202 gündür ‘işimizi geri istiyoruz’ diye tek başına eylem yapan Veli Saçılık, “Ağaç kökü yesinler ve sosyal ölü haline getirdik dedikleri anda aslında açlık grevi emrini kendileri vermiş oldu” dedi.
Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından yasaklanan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ nın resimlerinin basılı olduğu tişörtlerini giyen, Veli Saçılık beraberindeki 3 kişi ile Yüksel Caddesi’nde gözaltına alındı.
202 gündür ‘işimizi geri istiyoruz’ diye tek başına eylem yapan Saçılık, bugün Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş‘a verdiği söyleşide “Ağaç kökü yesinler ve sosyal ölü haline getirdik dedikleri anda aslında açlık grevi emrini kendileri vermiş oldu” dedi.
Saçılık “Yüksel Caddesi’ndeki direniş nasıl başladı” sorusuna şu cevabı verdi:
“Önce Nuriye başladı. 10 gün sonra Semih başlamış. Ben Semih’ten 2 gün sonra, ihraç edilince gidip yanlarına oturdum. Çok kötü dayaklar yedik, çok gözaltına alındık. Ardından Acun Karadağ kendi okulunda yaptığı eylemi bizim yanımıza taşıdı. Sonra eylem sonuç verdi, çok direndik, Semih’in eşi Esra’yı da ihraç ettiler. (Gülüyor) O da geldi. Ahmet Atakan’ın kuzeni Mehmet Ersulu da gelince 6 kişi olduk. Aslında sadece sopa yiyorduk. Doğru düzgünhaber bile olamıyorduk. Fotoğraf çekmek için bile sokaktan geçenlerden rica ediyorduk.”
Veli Saçılık “Herkes de ‘Nasıl olsa işimize geri döneriz, OHAL bitsin’ havasındaydı. Ama biz OHAL’in bitmeyeceğini, bir sistem olarak Türkiye’ye yerleşeceğini anladık” diyerek sözlerine şöyle devam etti: Elimizde zaten bir şey yok, ‘buyurun bizim bedenimiz var, tutuklayacaksınız, biz birer birer karşınıza çıkacağınız’ dedik. İrade savaşına çevirdik. Onlar bu irade savaşını anlamadılar. Ellerinde balyoz olduğu için her şeyi ezeceklerini düşündüler ama biz o balyozun şiddetine daha önceden alışık olduğumuz için pek oralı olmadık. Onlar bizi dövdükçe sesimiz daha yüksek çıktı.
“Biz atılan solcuların mücadelesini vermiyoruz. Adalet uygulanmayan herkesin mücadelesini veriyoruz” diyen Saçılık, Herkes hukuk çerçevesinde cezalandırabilir. Bu bir gece KHK’si ile olmaz. Ancak açığa alınır, deliller ortaya konulur, savunması alınır, yargılaması yapılır, gerekirse görevine son verilir. Bu aşamadan geçmeyen her türlü ihraca biz karşıyız. Bir partinin, bir kişinin keyfiyetiyle devlet yönetimi olamaz. Benim kolumu koparanlar arasında Fethullahçı askerler var. Tazminatın geri alınması konusunda karar veren 2 hâkim tutuklu. Bu hâkimlerin de doğru düzgün yargılanması gerekiyor. Toplayıp delillendireceksin, sonra yapacaksın. Fethullahçılarla AKP’liler anlaşabilirler ve bu hukuksuzluğu bizim üzerimizden sürdürürler. Nuriye ve Semih ‘Bizim yaşadığımız açlık, adalet açlığıdır. Biz onu talep ediyoruz’ dedi.
Gülen Cemaatini sevmediğini, hatta nefret ettiğini belirten Saçılık, “Ama nefret ettiğim insanların da anayasal haklarını savunuyorum. Buenos Aires konsolosluğunda görevli kişi, tutuklanmış, mal varlığına el konulmuş, son maaşı bile elinden alınmış, evde yiyecek ekmek bile yok. Bize sosyal yardım için başvurdular. Evde engelli çocuk var, maaş bağlanması için imzayı ben attım. Küçücük çocukların okuldan alınmasına, engelli çocuğun ekmek bulamayacak hale getirilmesine nasıl sebep olabilirsiniz? Bir solcu olarak vicdanım bunu almıyor. Fethullahçılar aileme, çoluğuma, çocuğuma çok eziyet ederlerdi, biliyorum ama ben çocukların, eşlerin cezalandırılmasını asla doğru bulmam” dedi.
Saçılık’ın Kemal Göktaş’ın diğer sorularına verdiği cevaplar ise şöyle:
-Nuriye ve Semih’in tutuklanması ile ne amaçlanıyor?
Eylemin etkisini kırmak istiyorlar. Dosyada örgütle alakalı tek bir evrak yok. Sürekli olasılıklardan bahsediliyor. Hükümetin adamları, bakanları ‘terör örgütü’ filan diyorlar. Bu safsataları ve inatlaşmayı bıraksınlar. Biz işimizi geri istiyoruz. Bizi yargılamak istiyorsanız, hukuku uygulayın diyoruz. Nuriye ve Semih’in tutuklanma kararında Gezi eylemleri ile Tekel direnişi gibi bir olasılıktan bahsediliyor. Korkularının nedeni çok haksızlık yaptıklarını bilmeleri. Biz diyoruz ki bunlardan bu kadar korkmak istemiyorlarsa, bu haksızlıkları ortadan kaldırsınlar.
