İşte Ayşe Arman’ın o yazısı:
Karnındaki bebeği hem böbrek hem kalp hastası. Ama mahkeme, tutuklu kadının tam teşekküllü bir hastanede doğurmasına izin vermiyor…
Şule Gümüşoluk, Kayseri Kapalı Ceza İnfaz kurumunda tutuklu bulunun bir anne adayı.
Suçlu olup olmadığı henüz tespit edilmiş değil, yargılama sürüyor ve karnı burnunda.
8.5 aylık hamile.
Ve karnındaki bebeği kalp ve böbrek hastası.
Ne var ki, mahkeme Şule’nin tam teşekküllü bir hastanede doğurmasına izin vermiyor.
Neresi denk gelirse orada doğuracak, hapishanenin reviri mi, en yakın devlet hastanesi mi…
Hangi şartlarda doğuracağı da belli değil…
El insaf!
Mahkemede yargılanan anne…
Siz çocuğu mu cezalandırıyorsunuz, anneyi mi?!!!
Ya o bebeğe bir şey olursa? Ya Allah korusun ölürse? Vebalini kim üstlenecek? İnsan hayatının hiç mi önemi yok bu ülkede? Hem Türk Ceza hem de Çocuk Hakları Sözleşmesi, bu durumdaki tutuklu anneler için infazın ertelenmesini öneriyor. Onu bırakın, tam teşekküllü hastaneye dahi gitmesine izin vermiyorlar…
En insaf değilse… Ne????
Av. Mehmet Fatih Öztürk’e sordum…
Müvekkiliniz kim?
Şule Gümüşoluk.
Yaşadığı zorluk nedir?
Kayseri Cezaevi’nde tutuklu. Ve hamile. Üstelik 8.5 aylık, doğurdu doğuracak. Karnındaki bebeğin böbrek ve kalp sorunu var. Tıbbi şartlar gereği tam teşekkülü bir hastanede doğurması gerekiyor. Ama mahkeme izin vermiyor…
Nasıl olabilir böyle bir şey?
Oluyor! OHAL sürecinde inanılmaz şeyler oluyor. Düşünsenize, hasta bir bebeğe hamile. Steril ortamlarda bulunması ve sağlıklı beslenmesi gerekiyor. Cezaevi şartlarının bunu sağlamadığını hepimiz biliyoruz. E şimdi bir de doğumun nerede ve hangi şartlarda olacağı belli değil. Soruyorum size: Bebeğin ne suçu var? Neden tam teşekkülü bir hastanede doğmasına izin verilmiyor? O bebeğe bir şey olursa, bunun bedelini kim ödeyecek? İnsan hayatının bu kadar mı değeri yok, “Ölürse ölsün!” mü deniyor?
Çok korkunç bu anlattıklarınız… Bebeğin kalp ve böbrek hastalığı nasıl tespit edildi?
Elimizdeki raporlar, bebeğin kalp ve böbreklerinde problem olduğunu gösteriyor. Kalbi delik ve böbreklerinde normalin üstünde bir büyüme olduğu gözlenmekte. Hatta bir doktor Şule’ye, “Geç kalınmasaydı, hamile iken tedavi edebilirdik” de demiş. Eğer tutuklu olmasaydı, çocuk doğmadan tedavi edilebilecekti. Maalesef tedavi, geç kalındığı için doğumdan sonra gerçekleşebilecek. Tabii ki cezaevi şartlarında bunun ne kadar mümkün olduğu çok tartışmalı bir konu. Kız kardeşinin aynı hastalıktan mustarip 8 yaşındaki oğlu, 8 yıldır tedavi görüyor ve hâlâ rahatsız…
Annenin suçu ne olursa olsun, cezayı bebeğin ödüyor olması adil mi?
Değil tabii! Kaldı ki, müvekkilimin kesinleşmiş bir suçu yok. Yargılama devam ediyor. Hiçbir şekilde bebeğin bu zulmü yaşaması kabul edilebilir gibi bir şey değil. Bizler anneyi mi cezalandırıyoruz, yoksa çocuğu mu sorusunu hâkimlerimizin kendilerine sorması gerekir. Zaten kanun koyucu bu soruyu sormuş ve cevabını vermiş, hatta yasal düzenlemeler de var.
