[Göksel İlhan]
16 Nisan Referandumunda Erdoğan ve yandaşlarının istediklerine ulaşabilmek için Anayasa’yı ve kanunları gözlerini kırpmadan nasıl çiğneyebildiğini bir kez daha gördük. Yüksek Seçim Kurulu, ülkenin rejiminin ve geleceğinin oylandığı Anayasayı ve Seçim Kanununu açık şekilde çiğneyerek suç işledi. Ülkede rejim değişimi oldu bittiye getirildi, milli irade hiçe sayıldı, en önemlisi geleceğimiz büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakıldı.
Aslında ülkemizde uzunca bir süredir, Anayasa ve Kanunlar tanınmıyor ve açıkça çiğneniyor. 15 Temmuz sonrası yayınlanan hukuksuz kararnameler marifetiyle yapılan ihraçlar ve tutuklamaların 16 Nisan’da yapılandan hiç bir farkı yok. 15 Temmuz olayları bahane edilerek şu ana kadar yüz binden fazla insan işinden atıldı, elli bine yakın insan tutuklandı. Hukuksuz ve temelsiz ihraçlar, keyfi tutuklamalar ve örnekleri sıkça görülen insanlık dışı işkenceler tüm Türkiye’nin ve dünyanın gözü önünde gerçekleşmeye devam ediyor. Ne yazık ki bu olanlara “hukuksuzluk” diyebilenlerin sayıları da çok fazla değil.
“Adalet ve Hukuk”un ülkemize bir gün geri döneceği muhakkak. O gün mağduriyetlerin bir kısmı elbette giderilecek, ancak geride telafi edilemeyecek bireysel ve kurumsal mağduriyetlerin kalacağı da bir gerçek. En azından, masum insanların isimlerinin çarşaf çarşaf yayınlandığı KHK listeleriyle dünyaya terörist olarak ilan edilmiş olması gerçeğini değiştirmek mümkün olmayacak. Binlerce insan işini kaybetti… Bir kısmı sağlığını kaybetti, bir kısmı hayatını… Hesaplaşmanın bir kısmının da mahkeme-i kübraya kalacağı muhakkak görünüyor.
Sürecin en çok kaybedeni TSK
Süreçten en fazla zarar görenlerin başında Türk Silahlı Kuvvetleri geliyor. Olaylara karışmamış veya kendilerini bir anda olayların içerisinde bulmuş binlerce masum asker, evrensel hukuk açısından kabulü mümkün olmayan gerekçelerle, teröristlikle suçlandı, ihraç edildi ve tutuklandı.
Hukukun üstün olduğu hiçbir ülkede söz konusu dahi olamayacak keyfilikler ve hukuksuzluklar, Kanun Hükmünde Kararnamelerle ve idari kararlarla defalarca tekrarlandı. Yapılan hukuksuzluklara dayanak olarak bir yerlerde hazırlanan, hukuken temelsiz ve keyfi listeler pervasızca kullanıldı, kullanılıyor. Dahası, Ordu içindeki disiplin ve güven baltalanarak; zorla, tehditle ve bazen de ödül vaat edilerek Ordu mensuplarının birbirlerini kinle, garezle veya ideolojik gerekçelerle gammazlamaları için kapılar sonuna kadar açıldı. Çok sayıda Ordu mensubu arkadaşlarının isimlerini karalamak ile mesleklerini kaybetmek, dahası hapsedilmek ve işkence görmek arasında bırakıldı.
Modern demokrasilerin aksine, TSK’nın yapısı ve işleyişi uzunca bir süredir şeffaflıktan oldukça uzak. Demokratik ülkelerde olduğu gibi halkın en alt seviyede bilgi edinme ihtiyacı karşılanmıyor. Bunun yerine “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” söylemleriyle, Ordu kendisini sürekli övüyor ve yaptıklarını göklere çıkarıyor. Böyle olunca, TSK’nın olduğunu ne politikacılar ne de halk bilebiliyor.
Özellikle 15 Temmuz sonrasında içi tam anlamıyla boşaltılan TSK’nın, tasfiye ve yıkım sürecinden nasıl etkilendiğini, gücünü koruyup koruyamadığını,dahası gerektiğinde ülke savunması görevlerini ne denli yerine getirebileceğini kimse bilmiyor. Siyasi irade ise bu konuyu tartışmak dahi istemiyor.