-İçişleri Bakanı’nın Nuriye ve Semih için “yiyorlar” demecine ne diyorsunuz?
Semih 19 kilo verdi, Nuriye 9 kilo verdi. Hatırlayın, Hayata Dönüş operasyonunda 28 mahkûm, sonrasındaki ölüm oruçlarında 100’e yakın insan öldü. O zaman bir gazete ‘Sahte oruç kanlı iftar’ manşeti atmıştı. Kaynağı da dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’dı. Yiyorlar dedikleri ölüm orucunda 122 insan öldü.
-Cezaevlerindeki açlık grevleri biletartışılırken dışarıdaki insanların açlık greviyle hak araması sorunlu bir durum değil mi?
Aslında açlık grevinden önce de yaptığımız eylem kendi vücudumuza zarar veren bir eylemdi. Polisin kemiklerimizi kırarcasına saldıracağını bilerek sokağa çıkıyorduk. Aslında açlık grevi eyleminin emrini hükümet verdi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ‘Ağaç kökü yesinler’ dedi. Başka bir bakan da ‘Biz onları sosyal ölüler haline getirdik’ dedi. Sosyal ölü de şu demek: Başka bir işte çalışamazsın, ailece pasaportunuz iptal edilir, yurtdışına da gidemezsin. Akrabaların, eşin, dostun tecrit olur. Seni intiharla ya da yok oluşla karşı karşıya bırakırlar. Ağaç kökü yesinler ve sosyal ölü haline getirdik dedikleri anda aslında açlık grevi emrini kendileri vermiş oldu.
-Sivil ölüme karşı ihraç edilenlerle bir dayanışma yok mu?
Bu sol için geçerli de sağ için hiç öyle değil. Orada sendika üyeliğinden hemen atıyor. Biz bunun 3 bin 500’ünü oluşturuyoruz. 120 bin kişi var toplamda. Bankaya para yatırdığı için ihraç olmuş ama bankanın kurdelesini kesen kişi tarafından ihraç edilmiş, hak mıdır bu?
-Annenizin polis tarafından yerde sürüklenmesinin görüntüleri kamu vicdanını yaraladı. Şimdi nasıl?
Şu anda köyde. En son aradığımda ağlıyordu, babamın mezarına gitmiş. İyi ama… Annem ben cezaevindeyken de şimdi de her zaman yanımda. Haksız hukuksuz biçimde işten atıldığımı biliyor. Polis anneme ‘Al oğlunu götür buradan’ dediğinde, ‘Nereye götüreyim, evde çoluğu, çocuğu aç. Onun maaşını siz mi vereceksiniz? Hem kolunu, hem işini aldınız’ demişti. Annem direnme konusunda net ama tabii dayak yemek, gözaltına alınmak konusunda çok net değil. (Gülüyor) Vurmuşlar, yere düşürmüşler. Epey sürüklemişler. Tekme atıldığını söyleyenler de var. Ben göremedim çünkü o sırada beni döverek gözaltına alıyorlardı.
-2000’de Burdur Cezaevi’ne yapılan operasyonda kolunuzu kaybettiniz.
Gazete, dergi, 8 Mart bildirisi dağıtmaktan ceza almıştım. Bir sabah durup dururken operasyon düzenlediler ve koğuşa giren dozer bilerek üstüme sürdüğü için kolum dozerle duvar arasında kalıp koptu. Bir sokak köpeğinin ağzında bulundu. Dikilmeyeceğine karar verince doktorlar çöpe atmışlar. Önce protez de vermek istemediler. ‘Bir teröriste niye protez kol verelim’ dediler. Kamuoyu baskısıyla verdiler ama onların hatırası olduğu için kullanmıyorum. O zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami’yi hatırlattığı için. Yıkılan duvarın parasını da bizden istediler, dava sürüyor. Kolumu kopardıkları için devletten tazminat kazandım ama Danıştay AİHM kararı olmasına rağmen tazminatı geri ödememe kararı verdi. İçişleri Bakanlığı beni icraya verdi. Şu anda icra mahkemesinde duruyor.
-Hikmet Sami Türk’le sokakta karşılaşmıştınız…
Eşim ve 6 aylık kızımla yürürken rastladık. Seçim çalışması yapıyormuş. Bizi seçmeni zannetti. Yaklaşınca elini uzattı. ‘Siz beni hatırladınız mı?’ dedim, ‘Hayır’ dedi. ‘Benim kolumu koparmıştınız’ dedim. Eşim de ‘Biz sizi hiç unutmuyoruz, her gün anıyoruz’ dedi. Sonra ben Nüfus Müdürlüğü’nde çalışırken geldi. Ben de oradaki vatandaşlara ‘bu kişi 122 kişinin ölmesinden sorumludur’ dedim. Susarak başını önüne eğdi.
-Cezaevinden sonra hayatınıza nasıl bir yön verdiniz?
Yeniden yargılamada beraat ettim. KPSS’ye girdim, Çankaya Nüfus Müdürlüğü’nde memur oldum. Dışarıdan sosyoloji okudum ve KPSS’ye girdim. Birileri gibi soru çalarak değil, kendi başarımla Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda memur oldum. İhraç edildiğimde engellilerle ilgili birimde çalışıyordum.