Nasıl yani?
5275 sayılı Yasa’nın 16 ve 116. maddeleri birlikte okunduğunda, Şule’nin tahliyesini şart koşmuş. Hatta kısaca demiş ki, “Doğumdan sonra da 6 aya kadar tutuklamaman gerekir!” Hâkimlerimizin sadece bunu uygulaması yeterli…
BEBEĞİN KADERİNİN NE OLACAĞI BELLİ DEĞİL!
Doğum sırasında bebeğin hayatını kaybetme ihtimali var mı?
Ne yazık ki var! Bizim, hastanenin imkânları konusunda da tereddütlerimiz var. Hangi hastanede doğum yapacağını dahi bilmiyoruz. Devlet nereye götürürse orada gerçekleşecek doğum. Oysa bu bebek hasta. Tam teşekküllü bir hastane şart. Çünkü yeni doğmuş bebekler için “yoğun bakım ünitesi” yoksa ve gözlem altına alınmazsa, bebeği kaybetme ihtimalimiz çok yüksek olacak…
BU YAŞATILAN BİR ZULÜM!
Bebeğe yapılan reva mı?
Değil tabii! Ben bunu bir zulüm olarak görüyorum. Tüm bu yaşananları düşündükçe uykularım kaçıyor. Bir bebeğin cezaevinde doğması ve büyümesi açıkçası beni kahrediyor. Nerede doğdun? Cezaevinde! Enteresan bir bilgi de vereyim: Cezaevinde doğan ve annesiyle yaşayan çocuklara yemek dahi verilmediğini görüyoruz, duyuyoruz. Korkunç ama böyle bir gerçek de var. Sistem bebeklere de ceza ödetiyor…
Yapılanlar, o bebeğin hayat hakkının elinden alınması anlamına gelmiyor mu?
Elbette. 21. yüzyılda, biz Türkiye’de hâlâ hayat hakkını tartışıyoruz maalesef. Oysa hayat hakkı, en temel hak. Hiçbir şekilde kısıtlanamaz. Hatta, Şule’nin bebeğinde olduğu gibi şansa da bırakılamaz…
Peki bu yapılan Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı değil mi?
Bütünüyle aykırı! Sözleşme, açıkça, çocuğun yararını temel düşünce varsaymış. Sözleşmeye taraf devletlere, “Çocuğun bakımı, esenliği ve korunması için gerekli tedbirleri al!” demiş. Ama kulak asan yok…
EV HAPSİ GİBİ PEK ÇOK SEÇENEK MÜMKÜNKEN
Siz Şule’nin tahliye edilmesini mi istiyorsunuz?
Evet. Aylardır mahkemeye, karnındaki bebeğin sağlık durumunu anlatıyoruz. İtirazlarımızı sunuyoruz. Ancak bakıyoruz Sayın Mahkeme, açık kanun hükmüne rağmen, oybirliğiyle tutuklu kalmasına karar veriyor. Gerekçe de şu: Adli kontrol, yani tahliye, yetersiz kalacak kanaati. Bakın kanaat diyorum çünkü tutuklama en son tedbirdir. Kanun koyucu kişisel düşüncelere bakmaz. Mahkeme şu soruları sorar: “Bu kadın delilleri karartabilir mi? Yani şu aşamada, polisin elinde olan belgeleri yok edebilir mi? Bu kadın kaçar mı, saklanır mı? Bu kadın tanıklar üzerinde baskı kurar mı?” Tabii ki bu soruları sorarken, salt bir kanaat de yeterli değil. Somut veriler olması gerekir ki, bu da yok. Bu soruların cevabı “Evet” bile olsa, “ev hapsi” gibi birçok seçenek mevcutken, tutuklu kalmasını açıkçası keyfilik olarak yorumluyorum. Sanırım Şule ve hasta bebeği kimsenin umurunda değil!