Ortaya çıkan bireysel mağduriyetler zamanla kurumsal mağduriyete dönüştü. 15 Temmuz sonrasında TSK’nın en büyük kaybı, darbe girişimiyle ilgisi olmayan dürüst ve çalışkan binlerce askerin bünyeden atılarak içinin boşaltılması oldu. Yetişmeleri onlarca yıl alan, olaylara hiçbir şekilde karışmamış, generaller, subaylar, astsubaylar, askeri öğrenciler ve asker personel, kasıtlı ve temelsiz bir şekilde, birilerinin hazırladığı uydurma listelere dayanılarak görevden çıkarıldı.
Bu kıyım sonucunda ortaya çıkan boşluğu doldurmak öyle kolay değil. Bazı yetkililer tarafından, bir iki yılda açığın kapatılacağının iddia edilmesi en hafif deyimiyle aymazlık olsa gerek. Tarihinin en büyük, kasıtlı ve hukuksuz tasfiye süreci sonucunda binlerce kadrosu boşta kalan TSK’nın bu büyük kaybı telafiye yönelik planlarını medyadan öğreniyoruz.
Örneğin, Ordudan ayrılanlar çeşitli yollarla göreve çağrılıyor ancak icabet sınırlı kalıyor. Bunun yanı sıra, çeşitli davalarda adları geçen, mecburen veya kendi isteğiyle emekli olmuş, divil hayatta da hiçbir işte dikiş tutturamamış birçok emekli asker de bugünlerde Silahlı Kuvvetlere davet ediliyor.
Halbuki Ordunun bu süreçte en fazla önem vermesi gereken konuların başında, haksızca görevinden atılan kişilerin yerinin liyakatsiz insanlarla doldurulmaması geliyor olmalı. Bir genelleme yapmak doğru değil, ancak görünen o ki, orduya dönmelerine izin verilen bazı kişilerin liyakati çok sorunlu. Geri dönüşler içinde öyle örnekler var ki, bu kişilerin demokratik bir hukuk devletinde Orduya alınmasını düşünmek dahi mümkün değil.
İşler Erdoğan’ın kontrolünden çıkmış görünüyor
Sayıları giderek artan bu tuhaflıklara bir örnek verelim. Askerlikten emekli olduktan sonra yazdıklarıyla politikacılara, devlet adamlarına ağır suçlamalar yönelten, siyasi parti propagandalarında defalarca rol almış, siyasi faaliyetlere sonuna kadar girmiş, totaliter rejim yanlılarıyla birlikte hareket eden, Türkiye’deki rejimi totaliter bir rejimle değiştirmeyi savunan, bu konuda makaleler yazan bir emekli asker yakınlarda tekrar göreve çağrılmış. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı’na hakaret ve tehditler savuran yazıları apaçık ortada dururken göreve çağırılmış olması, olayların Erdoğan’ın kontrolünden çoktan çıktığını gösteriyor.
Sosyal medyada kendisine karşı yapılan en küçük bir hakareti bile affetmeyip demir parmaklıklar arkasına gönderen Erdoğan rejiminin, çok bilinen muhalif internet sitelerinde yuvalanmış bu emekli askerlere karşı sesini çıkaramaması ilginç. Oda TV ve benzeri internet sitelerinde yazıları yayınlanan bir çoğu Perinçek’in partisine yakın emekli askerler, Erdoğan’ın ordusunda köşe başlarını tutmaya başlamış bile. Bunlar tuttukları köşelerden devletin zirvesine ayar veriyor, kendilerinden olmayan herkesi hedefe koyuyorlar.
Yazının sonunu Mesnevi’de de anlatılan, bir hikayeyle bağlayalım.
Akreple Kurbağanın Hikayesi
Akrep nehrin kenarında durmuş karşı kıyıya bakmaktadır. Geçmek istemekte ama suyu geçmek için yaratılmamıştır, korkar. Dostu olan kurbağaya seslenir:
– Kurbağa kardeş, seninle dostuz biz, dostluğumuz hatırına beni karşı kıyıya geçirir misin?
Kurbağa kendinden emin bir şekilde:
– Yapamam akrep kardeş, evet seninle biz dostuz ama uzak durmalıyım senden. Sen bir akrepsin ve zalim bir iğnen var, çekinirim.
Akrep, kurbağanın endişesini anlar, ama vazgeçmemiştir.
– Bak kurbağa kardeş; şimdi sen beni sırtına alıp karşıya geçirirken seni sokabilir miyim hiç? Bunu ancak bir aptal yapar. Ben yüzme bilmem ki, seni sokarsam ben de boğulur ölürüm.
