[Ekrem Dumanlı]
Şu an Türkiye’de büyük bir zulüm var. Bu acı gerçeğin bir yansıması da ülke dışına çıkışlar. Geçmişte yaşanan hatalardan ders çıkarılmazsa, karşımıza kendi kendini izole etmiş, gettolaşmış, içe kapandıkça öfkesine yenik düşmüş bir kitle çıkabilir. Oysa zulmün sebep olduğu bu mecburi sürgün hem gidilen ülkeye, hem Türkiye’ye, hem yeryüzü barışına büyük bir katkı sağlayabilir…
İLKLER ARAFTA KALDI DAHA ÇOK
Türk insanı için ilk defa yaşanmıyor diaspora. Çeşitli vesilelerle Türkiye dışına çıkmak zorunda kaldı insanımız. Modern zamanların en geniş çaplı gurbet hikâyelerinden birini ‘Alamancılar’ denilen gurbetçiler yaşadı. Dil bilmeyen, yol bilmeyen, usul bilmeyen insanımızın yaşadığı kültür şoku, Avrupa’nın göbeğinde ‘küçük Türkiye’lerin doğmasına neden oldu. Kendi gettolarını kurmak zorunda kalan ve ancak birbirine dayanarak ayakta kalan işçi yurttaşlarımız, kendilerini hep misafir olarak gördü gittiği ülkede. Ne dönebildiler Türkiye’ye; ne de gurbeti vatan yapabildiler. Özellikle ilk kuşaklar. Onların yaşadığı şok ikinci kuşaklarla uçurumların doğmasına da neden oldu. Çoğu itibariyle arafta kalan vatandaşımız artık ne Avrupalı idi ne Türkiyeli…
Her dönemde dalga dalga göçler yaşandı Türkiye’den. Minik minik adalar oluştu Avrupa’nın göbeğinde. Özellikle darbe dönemlerinde. Devletin vahşi uygulamaları (hapse atmalar, işkenceler, vatandaşlıktan çıkarmalar vs.) diasporanın rengini değiştirdi. 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan ve 28 Şubat döneminde yörüngesi değişen mağdur profili, Türkiye’de devletin nasıl hoyratça kullanıldığını da ortaya koyuyordu.
YENİ GÖÇ DALGASI FARKLI OLABİLİR
Şimdi yeni bir göç dalgası var; üstelik bu seferki sadece Avrupa ile sınırlı değil. Başta Cemaat mensubu olmakla suçlanan insanlar olmak üzere, hemen her kesimden vatandaş yurt dışına çıkmak zorunda kalıyor. Avrupa, Amerika başta, pek çok alana yayılan yeni bir mazlumiyet haritası ile karşı karşıyayız. İşte tam bu noktada bir ‘dışarıdaki Türkiye’ fotoğrafı çekmek gerekiyor ki doğrular çoğaltılabilsin, yanlışlar azaltılabilsin…
Yurt dışına daha önce topluluklar halinde göç etmek zorunda kalan kişilerin küskünlüğü, kızgınlığı göz ardı edilemeyecek kadar keskin bir gerçek. Öz vatana duyulan hasret bazı dönemlerde öfkeye dönerken bazen de (özellikle ideolojik kıyımlardan dolayı) nefrete kaymış. Bu psikoloji bir yandan daha içe kapanık gettoların doğmasına, vatandaşlar arasındaki kutuplaşmanın artmasına da neden oldu. Bu durum, insanların sığınmak zorunda kaldıkları ülke ile iletişim kopukluğunu had safhaya çıkardı. Avrupa’daki entegrasyon yakınmaları boşuna değil; çünkü çok büyük bir kütle, kendini koruma adına bulunduğu ülkenin kültürü ve hukukuna karşı bütün kapıları kapatıyordu…
Şimdi Hizmet Hareketi üzerinden yürütülen baskılar yeni bir manzara çıkardı karşımıza. Göç kabul eden ülkeler, ilk defa bu kadar eğitimli bir kadro ile karşı karşıya geldi. Gelenlerin büyük çoğunluğu, üniversite mezunu. İçlerinde profesörler, üst düzey bürokratlar, öğretmenler, gazeteciler, işadamları vs. bulunmakta.
