Romanya Haber

15 Temmuz’un Resmi Anlatısı Delik Deşik Ama Kimin Umrunda?

 [Analiz: Kemal Ay]

15 Temmuz çatı davasını takip ediyor musunuz?
Düşünsenize geçen yaz, Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından çok önemli bir olay yaşadık. Ordu içerisinde bir grup darbe yapmaya kalktı ve bu bir şekilde engellendi. Ancak 250’ye yakın insan hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı.
Nihayet bu darbe gecesinin nasıl yaşandığıyla ilgili çok önemli bilgiler edinebileceğimiz, ‘darbe’ gibi gayrimeşru bir yola sapan fakat neyse ki başarısız olan askerlerin ifadelerine tanık olabileceğimiz dava başladı.
Ama hiç o havada değiliz, siz de farkında mısınız?
Sanık askerlerin duruşma salonuna götürüldüğü yerdeki ucuz skeçleri andıran ‘idam urganı atma’ seremonisi bile doğru düzgün değildi. Güya ‘hainleri yargılıyoruz’ imajı yerini bulsun diye askerler sokak ortasından kortej içerisinde duruşmaya götürüldü ama bu bile yeterince etkileyici olmadı.
İŞKENCE ALTINDA İFADE AL, BASINA SERVİS ET

Hele duruşmada söylenenler. Darbenin ‘başı’ olmakla itham edilen Orgeneral Akın Öztürk, aslında darbeyi nasıl önlemeye çalıştığını anlattı. Hulusi Akar’ın yaveri Levent Türkkan’ın gözaltındaki ifadesi çok tartışılmıştı. Güya Cemaat üyesi olduğunu kabul ediyor, birçok isim de veriyordu.
Şu sözler o ‘itiraf’ metninden:
“Ben fakir bir ailenin çocuğuyum. Babam çok fakir bir çiftçiydi. Tarlamız, bağımız bahçemiz yoktu. Fethullah Gülen Cemaati ile ilk defa ortaokul döneminde tanıştım. İyi ve geleceği parlak bir öğrenciydim. Okulda matematikten 9 almışlığım yoktur.
Ortaokulda cemaatin abileriyle tanışmıştım. 5 yaşından beri Subay olmayı hayal ediyordum. Bu idealim cemaatin ekmeğine tuz biber oldu. 1989 Işıklar Askeri Lisesi’nin sınavlarına girdim. Sınavı kendi bilgilerimle kazanacağımdan emindim. Cemaatteki abilerim de emindi. Fakat yine de bana sınav olmadan önceki gece yarısı getirip soruları verdiler. Soruları Serdar Abi getirmişti. Bursa merkezde bir cemaat evinde soruları bana vermişlerdi.”
Duruşmada Levent Türkkan’a bu ifadeleri sorulduğunda ise şunu söylüyor:
“Samimi ifadem yok. Her tarafım dağılmıştı bana serum bağladılar beyin röntgeni çektiler. Samimi bir ifadem yok.”
Bu ne demek? Yani kamuoyundaki ‘Cemaat askerî okullara sızıyor’ algısının bütün unsurlarıyla bir araya getirildiği yukarıdaki metin ‘işkence altında’ ifade (itiraf) yerine imzalattırılmış. Nitekim o günlerde muhtemelen diğer askerleri korkutmak, başka ‘itirafçılar’ da bulmak için Anadolu Ajansı Levent Türkkan’ın ‘dağılmış’ fotoğraflarını basına servis etmekten çekinmemişti. Bu ifadeyi ilk kez haberleştiren de Hürriyet gazetesiydi. Maksat ‘Cemaat’ten tiksinen sekülerleri ikna etmek’ti.
ZEKAİ AKSAKALLI VE YAŞAR GÜLER NASIL DARBECİ OLMADI?
15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili çok sayıda karanlık nokta var. Bunlardan birisi de, şu anda ‘komuta kademesinde’ bulunan, yani darbeyi ‘atlatabilmiş’ komutanların o gece neler yaptıkları. Hatırlarsanız Orgeneral Zekai Aksakallı onlardan birisi. O gece Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda (eski adıyla Özel Harp) yaşananlar hep onun uhdesinde gerçekleşti. (Ahmet Dönmez’in Aksakallı’nın darbe gecesindeki rolüyle ilgili yazdıklarına bakabilirsiniz: 1 & 2.)
Nitekim o gece Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı karargâhta esir alanların başındaki Kurmay Albay Fırat Alakuş, mahkemedeki ifadesinde görevi bizzat Zekai Aksakallı’dan aldığını belirtti.
Orgeneral Aksakallı, mahkemeye gönderdiği ifadesinde ‘darbe girişimi’ gibi acil olaylarda personelin ikaz edilip bütün birliklerin kışlalarda kalmasının söylenmesi gerektiğini, böylece darbecilerin ortaya çıkacağını belirtmişti. Askerî teamüller bu yönde olmasına rağmen, öğlen saatlerinde (ihbarcı subay 14.00’da haber vermişti) haber alınan darbeyle ilgili bir girişim olmaması 15 Temmuz’un en tuhaf yönlerinden biriydi.
