15 Temmuz’dan bu yana süren, yüzbinlerce kişiyi haksız şekilde memuriyetlerinden eden KHK zulmü şehit çocuklarına da ulaştı. İhraç edilen imzacı akademisyenlerden Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi öğretim üyesi Doç. Dr. Ulaş Bayraktar, babası Yüzbaşı Beşir Bayraktar’ı (*) Mardin’in Derik ilçesinde PKK eyleminde 1980’de kaybetmişti. Oğlu Akademisyen Bayraktar, KHK ile atılmasından sonra facebook hesabından paylaştığı mesajında “Benim öfkemi, nefretimi kazanamayacaksınız. Şerbetliyim ne de olsa; babamı beş yaşında benden alan sorunu nefretle, intikam duygusu ile düşünmemeyi bir şekilde becerebildiğimi sanıyorum” dedi.
689 sayılı KHK ile ihraç edilen 484 akademisyen arasında Mersin Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ulaş Bayraktar ve eşi Yrd. Doç. Dr. Bediz Yılmaz da yer alıyor.
Serdar Ulaş Bayraktar: Nefretimi kazanamayacaksınız!
Bayraktar şu tepkiyi verdi: “Son zamanlarda soranlara, beyin ölümümüzün gerçekleştiğini söylüyordum zaten; sonunda memuriyet organlarımızı da hevesle kadro bekleyenlere bağışlayabildik. Gerçekten kızgın değilim, öfke duymuyorum. Geçen hafta Paris’teki terör saldırısında ölen polis memurunun sevgilisinin cenazede Antoine Leiris’den yaptığı alıntı benim hislerime de tercüman oluyor: “Vous n’aurez ma haine!- Nefretimi kazanamayacaksınız!”
EVİM VE ARABAMI BU TABELAYI ASACAĞIM: KHK’DAN SATILIK!
Sosyal medyadan duygularını paylaşan Doç. Dr. Bayraktar, “Kızgın değilim, öfke duymuyorum. Şerbetliyim ne de olsa, babamı beş yaşında benden alan sorunu nefretle, intikam duygusu ile düşünmemeyi bir şekilde becerebildiğimi sanıyorum. Mayamızda bir sürü proje var. Hiçbir şey yapamazsam satılacak bir evim ve arabam var. Asacağım tabelayı da biliyorum: ‘KHK’dan satılık.”
2017/689 sayılı KHK ile ihraç edilen Doç.Dr. Ulaş Bayraktar’ın paylaştığı mesajın tam metni şöyle:
Annem aradığında, Ercan Kesal ve Enis Rıza ile “Zamanın İzinde” Kireççilerin Affe Hala ile Mustafa Suphi’nin eşi Maria ile yeni tanışmıştım. “KHK çıkmış” dedi, “Merak ediyorum bir bak, bana haber ver.”
Bakmama gerek kalmadan doktora dersimin Whatsapp grubunda müstakbel bir meslektaşım ‘Ne denir ki…” yazdı. Anladım; “haftaya ders yok denir” diye cevap verdim. Sonrası malum, adetten Resmi Gazete’nin sayfasına girip, dostların ve sevgilinin- ki o benim arkadaşım, aşkım, meslektaşım, yoldaşım ve şimdi KHKdaşım olur- yanında ismimi gördüm ve üzerimden koskocaman bir yükün kalktığını hissettim. Çünkü biz ismimizi oraya daha ilk KHK’da yazmıştık. Utançla sıramızı bekliyorduk. Son zamanlarda soranlara, beyin ölümümüzün gerçekleştiğini söylüyordum zaten; sonunda memuriyet organlarımızı da hevesle kadro bekleyenlere bağışlayabildik.
NEFRETİMİ KAZANAMAYACAKSINIZ!
Telefonumu kapattım sonra… Çünkü onca dostumun ne söyleyeceğini biliyordum, onlar da benim ne söyleyeceğimi tahmin eder, dedim. Onların varlığını, desteğini hissetmek için seslerini duymama gerek yoktu ki… Ne avuntuya ihtiyacım vardı, ne de avutmaya çünkü ne üzgündüm, ne kızgın.
