[Kemal Ay]
30 Kasım 2016 tarihli “Siyaset biteli çok oldu, peki neyi konuşuyoruz?” başlıklı yazıda, Erdoğan’ın siyaset imkânını yok etmesi karşısında nasıl muhalefet edilebileceğini sormuş ve şöyle cevaplamıştım:
“Kelimelerin hakkı verilerek bir Cumhuriyetçi Hareket Partisi kurulabilirse, neden olmasın? Erdoğan’ın Türkiye’deki değerlerin tümüne sahip çıkma arzusunun karşısına, Türkiye’deki değerlerin tümünü sorgulayan ve yalpalamadan, zikzak çizmeden, laf olsun diye konuşmadan, sokağa inerek bir siyasî hareket üretilebilirse, evet, böyle bir muhalefet imkânı da doğar…”
Açıkçası CHP’nin 16 Nisan referandumundan sonra ‘Meclis’te mücadele edeceğiz’ tavrından sonra ümidimi hepten yitirmiştim. Zira benzer bir ‘çekinikliği’ 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce de yapmış, adeta sandığı eliyle AKP’ye hediye etmişti. Nitekim Nisan’da da CHP’nin yardımıyla ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’.
Elbette, CHP’nin muhalefet olmadaki beceriksizliklerini sıralarken ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’ kararını hatırlamamak olmaz. HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasının önünü açtı bu karar. Ve nihayet meselenin ucu geldi CHP milletvekili Enis Berberoğlu’na dokundu.
CHP’NİN 2002’DEN BU YANA EN DOĞRU PROJESİ
Çok hızlı bir şekilde, tutukluluk kararından hemen sonra ‘Adalet Yürüyüşü’ başlatılması, bu konuya bir süredir hazırlıklı olunduğunu gösteriyor. Partide daha önce ‘Cumhuriyet Mitingleri’ düzenlemiş, Tuncay Özkan gibi isimler var. Aynı Özkan’ın bu dönemde neden pasif muhalifliği (demeçler verme, ekranlarda bağırıp çağırma, sosyal medyada ‘takılma’) tercih ettiğini bilemiyorum.
Adalet Yürüyüşü, uzun zamandır ‘beklenen’ bir şeymiş ki, CHP içinden parti yönetimini eleştiren isimler bile hiç hız kaybetmeden yürüyüşte yerini aldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kalabalığın içinde olmasının sadece sembolik değil, pratik bir anlamı da var. Kılıçdaroğlu’nu bu kalabalığın içinden çekseniz, polis müdahaleleriyle yol ‘dar’ edilebilirdi.
Gerçi bu yönde çalışmalar da olmadı değil. Bazı dinlenme tesisleri, yürüyenler yaklaştığında suyu kesti. Düzce’de ekibin konakladığı yere gübre bırakıldı. AKP destekçileri Kılıçdaroğlu’nun ve arkadaşlarının geçtiği yollarda ‘karşı gösteri’ düzenlemeye kalktı ama genelde hakarete vardı bu girişimler. Şimdilik AKP cenahından ‘resmi’ bir ‘engelleme girişimi’ yok.
ERDOĞAN’IN KIZGINLIĞINDAN BELLİ
Ancak Erdoğan meseleye kızmış. Bu yolun ‘yol’ olmadığını düşünüyor. Pensilvanya ve Kandil rotaları çizdi hemen. Son yıllarda siyaset dilinin en sefil seviyesi bu: “Bakın sizi kimler destekliyor…” Bu durumda en büyük Erdoğan destekçilerinin Sedat Peker, Doğu Perinçek filan olduğunu hatırlatma gereği duyuyor insan. Erdoğan’ı asıl kızdıran muhtemelen gündemin elinden kayıyor olduğu hissi. Adalet Yürüyüşü gibi ‘hareket’ ihtiva eden eylemler, Erdoğan’ın kontrol edebileceği şeyler değil. Muhtemelen şimdilerde kurmay ekibiyle sık sık bir araya geliyor ve “Buna ne yaparız?” diye soruyor. Kim bilir belki çözümünü bulmuştur da, kalabalığın İstanbul’a gelmesini bekliyordur. (Bir de, Ahmet Takan’ın yazdığı doğruysa, Erdoğan yürüyüş yapan önemli simaların telefonlarını dinletiyormuş.)