Mantıklı gelmiştir kurbağaya. Hem eski dosttular, neden soksun ki? Kabul eder. Akrep yaklaşır ve kurbağanın sırtına biner. Suyu geçmeye başlamışlardır yavaş yavaş. Derken, tam da suyun ortasında, kurbağa sırtında bir yanma hisseder. Akrep sokmuştur. Acı içerisinde başını çevirir:
– Neden? Neden yaptın bunu, bak şimdi sen de boğulup öleceksin…
Akrep üzgün ve pişman bir şekilde şöyle der:
– Elimde değil. İŞTE BENİM TABİATIM BU…
(TR724)
Aslında ülkemizde uzunca bir süredir, Anayasa ve Kanunlar tanınmıyor ve açıkça çiğneniyor. 15 Temmuz sonrası yayınlanan hukuksuz kararnameler marifetiyle yapılan ihraçlar ve tutuklamaların 16 Nisan’da yapılandan hiç bir farkı yok. 15 Temmuz olayları bahane edilerek şu ana kadar yüz binden fazla insan işinden atıldı, elli bine yakın insan tutuklandı. Hukuksuz ve temelsiz ihraçlar, keyfi tutuklamalar ve örnekleri sıkça görülen insanlık dışı işkenceler tüm Türkiye’nin ve dünyanın gözü önünde gerçekleşmeye devam ediyor. Ne yazık ki bu olanlara “hukuksuzluk” diyebilenlerin sayıları da çok fazla değil.
“Adalet ve Hukuk”un ülkemize bir gün geri döneceği muhakkak. O gün mağduriyetlerin bir kısmı elbette giderilecek, ancak geride telafi edilemeyecek bireysel ve kurumsal mağduriyetlerin kalacağı da bir gerçek. En azından, masum insanların isimlerinin çarşaf çarşaf yayınlandığı KHK listeleriyle dünyaya terörist olarak ilan edilmiş olması gerçeğini değiştirmek mümkün olmayacak. Binlerce insan işini kaybetti… Bir kısmı sağlığını kaybetti, bir kısmı hayatını… Hesaplaşmanın bir kısmının da mahkeme-i kübraya kalacağı muhakkak görünüyor.
Sürecin en çok kaybedeni TSK
Süreçten en fazla zarar görenlerin başında Türk Silahlı Kuvvetleri geliyor. Olaylara karışmamış veya kendilerini bir anda olayların içerisinde bulmuş binlerce masum asker, evrensel hukuk açısından kabulü mümkün olmayan gerekçelerle, teröristlikle suçlandı, ihraç edildi ve tutuklandı.
Hukukun üstün olduğu hiçbir ülkede söz konusu dahi olamayacak keyfilikler ve hukuksuzluklar, Kanun Hükmünde Kararnamelerle ve idari kararlarla defalarca tekrarlandı. Yapılan hukuksuzluklara dayanak olarak bir yerlerde hazırlanan, hukuken temelsiz ve keyfi listeler pervasızca kullanıldı, kullanılıyor. Dahası, Ordu içindeki disiplin ve güven baltalanarak; zorla, tehditle ve bazen de ödül vaat edilerek Ordu mensuplarının birbirlerini kinle, garezle veya ideolojik gerekçelerle gammazlamaları için kapılar sonuna kadar açıldı. Çok sayıda Ordu mensubu arkadaşlarının isimlerini karalamak ile mesleklerini kaybetmek, dahası hapsedilmek ve işkence görmek arasında bırakıldı.
Modern demokrasilerin aksine, TSK’nın yapısı ve işleyişi uzunca bir süredir şeffaflıktan oldukça uzak. Demokratik ülkelerde olduğu gibi halkın en alt seviyede bilgi edinme ihtiyacı karşılanmıyor. Bunun yerine “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” söylemleriyle, Ordu kendisini sürekli övüyor ve yaptıklarını göklere çıkarıyor. Böyle olunca, TSK’nın olduğunu ne politikacılar ne de halk bilebiliyor.
Özellikle 15 Temmuz sonrasında içi tam anlamıyla boşaltılan TSK’nın, tasfiye ve yıkım sürecinden nasıl etkilendiğini, gücünü koruyup koruyamadığını,dahası gerektiğinde ülke savunması görevlerini ne denli yerine getirebileceğini kimse bilmiyor. Siyasi irade ise bu konuyu tartışmak dahi istemiyor.
Ortaya çıkan bireysel mağduriyetler zamanla kurumsal mağduriyete dönüştü. 15 Temmuz sonrasında TSK’nın en büyük kaybı, darbe girişimiyle ilgisi olmayan dürüst ve çalışkan binlerce askerin bünyeden atılarak içinin boşaltılması oldu. Yetişmeleri onlarca yıl alan, olaylara hiçbir şekilde karışmamış, generaller, subaylar, astsubaylar, askeri öğrenciler ve asker personel, kasıtlı ve temelsiz bir şekilde, birilerinin hazırladığı uydurma listelere dayanılarak görevden çıkarıldı.