Gerçekten kızgın değilim, öfke duymuyorum. Geçen hafta Paris’teki terör saldırısında ölen polis memurunun sevgilisinin cenazede Antoine Leiris’den yaptığı alıntı benim hislerime de tercüman oluyor: “Vous n’aurez ma haine!- Nefretimi kazanamayacaksınız!”
ŞERBETLİYİM NE DE OLSA….
Siz de benim öfkemi, nefretimi kazanamayacaksınız. Şerbetliyim ne de olsa; babamı beş yaşında benden alan sorunu nefretle, intikam duygusu ile düşünmemeyi bir şekilde becerebildiğimi sanıyorum. Şimdi çocuklarımı bir süre annelerinden uzak, beni öğrencilerimden, derslerimden ayrı koyan sizleri de anlıyorum.
SUÇLULUK DUYGUNUZU ANLIYORUM…
Anlıyorum, çünkü sarhoşluğu ve ertesi gün yaşanan suçluluk duygusunu iyi bilirim. Sizler de, biliyorum ki, makamın, iktidarın, unvanların sarhoşluğu içinde “var mı bana yan bakan” naraları atıyorsunuz şimdi. Bir gün ayılacaksınız ve o zaman siz de anlayacaksınız ne büyük haksızlıklara ve adaletsizliklere sebep, alet olduğunuzu. Çünkü siz yarının vaatlerine kanmış durumda, bugünde değil o serapta nefes alıyorsunuz. Ben ise yarından düne, bugüne bakmaya çalışıyor ve yarın utanacağım hiçbir şey görememenin huzuruyla yastığa koyuyorum başımı.
Öyle olmasa sadece iki sene önce beni şimdi memuriyetten ihraç eden rektörün danışmanlık teklifinin üzerine atlar, şimdi bir profesör olarak makamlardan makam beğenir olurdum. Ya da ne zamandır yurt dışından gelen davetlere, yurtiçinden gelen telkinlere uyar istifamı basar, çok daha kolay bir hayata başlamış olurdum. Ama ben şimdi sahip olabileceğim rahatı, yarın hissedeceğim huzura yeğlemedim.
‘SADECE BARIŞ GELSİN İSTEDİM’
Çünkü sadece barış gelsin, adalet olsun istedim, istiyorum. Sadece bu niyetle attığım imzayı çekmedim. Terörle mücadelede ifademi alan polis memurlarına -savunmadan sonra- söylediğim gibi o imzadaki tek muradım, onların eşlerinin, annemin; çocuklarının, benim ve kardeşimin yaşadıklarını yaşamamalarıydı. Anlamadınız, anlamak istemediniz… Canınız sağ olsun…
Sağ olsun çünkü biliyorum ki, canınız sağ oldukça aklınıza düşeceğim. Yaptığınız haksızlığı adımı her duyduğunuzda, beni her hatırladığınızda idrak edeceksiniz. Sizin için sarf edebileceğim hiçbir beddua yok. Ne de olsa, annelerine belirsiz bir süre için elveda diye Umut’un o bir damlacık gözyaşı, Ada’nın kardeşini güldürmeye çalışırken titreyen o dudağı, Bediz’i havaalanına götürürken arabadaki o sessizliğin ağırlığı sizi bulacak, eninde sonunda, nerede olursanız olun.
Ben mi ne yapacağım bu esnada? Şimdiye değin ne yapıyorsam onu elbette.
Öğrencilerimle ilişkimi sadece dersler; müstakbel meslektaşlarıma desteğimi resmi danışmanlıklar, okuma yazmayı puan ve teşvikler, meslektaşlarımla dostluğumu unvanlar, makamlar üzerinden kurduğumu sanmış olamazsınız. Şimdiden bitirmem gereken bir kitap değerlendirmesi, bir kitap bölümü var. Bugün bir lisans öğrencimin ilk sunuşuna gideceğim mesela. Bir atılsam da, soyunsam dediğim dört, okusam dediğim yüzlerce kitap var. Mayamızda bir sürü proje var hem. Daha dün lisemin mezunlar derneği yönetim kurulunda neler neler konuşmuş, hele bir atılayım gerisi kolay demiştim. Ne zamandır bir hayal olarak konuştuğumuz kütüphane şimdiden yer konuşulan bir proje oldu bile.