MALTEPE’DE BİTMESİN…
Peki, nereye varacak Adalet Yürüyüşü? Gerçekten bir umut olabilir mi? Şimdilik mesele ‘keyifli’ gidiyor. Kılıçdaroğlu’nun ve etrafındakilerin neşeli fotoğraflarını görüyoruz. Gübre gibi tatsızlıklar dışında, yürüyüş olumlu bir imaja sahip görünüyor. HDP’liler, Selahattin Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne’ye kadar uzamasını talep ediyor yürüyüşün. Ancak Kılıçdaroğlu kararlı, Enis Berberoğlu’nun Maltepe Cezaevi’ndeki ikâmetgâhına kadar gidecekler ve yürüyüş bitecek.
Adalet talebi sadece Enis Berberoğlu’nu kapsamıyor, denmişti başlangıçta. Evet, CHP’li milletvekillerinin bir kısmı gerçekten de ‘herkes için adalet’ mottosuyla çalışıyor. Tebrik ve alkışı hak ediyorlar. Bir kısmı ama tereddütlü. Bilhassa ulusalcı zihniyete yakın olanlar, “Adalet yürüyüşlerinden acaba Cemaat de faydalanır mı?” korkusundalar. Erdoğan’ın Cemaat’e zulmetmesini, hukuk dışına çıkarak, işkenceciler eliyle Cemaat’i ‘yok etmesini’ keyifle seyrediyorlar.
Bazıları, Ergenekon ve Balyoz davalarında ‘canı yanmış’ isimler. Bazıları, Cemaat’in yeniden toplumsal etkiye ulaşmasını istemiyor. Bu devran dönse de, Cemaat’in bir şekilde aynı baskı ve taarruz altında kalmasını istiyor. Bu sebeple de Kılıçdaroğlu’nun ‘kontrollü darbe’ söylemlerinin arasına, “Bu bir F..Ö kalkışmasıdır ama Erdoğan biliyordu ve engellemedi” gibi bir altmetin sıkıştırıyorlar. Yani hem 15 Temmuz’un (F..Ö’nün) hem de Erdoğan’ın hesabını dürebileceklerini zannediyorlar.
BBC TÜRKÇE DE YAZMASA…
Ortada çok uzun zamandır, sistemli bir adaletsizlik var. BBC Türkçe yazmasa Türkiye’nin gündeminde bile olmayacak kaçırılma, işkence edilme vakaları var. İnsanlar kimliği belirsiz kimselerce kaçırılıp hücrelerde tutuluyor, kim bilir ne için, itirafnamelere zorla imza attırılıyor. Bu insanların herhangi bir ‘hakkı’ gözetme imkânı dâhi yok. Aileleri çabalıyor ancak çoğu zaman sonuç alınamıyor. Sosyal medyada seslerini duyurmaya çalışan insanları görüyorsunuzdur.
Sadece bunlar mı? Her hafta onlarca insan Cemaat bahanesiyle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Hapishanelerde doluluk oranları çok yüksek. 8-10 kişilik koğuşlarda 30 kişi kalanlar var. Tuvalet, banyo imkânlarının nasıl kullanılabileceğini siz hesap edin. Yazın bu sıcaklığında havasızlığın nasıl bir illete dönüşebileceğini düşünün. Allah muhafaza buyursun, bu ortamlarda yarın bir gün hastalıklar, ölümler baş gösterirse birinci suçlu sosyal medyada tahliyelere çemkiren densizlerdir.
MERHAMET DEĞİL ADALET
Yapılabilecekler çok basit: Merhamet değil adalet bekleniyor. Bomboş iddianamelerle insanlara eziyet etmek için hapiste tutmak yerine, bari en azından tutuksuz yargılama yolunu seçebilir yargı. Yaşı 60’ın üzerinde olanları, çocuklu kadınları bile tahliye etseler koğuşlarda ciddi yer açılacak. Sadece eziyet olsun diye duruşmaları ötelemekten vazgeçmek de bir adım olabilir. Çok geç olmadan, insanların yaşatılması için çalışılabilir. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın ölmemesi için uğraşılabilir…
Eğer CHP, içindeki ‘hesapçıları’ dinleyip de Adalet Yürüyüşü’nü Kürtlere, Cemaat’e ya da başka sevmediği gruplara kapatırsa, Maltepe’den Enis Berberoğlu’nu paketleyip evine götürebilir. Muhtemelen Erdoğan da bunun pazarlığını yapmayı bekliyordur. Ancak eğer CHP, Türkiye’nin geleceğinde aktif bir rol alacaksa, Adalet Yürüyüşü’nden doğan enerjiyi doğru kullanmak zorunda. Merhamet değil adalet. Kimse kimseden bir lütuf beklemiyor, sadece insan olmanın gereği yapılsın isteniyor… Kimseyi sevmek, desteklemek zorunda değilsiniz. Sadece hakkı iade etmekle mükellefsiniz.