Emekli Tuğgeneral Erhan Çaha da, duruşmada bu hususa dikkat çekti. Eğer personel ikaz edilmiş olsa, 15 Temmuz gecesinin yaşanmayacağını iddia etti. Daha da ileri giderek şu yorumlarda bulundu: “Bu vahim ve menfur darbe teşebbüsü, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MİT müsteşarının, planı, bilgisi ve kontrolü dahilinde olmuştur (…) Darbenin askeri görünümlü sivil bir darbe olduğunu düşünüyorum.”
O gecenin bir başka ‘karanlık’ noktası, şu anda Jandarma Genel Komutanı olan Yaşar Güler’in konumuydu. Onunla ilgili de çok sayıda iddia ortaya atıldı. Darbe sırasında Genelkurmay 2. Başkanı’ydı ve Genelkurmay Karargâhı’nda yaşananlarla ilgili birinci elden tanıklığı vardı. Gelgelelim onunla ilgili de ilginç bir suçlama yapıldı duruşmalarda. Sanıklardan Kurmay Albay Cemil Turhan, o gece Genelkurmay Karargâhı’ndan birliklere gönderilen sıkıyönetim ilânı emirlerini Yaşar Güler’in ve (diğer bir sanık) Mehmet Partigöç’ün talimatıyla gönderdiğini söyledi.
‘Bakın ihanet en yakınımda’ diyebilmek için tutuklanan Cumhurbaşkanı’nın eski yaveri ise darbeden 15 Temmuz gecesi haberi olduğunu fakat danışmanların bir iki aydır şakasını yaptıklarını belirtti.
SENARYOLU SAVUNMA
TV dizilerimizden, sinema filmlerimizden hatta edebiyatımızdan biliyoruz ki biz Türkler senaryo yazmada biraz beceriksiziz. O yüzden de seyirciyi ‘tutabilmek’ için duygusal yönüne ağırlık veriyoruz yazdıklarımızın. 15 Temmuz’da da böyle oldu. O gece neler yaşandığına dair derme çatma bir hikâye uyduruldu ve hemen sonraki hamlelere geçildi. ‘Sonraki hamleler’ öncelikliydi, o yüzden 15 Temmuz’u bir duygu yoğunluğu içinde topluma kabul ettirip asıl plan devreye sokuldu.
Böyle bir senaryodan yapılan yargılamanın ‘savunması’ da senaryodan olacak elbet. Erdoğan’ı almak için Marmaris’e giden timin başındaki General Gökhan Sönmezateş, kendisini Cesur Yürek (Braveheart) filminin kahramanı William Wallace’a benzetti duruşmada. Şu sözler ona ait:
“Bir tane filim var ‘Cesur Yürek’ diye. İskoçya’nın kurtuluşu ile alakalı ve William Wallace diye bir adam var. Kralıyla konuşuyor ve İngilizlerle savaşma kararı alıyor. İngilizlerle savaşa çıktıklarında birkaç grup Wallace’yi savaşta yalnız bırakıyor. Buna rağmen savaşa devam ediyor. Savaşın bir bölümünde bir İngiliz ile savaşırken, İngiliz’in maskesi düşüyor ve maskenin altındaki kişinin kendi kralı olduğunu görüyor. Uğruna İngilizlerle savaşa girdiği kralın kendisine karşı savaştığını görüyor. Benim durumumu soruyorsanız ben de aynı durumdayım.”
Mahkeme başkanının ‘Kralınız kim?’ sorusunu ise Akıncı Üssü davasına bıraktığını belirtti. Acaba Akıncı Üssü’nde o gece neler oldu?
KÖTÜ SENARYO, SENARİST HAKKINDA NELER SÖYLER?
Başarılı senaryolar size sanatsal bir zevk verebilir ama kötü bir senaryoda insan ister istemez sürekli senaryoyu yazanların niyetine odaklanıyor. Hikâyenin her aşamasında ‘Acaba burada neyi amaçlamış?’ diye soruyorsunuz kendi kendinize. 15 Temmuz’da askeriye içindeki ‘güç mücadelesi’ nasıl hikâyeye eklenmiş mesela? Acaba Akın Öztürk, Semih Terzi gibi aktörlerle Hulusi Akar, Zekai Aksakallı gibi aktörler arasında ne gibi hesaplaşmalar yaşanmış oldu? Hulusi Akar’ın yaverinin ‘F..Ö’cü olması, o ifadeyi vermesi neden gerekliydi? Yaşar Güler, Zekai Aksakallı nasıl bir anda ‘kahraman’ hâline geldi? Hulusi Akar ve Hakan Fidan 15 Temmuz sabahı neler yapıyordu? Bunlara bakarak senaristler hakkında neler düşünebiliriz? Daha da önemlisi, bu senaryoyu yazanlar arasında kimler var?
15 Temmuz’un resmî anlatısı kötü bir senaryo olduğu, her tarafı döküldüğü için artık gerekli reytingi almıyor. Eğer senaryo sağlam olsa, duruşmalar canlı yayınlanır, Erman Toroğlu – Şansal Büyüka ikilisi pozisyonları tek tek oynatarak vatandaşı aydınlatmaya çalışırdı.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da 15 Temmuz anlatısının bir alıcısı yok. Başlangıçta ikna olanlar da muhtemelen şimdilerde sorgulamaya başladı. Ancak ‘fiilî durum oluşturup istediğini elde etme’ gibi şark kurnazlıkları maalesef kültürümüzün parçaları. O yüzden de Aslı Erdoğan’ın dediği gibi bir ‘açık hava hapishanesi’ hâline geldi Türkiye…
(TR724)