‘PARA MI? ELİMİN KİRİ’
Para mı? Elimin kiri. Kafam rahat zira sahip olduğum hiçbir konfora ihtirasla bağlı değilim. Eski rektörüm hatırlayacaktır, imzamı çekmem için özel telkininden sonra söylediğim gibi: hiçbir şey yapamazsam satılacak bir evim ve arabam var. Artık asacağım tabelayı da biliyorum: “KHK’dan Satılık.”
ÖFKENİZE MUKAYYET, UMUDUNUZA SAHİP OLUN
Ah be dostlar istirhamımdır, siz de öfkenize mukayyet, umudunuza sahip olun; rüsva etmeyin şairi. Hele hele beni hiç merak etmeyin. İki kelam ettiysek şu ölümlü dünyada, siz beni bilirsiniz: Ne hızlı solcu olabildim bir kısmınız gibi, ne afili akademisyen, ne siyasetçi.
Ben gülmeyi bilirim en iyi, onu da kaptırmam merak etmeyin öyle kolay kolay kurda kuşa çünkü aklımda hep Bedri Rahmi:
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali
689 sayılı KHK ile ihraç edilen 484 akademisyen arasında Mersin Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ulaş Bayraktar ve eşi Yrd. Doç. Dr. Bediz Yılmaz da yer alıyor.
Serdar Ulaş Bayraktar: Nefretimi kazanamayacaksınız!
Bayraktar şu tepkiyi verdi: “Son zamanlarda soranlara, beyin ölümümüzün gerçekleştiğini söylüyordum zaten; sonunda memuriyet organlarımızı da hevesle kadro bekleyenlere bağışlayabildik. Gerçekten kızgın değilim, öfke duymuyorum. Geçen hafta Paris’teki terör saldırısında ölen polis memurunun sevgilisinin cenazede Antoine Leiris’den yaptığı alıntı benim hislerime de tercüman oluyor: “Vous n’aurez ma haine!- Nefretimi kazanamayacaksınız!”
EVİM VE ARABAMI BU TABELAYI ASACAĞIM: KHK’DAN SATILIK!
Sosyal medyadan duygularını paylaşan Doç. Dr. Bayraktar, “Kızgın değilim, öfke duymuyorum. Şerbetliyim ne de olsa, babamı beş yaşında benden alan sorunu nefretle, intikam duygusu ile düşünmemeyi bir şekilde becerebildiğimi sanıyorum. Mayamızda bir sürü proje var. Hiçbir şey yapamazsam satılacak bir evim ve arabam var. Asacağım tabelayı da biliyorum: ‘KHK’dan satılık.”
Annem aradığında, Ercan Kesal ve Enis Rıza ile “Zamanın İzinde” Kireççilerin Affe Hala ile Mustafa Suphi’nin eşi Maria ile yeni tanışmıştım. “KHK çıkmış” dedi, “Merak ediyorum bir bak, bana haber ver.”
Bakmama gerek kalmadan doktora dersimin Whatsapp grubunda müstakbel bir meslektaşım ‘Ne denir ki…” yazdı. Anladım; “haftaya ders yok denir” diye cevap verdim. Sonrası malum, adetten Resmi Gazete’nin sayfasına girip, dostların ve sevgilinin- ki o benim arkadaşım, aşkım, meslektaşım, yoldaşım ve şimdi KHKdaşım olur- yanında ismimi gördüm ve üzerimden koskocaman bir yükün kalktığını hissettim. Çünkü biz ismimizi oraya daha ilk KHK’da yazmıştık. Utançla sıramızı bekliyorduk. Son zamanlarda soranlara, beyin ölümümüzün gerçekleştiğini söylüyordum zaten; sonunda memuriyet organlarımızı da hevesle kadro bekleyenlere bağışlayabildik.