(TR724)
“Kelimelerin hakkı verilerek bir Cumhuriyetçi Hareket Partisi kurulabilirse, neden olmasın? Erdoğan’ın Türkiye’deki değerlerin tümüne sahip çıkma arzusunun karşısına, Türkiye’deki değerlerin tümünü sorgulayan ve yalpalamadan, zikzak çizmeden, laf olsun diye konuşmadan, sokağa inerek bir siyasî hareket üretilebilirse, evet, böyle bir muhalefet imkânı da doğar…”
Açıkçası CHP’nin 16 Nisan referandumundan sonra ‘Meclis’te mücadele edeceğiz’ tavrından sonra ümidimi hepten yitirmiştim. Zira benzer bir ‘çekinikliği’ 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce de yapmış, adeta sandığı eliyle AKP’ye hediye etmişti. Nitekim Nisan’da da CHP’nin yardımıyla ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’.
Elbette, CHP’nin muhalefet olmadaki beceriksizliklerini sıralarken ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’ kararını hatırlamamak olmaz. HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasının önünü açtı bu karar. Ve nihayet meselenin ucu geldi CHP milletvekili Enis Berberoğlu’na dokundu.
CHP’NİN 2002’DEN BU YANA EN DOĞRU PROJESİ
Çok hızlı bir şekilde, tutukluluk kararından hemen sonra ‘Adalet Yürüyüşü’ başlatılması, bu konuya bir süredir hazırlıklı olunduğunu gösteriyor. Partide daha önce ‘Cumhuriyet Mitingleri’ düzenlemiş, Tuncay Özkan gibi isimler var. Aynı Özkan’ın bu dönemde neden pasif muhalifliği (demeçler verme, ekranlarda bağırıp çağırma, sosyal medyada ‘takılma’) tercih ettiğini bilemiyorum.
Adalet Yürüyüşü, uzun zamandır ‘beklenen’ bir şeymiş ki, CHP içinden parti yönetimini eleştiren isimler bile hiç hız kaybetmeden yürüyüşte yerini aldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kalabalığın içinde olmasının sadece sembolik değil, pratik bir anlamı da var. Kılıçdaroğlu’nu bu kalabalığın içinden çekseniz, polis müdahaleleriyle yol ‘dar’ edilebilirdi.
Gerçi bu yönde çalışmalar da olmadı değil. Bazı dinlenme tesisleri, yürüyenler yaklaştığında suyu kesti. Düzce’de ekibin konakladığı yere gübre bırakıldı. AKP destekçileri Kılıçdaroğlu’nun ve arkadaşlarının geçtiği yollarda ‘karşı gösteri’ düzenlemeye kalktı ama genelde hakarete vardı bu girişimler. Şimdilik AKP cenahından ‘resmi’ bir ‘engelleme girişimi’ yok.
ERDOĞAN’IN KIZGINLIĞINDAN BELLİ
Ancak Erdoğan meseleye kızmış. Bu yolun ‘yol’ olmadığını düşünüyor. Pensilvanya ve Kandil rotaları çizdi hemen. Son yıllarda siyaset dilinin en sefil seviyesi bu: “Bakın sizi kimler destekliyor…” Bu durumda en büyük Erdoğan destekçilerinin Sedat Peker, Doğu Perinçek filan olduğunu hatırlatma gereği duyuyor insan. Erdoğan’ı asıl kızdıran muhtemelen gündemin elinden kayıyor olduğu hissi. Adalet Yürüyüşü gibi ‘hareket’ ihtiva eden eylemler, Erdoğan’ın kontrol edebileceği şeyler değil. Muhtemelen şimdilerde kurmay ekibiyle sık sık bir araya geliyor ve “Buna ne yaparız?” diye soruyor. Kim bilir belki çözümünü bulmuştur da, kalabalığın İstanbul’a gelmesini bekliyordur. (Bir de, Ahmet Takan’ın yazdığı doğruysa, Erdoğan yürüyüş yapan önemli simaların telefonlarını dinletiyormuş.)