TÜRKİYE İÇİN ASLINDA AVANTAJ
Bu kadar eğitimli insanın dünyanın dört bir yanına dağılması, Türkiye için kısa vadede ciddi bir beyin göçü ve doldurulması çok güç bir boşluk olsa da, uzun vadede Türkiye için büyük bir avantaj olabilir. Batı ülkeleri için ise daha önce hiç rastlamadıkları fırsat; çünkü zoraki göçle kendilerine sığınan kişiler Türkiye’nin en eğitimli, Bati kültürüne en aşina kitlesi; üstelik demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerlere de öteden beri çok açık.
Büyük bir risk var: Yeni göç dalgasının daha öncekilerin düştüğü yanlışa düşmesi. Dayanışma gibi safi bir niyetle başlayan içe kapanık iletişime dayalı hayat tarzı zaman içinde kendi kendine izolasyona evrimle potansiyeli taşıyor. Oysa yeni bir gettolaşmaya da diaspora refleksine de ihtiyaç yok.
Diaspora, umutsuzluk ve öfke merkezine doğru sürüklenmenin ilk adımı ve küskünlüğün zoraki keşfettiği yeni bir kimlik haline gelirse ortaya çıkacak kültürel uyumsuzluk ortaya müspet bir sentez ortaya koyamaz. Kendi elleriyle kendi hapishanesini inşa eden ve orada mutlu kalacağını tasavvur eden kitlesel sürgün psikolojisi, yeni bir şey üretemediği gibi, zaman içinde kendi kendini yer bitirir.
Gerçek şu ki tarihimizde bu kadar geniş çaplı bir sürgün yaşanmadı. Bu sürgün bir bakıma beyin göçüdür. Bu süreç iyi yönetilemezse beyin göçü önce beyin felcine; sonra da beyin ölümüne neden olur.
PEKİ, NE YAPMAK LAZIM?
Öncelikle göçe zorlanan bu eğitimli kitleler, yaşadıkları travmanın etkisinden olabildiğince çabuk sıyrılmalı, mevcut acıların üzerine basa basa kendine yeni bir yol aramalı. Bu, Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukları unutma ve oradaki zulmü kanıksama anlamına gelmez. Tam aksine Türkiye’deki mağduriyetlerin giderilmesine katkı sağlamak ancak bu yolla mümkün…
Ayrıca, en kısa sürede dil sorununu aşmak şart. Mesela Almanca, Flamanca, İsveççe gibi dilleri, nerede yaşıyorsa oranın lisanına hemen başlamalı ki uyum sorunu bir an önce giderilebilsin. Yaş kaç olursa olsun, dil öğrenmekten başlanmalı. Zaten ilk gelen kuşak o dilleri öğrenmezse ilerde çocuklarının dil konusunda elde edecekleri aşama nedeniyle kendi evlatlarıyla bile bir uçurum yaşanacaktır.
Kanaat-i âcizanem: Türklerin toplu halde yasadığı semtlerden olabildiğince uzak durmalı, bulundukları ülkenin insanını daha yakından tanıyacakları yerleşim merkezlerine yönelmeli. Unutmamak gerekiyor ki her ülkeden öğreneceğimiz çok güzel şeyler var. Kendi benliğimiz ve kimliğimizi unutmadan ülkelerin tecrübelerini (özellikle düşünce özgürlüğü, başkasının haklarına saygı kültürü gibi) anlama gayreti içine girmek gerekir ki onlar da sizi anlayabilsin…
Açıkçası, özellikle Hizmet hareketi gibi evrensel değerlere açık kitlelerin gurbet hissi ile ve dayanışma arzusuyla, beraber yaşadıkları toplumdan kopuk olmaları ve yeni bir izole kitle inşa etmeleri çok büyük bir hata olur. Buna sebep olanlar tarihi bir hata yapmış olur. En kötü seçenek, kendi içine kapanmak ve görünmez duvarların içinde kaybolmaktır.