Bu kıyım sonucunda ortaya çıkan boşluğu doldurmak öyle kolay değil. Bazı yetkililer tarafından, bir iki yılda açığın kapatılacağının iddia edilmesi en hafif deyimiyle aymazlık olsa gerek. Tarihinin en büyük, kasıtlı ve hukuksuz tasfiye süreci sonucunda binlerce kadrosu boşta kalan TSK’nın bu büyük kaybı telafiye yönelik planlarını medyadan öğreniyoruz.
Örneğin, Ordudan ayrılanlar çeşitli yollarla göreve çağrılıyor ancak icabet sınırlı kalıyor. Bunun yanı sıra, çeşitli davalarda adları geçen, mecburen veya kendi isteğiyle emekli olmuş, divil hayatta da hiçbir işte dikiş tutturamamış birçok emekli asker de bugünlerde Silahlı Kuvvetlere davet ediliyor.
Halbuki Ordunun bu süreçte en fazla önem vermesi gereken konuların başında, haksızca görevinden atılan kişilerin yerinin liyakatsiz insanlarla doldurulmaması geliyor olmalı. Bir genelleme yapmak doğru değil, ancak görünen o ki, orduya dönmelerine izin verilen bazı kişilerin liyakati çok sorunlu. Geri dönüşler içinde öyle örnekler var ki, bu kişilerin demokratik bir hukuk devletinde Orduya alınmasını düşünmek dahi mümkün değil.
İşler Erdoğan’ın kontrolünden çıkmış görünüyor
Sayıları giderek artan bu tuhaflıklara bir örnek verelim. Askerlikten emekli olduktan sonra yazdıklarıyla politikacılara, devlet adamlarına ağır suçlamalar yönelten, siyasi parti propagandalarında defalarca rol almış, siyasi faaliyetlere sonuna kadar girmiş, totaliter rejim yanlılarıyla birlikte hareket eden, Türkiye’deki rejimi totaliter bir rejimle değiştirmeyi savunan, bu konuda makaleler yazan bir emekli asker yakınlarda tekrar göreve çağrılmış. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı’na hakaret ve tehditler savuran yazıları apaçık ortada dururken göreve çağırılmış olması, olayların Erdoğan’ın kontrolünden çoktan çıktığını gösteriyor.
Sosyal medyada kendisine karşı yapılan en küçük bir hakareti bile affetmeyip demir parmaklıklar arkasına gönderen Erdoğan rejiminin, çok bilinen muhalif internet sitelerinde yuvalanmış bu emekli askerlere karşı sesini çıkaramaması ilginç. Oda TV ve benzeri internet sitelerinde yazıları yayınlanan bir çoğu Perinçek’in partisine yakın emekli askerler, Erdoğan’ın ordusunda köşe başlarını tutmaya başlamış bile. Bunlar tuttukları köşelerden devletin zirvesine ayar veriyor, kendilerinden olmayan herkesi hedefe koyuyorlar.
Yazının sonunu Mesnevi’de de anlatılan, bir hikayeyle bağlayalım.
Akreple Kurbağanın Hikayesi
Akrep nehrin kenarında durmuş karşı kıyıya bakmaktadır. Geçmek istemekte ama suyu geçmek için yaratılmamıştır, korkar. Dostu olan kurbağaya seslenir:
– Kurbağa kardeş, seninle dostuz biz, dostluğumuz hatırına beni karşı kıyıya geçirir misin?
Kurbağa kendinden emin bir şekilde:
– Yapamam akrep kardeş, evet seninle biz dostuz ama uzak durmalıyım senden. Sen bir akrepsin ve zalim bir iğnen var, çekinirim.
Akrep, kurbağanın endişesini anlar, ama vazgeçmemiştir.
– Bak kurbağa kardeş; şimdi sen beni sırtına alıp karşıya geçirirken seni sokabilir miyim hiç? Bunu ancak bir aptal yapar. Ben yüzme bilmem ki, seni sokarsam ben de boğulur ölürüm.
Mantıklı gelmiştir kurbağaya. Hem eski dosttular, neden soksun ki? Kabul eder. Akrep yaklaşır ve kurbağanın sırtına biner. Suyu geçmeye başlamışlardır yavaş yavaş. Derken, tam da suyun ortasında, kurbağa sırtında bir yanma hisseder. Akrep sokmuştur. Acı içerisinde başını çevirir:
– Neden? Neden yaptın bunu, bak şimdi sen de boğulup öleceksin…
Akrep üzgün ve pişman bir şekilde şöyle der:
– Elimde değil. İŞTE BENİM TABİATIM BU…
(TR724)