MALTEPE’DE BİTMESİN…
Adalet talebi sadece Enis Berberoğlu’nu kapsamıyor, denmişti başlangıçta. Evet, CHP’li milletvekillerinin bir kısmı gerçekten de ‘herkes için adalet’ mottosuyla çalışıyor. Tebrik ve alkışı hak ediyorlar. Bir kısmı ama tereddütlü. Bilhassa ulusalcı zihniyete yakın olanlar, “Adalet yürüyüşlerinden acaba Cemaat de faydalanır mı?” korkusundalar. Erdoğan’ın Cemaat’e zulmetmesini, hukuk dışına çıkarak, işkenceciler eliyle Cemaat’i ‘yok etmesini’ keyifle seyrediyorlar.
Bazıları, Ergenekon ve Balyoz davalarında ‘canı yanmış’ isimler. Bazıları, Cemaat’in yeniden toplumsal etkiye ulaşmasını istemiyor. Bu devran dönse de, Cemaat’in bir şekilde aynı baskı ve taarruz altında kalmasını istiyor. Bu sebeple de Kılıçdaroğlu’nun ‘kontrollü darbe’ söylemlerinin arasına, “Bu bir F..Ö kalkışmasıdır ama Erdoğan biliyordu ve engellemedi” gibi bir altmetin sıkıştırıyorlar. Yani hem 15 Temmuz’un (F..Ö’nün) hem de Erdoğan’ın hesabını dürebileceklerini zannediyorlar.
BBC TÜRKÇE DE YAZMASA…
Ortada çok uzun zamandır, sistemli bir adaletsizlik var. BBC Türkçe yazmasa Türkiye’nin gündeminde bile olmayacak kaçırılma, işkence edilme vakaları var. İnsanlar kimliği belirsiz kimselerce kaçırılıp hücrelerde tutuluyor, kim bilir ne için, itirafnamelere zorla imza attırılıyor. Bu insanların herhangi bir ‘hakkı’ gözetme imkânı dâhi yok. Aileleri çabalıyor ancak çoğu zaman sonuç alınamıyor. Sosyal medyada seslerini duyurmaya çalışan insanları görüyorsunuzdur.
Sadece bunlar mı? Her hafta onlarca insan Cemaat bahanesiyle gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Hapishanelerde doluluk oranları çok yüksek. 8-10 kişilik koğuşlarda 30 kişi kalanlar var. Tuvalet, banyo imkânlarının nasıl kullanılabileceğini siz hesap edin. Yazın bu sıcaklığında havasızlığın nasıl bir illete dönüşebileceğini düşünün. Allah muhafaza buyursun, bu ortamlarda yarın bir gün hastalıklar, ölümler baş gösterirse birinci suçlu sosyal medyada tahliyelere çemkiren densizlerdir.
MERHAMET DEĞİL ADALET
Yapılabilecekler çok basit: Merhamet değil adalet bekleniyor. Bomboş iddianamelerle insanlara eziyet etmek için hapiste tutmak yerine, bari en azından tutuksuz yargılama yolunu seçebilir yargı. Yaşı 60’ın üzerinde olanları, çocuklu kadınları bile tahliye etseler koğuşlarda ciddi yer açılacak. Sadece eziyet olsun diye duruşmaları ötelemekten vazgeçmek de bir adım olabilir. Çok geç olmadan, insanların yaşatılması için çalışılabilir. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın ölmemesi için uğraşılabilir…
Eğer CHP, içindeki ‘hesapçıları’ dinleyip de Adalet Yürüyüşü’nü Kürtlere, Cemaat’e ya da başka sevmediği gruplara kapatırsa, Maltepe’den Enis Berberoğlu’nu paketleyip evine götürebilir. Muhtemelen Erdoğan da bunun pazarlığını yapmayı bekliyordur. Ancak eğer CHP, Türkiye’nin geleceğinde aktif bir rol alacaksa, Adalet Yürüyüşü’nden doğan enerjiyi doğru kullanmak zorunda. Merhamet değil adalet. Kimse kimseden bir lütuf beklemiyor, sadece insan olmanın gereği yapılsın isteniyor… Kimseyi sevmek, desteklemek zorunda değilsiniz. Sadece hakkı iade etmekle mükellefsiniz.
(TR724)