Kader rüzgârları Türkiye’nin en yetişmiş kadrolarını dünyanın dört bir yanına savurdu. Buna sebep olan zalimler ne bu dünyada iflah olur; ne öbür tarafta. Bu zalimlerin kaderi.
Bir de meselenin mazlumlara bakan yani var. Şu gerçeği görmek zorundayız: Kendi kendini izole etmeyen, bulunduğu ülkenin kültürü ve hukukuna uyum gösteren, kendi kimliğini yitirmeksizin toplumun tamamı ile irtibat kurma cesareti gösteren kişiler hem kendilerine, hem evlatlarına hem de ülkelerine hayırlı katkılarda bulunacak. Aksi takdirde diasporadan çıkış yok.
(tr724)
İLKLER ARAFTA KALDI DAHA ÇOK
Her dönemde dalga dalga göçler yaşandı Türkiye’den. Minik minik adalar oluştu Avrupa’nın göbeğinde. Özellikle darbe dönemlerinde. Devletin vahşi uygulamaları (hapse atmalar, işkenceler, vatandaşlıktan çıkarmalar vs.) diasporanın rengini değiştirdi. 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan ve 28 Şubat döneminde yörüngesi değişen mağdur profili, Türkiye’de devletin nasıl hoyratça kullanıldığını da ortaya koyuyordu.
YENİ GÖÇ DALGASI FARKLI OLABİLİR
Şimdi yeni bir göç dalgası var; üstelik bu seferki sadece Avrupa ile sınırlı değil. Başta Cemaat mensubu olmakla suçlanan insanlar olmak üzere, hemen her kesimden vatandaş yurt dışına çıkmak zorunda kalıyor. Avrupa, Amerika başta, pek çok alana yayılan yeni bir mazlumiyet haritası ile karşı karşıyayız. İşte tam bu noktada bir ‘dışarıdaki Türkiye’ fotoğrafı çekmek gerekiyor ki doğrular çoğaltılabilsin, yanlışlar azaltılabilsin…
Yurt dışına daha önce topluluklar halinde göç etmek zorunda kalan kişilerin küskünlüğü, kızgınlığı göz ardı edilemeyecek kadar keskin bir gerçek. Öz vatana duyulan hasret bazı dönemlerde öfkeye dönerken bazen de (özellikle ideolojik kıyımlardan dolayı) nefrete kaymış. Bu psikoloji bir yandan daha içe kapanık gettoların doğmasına, vatandaşlar arasındaki kutuplaşmanın artmasına da neden oldu. Bu durum, insanların sığınmak zorunda kaldıkları ülke ile iletişim kopukluğunu had safhaya çıkardı. Avrupa’daki entegrasyon yakınmaları boşuna değil; çünkü çok büyük bir kütle, kendini koruma adına bulunduğu ülkenin kültürü ve hukukuna karşı bütün kapıları kapatıyordu…
Şimdi Hizmet Hareketi üzerinden yürütülen baskılar yeni bir manzara çıkardı karşımıza. Göç kabul eden ülkeler, ilk defa bu kadar eğitimli bir kadro ile karşı karşıya geldi. Gelenlerin büyük çoğunluğu, üniversite mezunu. İçlerinde profesörler, üst düzey bürokratlar, öğretmenler, gazeteciler, işadamları vs. bulunmakta.
TÜRKİYE İÇİN ASLINDA AVANTAJ
Bu kadar eğitimli insanın dünyanın dört bir yanına dağılması, Türkiye için kısa vadede ciddi bir beyin göçü ve doldurulması çok güç bir boşluk olsa da, uzun vadede Türkiye için büyük bir avantaj olabilir. Batı ülkeleri için ise daha önce hiç rastlamadıkları fırsat; çünkü zoraki göçle kendilerine sığınan kişiler Türkiye’nin en eğitimli, Bati kültürüne en aşina kitlesi; üstelik demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerlere de öteden beri çok açık.
