmasa halinde, ‘yaşayan ya da sürdürülebilir bir demokrasi’nin olmayacağına işaret ediyor AP ve Piri. Gidişat tersine çevrilmezse, Türkiye’nin Avrupa değerler bütününden dönüşü olmaksızın kopacağını görüyor. Seçimi yapacak olanın Türkiye’deki vatandaşlardan ziyade, Erdoğan. AP oylaması yapıldığı gün Deutsche Welle’deki röportajında Kati Piri o yüzden buna dikkat çekiyor. Piri, Erdoğan’ın AB değerleri ve Kopenhag Kriterlerine aykırı anayasa değişikliğini yürürlüğe almadan önce seçim yapmak zorunda olduğunu, ya demokratik reformlara devam edeceğini ya da sonuçlarına katlanacağı bir süreci başlatacağını söylüyor.
OTORİTER TÜRKİYE’DEN NAZİ ALMANYASINA
Diğer isim Avrupa Parlamentosu Yeşiller Eş Başkanı Rebecca Harms. ‘Türkiye’nin otoriterleştiğinin ilk simgesi 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının kapatılması’ demişti. Tek adamın isteğine göre devleti dizayn ediyorsunuz, uyarılarını daha Türkiye içindeki muhalefetin bile dillendiremediği günlerde söyleyenlerden biriydi. Hatırlanacaktır, Erdoğan kılıç-kalkan Türk demokrasinin halline kalkışmaya başladığı o ilk dönemde Harms seslendi herkese, “Avrupa, insan haklarını garanti altına almamış bir ülkenin güvenilir bir iş ortağı olamayacağını anlamalı” demişti. Hem Türkiye’ye hem Avrupa’ya yapılmıştı bu uyarı. Ülkeyi Rusya’ya dönüştüreceği endişesini dile getirmişti.
KOLEKTİF SUÇ, KOLEKTİF ZULÜM…
Önceki akşam AP’nin kürsüsünde yine hakkaniyetle yükseldi sesi. Avrupa’daki sessizliği de bozdu bu çıkışı ile. Selahattin Demirtaş tutuklandığında herkesin muhalefet yapmanın; gazeteciler tutuklandığında gazeteciliğin suç olmadığını haykırdığını hatırlattı: “Ve bugün nihayet Gülen Hareketi’ne yakın bir okul veya üniversitede çalışmanın suç olmadığını haykırmamız gerekiyor.Ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun artık Gülen Hareketi’ne yakın insanlara yönelik kolektif suç, kolektif zulüm ve takibat fikrini mutlak bir şekilde reddetmesi gerektiğini düşünüyorum.” dedi. Harms’ın bitiş cümleleri gazeteci, öğretmen, hakim savcı, sivil toplum temsilcisi yüz binlere yapılan kıyım açısından da sembolikti. ‘Benim ülkem bu kötü tecrübeyi Avrupa’ya yaşattı’ diyerek Nazi Almanyası’ndaki zulümlere dikkat çekti.
ERDOĞAN NEYİ CİDDİYE ALIYOR!
Erdoğan, Türk gazetecilere G-20 zirvesi kapsamında verdiği röportajlarında AP kararını değerlendirmesi minvalinde konuyu ciddiye almış olacağını belirtip bu soruya cevap vermemiş.
Alman bir gazeteciye ise neyi ciddiye aldığını anlatmış bir kaç gün önce. Erdoğan, Alman Die Zeit gazetesi Yayın Yönetmeni Giovanni di Lorenzo’ya şunu soruyor: “Birçok Alman gazete mesela “Erdoğan diktatör” diye yazdılar. Peki, soruyorum: Bu medya kuruluşu diktatörü nasıl tanımlıyor?” Soru Erdoğan’ın neyi ciddiye aldığını anlatıyor sanırım. Leronzo’nun cevabı ise şöyle olmuş. “Alman kamuoyunun sizi neden diktatörü olarak gördüğünü mü soruyorsunuz? Çünkü dünyanın başka hiçbir ülkesinde Türkiye’de olduğu kadar çok gazeteci parmaklıklar arkasında değil. Türkiye’de bu sayı 150. Çünkü Deniz Yücel ve Meşale Tolu gibi Alman gazeteciler hala hapiste ve kimse neden hapiste olduklarını bilmiyor. Ve Yücel hücre hapsinde tutuluyor. Çünkü on binlerce kişi geçen yaz yaşanan darbe girişimi şüphelisi olarak işlerini kaybetti. Çünkü sizin istihbaratınız Alman parlamenterle ilgili casusluk yaptı. Bunlar sizin böyle bir ününüzün olmasının nedenlerinden sadece birkaçı.”
Avrupalı gazetecinin gördüğünü göremeyen bir dünya lideri. Lorenzo’nun dediği gibi bunlar kötü gidişatın örneklerinden sadece bir kaçı. Evet üzerinden yaklaşık 1 yıl geçti 15 Temmuz darbe girişiminin. Ancak darbe ile hesaplaşma adıyla Erdoğan ve ekibinin eliyle tam bir zulüm ve kıyım dönemi olarak tarihe geçti. Bir topluluğun, Türkiye’deki özgürlüklerin, hukukun, demokratik cumhuriyetin yerle bir oluşunu izliyor herkes. Vicdanlı ve onurlu duruşu olan, demokrasiyi, hukuku, insan haklarını içselleştirmiş kişiler değerlerini haykırıyor. Herkesin yüzüne. Suskun Avrupa’nın, korkak Türkiye’nin… Yanıbaşındaki yangını, insan hakları ihlallerini, ölümleri, zulmü, adaletsizliği duymayanların yüzüne…
(TR724)
Alman Parlamenterden soykırım tepkisi: Gülen Hareketi’ne yakın olmanın suç olmadığını haykıralım