Büyük bir risk var: Yeni göç dalgasının daha öncekilerin düştüğü yanlışa düşmesi. Dayanışma gibi safi bir niyetle başlayan içe kapanık iletişime dayalı hayat tarzı zaman içinde kendi kendine izolasyona evrimle potansiyeli taşıyor. Oysa yeni bir gettolaşmaya da diaspora refleksine de ihtiyaç yok.
Diaspora, umutsuzluk ve öfke merkezine doğru sürüklenmenin ilk adımı ve küskünlüğün zoraki keşfettiği yeni bir kimlik haline gelirse ortaya çıkacak kültürel uyumsuzluk ortaya müspet bir sentez ortaya koyamaz. Kendi elleriyle kendi hapishanesini inşa eden ve orada mutlu kalacağını tasavvur eden kitlesel sürgün psikolojisi, yeni bir şey üretemediği gibi, zaman içinde kendi kendini yer bitirir.
Gerçek şu ki tarihimizde bu kadar geniş çaplı bir sürgün yaşanmadı. Bu sürgün bir bakıma beyin göçüdür. Bu süreç iyi yönetilemezse beyin göçü önce beyin felcine; sonra da beyin ölümüne neden olur.
PEKİ, NE YAPMAK LAZIM?
Öncelikle göçe zorlanan bu eğitimli kitleler, yaşadıkları travmanın etkisinden olabildiğince çabuk sıyrılmalı, mevcut acıların üzerine basa basa kendine yeni bir yol aramalı. Bu, Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukları unutma ve oradaki zulmü kanıksama anlamına gelmez. Tam aksine Türkiye’deki mağduriyetlerin giderilmesine katkı sağlamak ancak bu yolla mümkün…
Ayrıca, en kısa sürede dil sorununu aşmak şart. Mesela Almanca, Flamanca, İsveççe gibi dilleri, nerede yaşıyorsa oranın lisanına hemen başlamalı ki uyum sorunu bir an önce giderilebilsin. Yaş kaç olursa olsun, dil öğrenmekten başlanmalı. Zaten ilk gelen kuşak o dilleri öğrenmezse ilerde çocuklarının dil konusunda elde edecekleri aşama nedeniyle kendi evlatlarıyla bile bir uçurum yaşanacaktır.
Kanaat-i âcizanem: Türklerin toplu halde yasadığı semtlerden olabildiğince uzak durmalı, bulundukları ülkenin insanını daha yakından tanıyacakları yerleşim merkezlerine yönelmeli. Unutmamak gerekiyor ki her ülkeden öğreneceğimiz çok güzel şeyler var. Kendi benliğimiz ve kimliğimizi unutmadan ülkelerin tecrübelerini (özellikle düşünce özgürlüğü, başkasının haklarına saygı kültürü gibi) anlama gayreti içine girmek gerekir ki onlar da sizi anlayabilsin…
Açıkçası, özellikle Hizmet hareketi gibi evrensel değerlere açık kitlelerin gurbet hissi ile ve dayanışma arzusuyla, beraber yaşadıkları toplumdan kopuk olmaları ve yeni bir izole kitle inşa etmeleri çok büyük bir hata olur. Buna sebep olanlar tarihi bir hata yapmış olur. En kötü seçenek, kendi içine kapanmak ve görünmez duvarların içinde kaybolmaktır.
Kader rüzgârları Türkiye’nin en yetişmiş kadrolarını dünyanın dört bir yanına savurdu. Buna sebep olan zalimler ne bu dünyada iflah olur; ne öbür tarafta. Bu zalimlerin kaderi.
Bir de meselenin mazlumlara bakan yani var. Şu gerçeği görmek zorundayız: Kendi kendini izole etmeyen, bulunduğu ülkenin kültürü ve hukukuna uyum gösteren, kendi kimliğini yitirmeksizin toplumun tamamı ile irtibat kurma cesareti gösteren kişiler hem kendilerine, hem evlatlarına hem de ülkelerine hayırlı katkılarda bulunacak. Aksi takdirde diasporadan çıkış yok.
(tr724)