NEFRETİMİ KAZANAMAYACAKSINIZ!
Telefonumu kapattım sonra… Çünkü onca dostumun ne söyleyeceğini biliyordum, onlar da benim ne söyleyeceğimi tahmin eder, dedim. Onların varlığını, desteğini hissetmek için seslerini duymama gerek yoktu ki… Ne avuntuya ihtiyacım vardı, ne de avutmaya çünkü ne üzgündüm, ne kızgın.
Gerçekten kızgın değilim, öfke duymuyorum. Geçen hafta Paris’teki terör saldırısında ölen polis memurunun sevgilisinin cenazede Antoine Leiris’den yaptığı alıntı benim hislerime de tercüman oluyor: “Vous n’aurez ma haine!- Nefretimi kazanamayacaksınız!”
ŞERBETLİYİM NE DE OLSA….
Siz de benim öfkemi, nefretimi kazanamayacaksınız. Şerbetliyim ne de olsa; babamı beş yaşında benden alan sorunu nefretle, intikam duygusu ile düşünmemeyi bir şekilde becerebildiğimi sanıyorum. Şimdi çocuklarımı bir süre annelerinden uzak, beni öğrencilerimden, derslerimden ayrı koyan sizleri de anlıyorum.
SUÇLULUK DUYGUNUZU ANLIYORUM…
Anlıyorum, çünkü sarhoşluğu ve ertesi gün yaşanan suçluluk duygusunu iyi bilirim. Sizler de, biliyorum ki, makamın, iktidarın, unvanların sarhoşluğu içinde “var mı bana yan bakan” naraları atıyorsunuz şimdi. Bir gün ayılacaksınız ve o zaman siz de anlayacaksınız ne büyük haksızlıklara ve adaletsizliklere sebep, alet olduğunuzu. Çünkü siz yarının vaatlerine kanmış durumda, bugünde değil o serapta nefes alıyorsunuz. Ben ise yarından düne, bugüne bakmaya çalışıyor ve yarın utanacağım hiçbir şey görememenin huzuruyla yastığa koyuyorum başımı.
Öyle olmasa sadece iki sene önce beni şimdi memuriyetten ihraç eden rektörün danışmanlık teklifinin üzerine atlar, şimdi bir profesör olarak makamlardan makam beğenir olurdum. Ya da ne zamandır yurt dışından gelen davetlere, yurtiçinden gelen telkinlere uyar istifamı basar, çok daha kolay bir hayata başlamış olurdum. Ama ben şimdi sahip olabileceğim rahatı, yarın hissedeceğim huzura yeğlemedim.
‘SADECE BARIŞ GELSİN İSTEDİM’
Çünkü sadece barış gelsin, adalet olsun istedim, istiyorum. Sadece bu niyetle attığım imzayı çekmedim. Terörle mücadelede ifademi alan polis memurlarına -savunmadan sonra- söylediğim gibi o imzadaki tek muradım, onların eşlerinin, annemin; çocuklarının, benim ve kardeşimin yaşadıklarını yaşamamalarıydı. Anlamadınız, anlamak istemediniz… Canınız sağ olsun…
Sağ olsun çünkü biliyorum ki, canınız sağ oldukça aklınıza düşeceğim. Yaptığınız haksızlığı adımı her duyduğunuzda, beni her hatırladığınızda idrak edeceksiniz. Sizin için sarf edebileceğim hiçbir beddua yok. Ne de olsa, annelerine belirsiz bir süre için elveda diye Umut’un o bir damlacık gözyaşı, Ada’nın kardeşini güldürmeye çalışırken titreyen o dudağı, Bediz’i havaalanına götürürken arabadaki o sessizliğin ağırlığı sizi bulacak, eninde sonunda, nerede olursanız olun.
Ben mi ne yapacağım bu esnada? Şimdiye değin ne yapıyorsam onu elbette.
Öğrencilerimle ilişkimi sadece dersler; müstakbel meslektaşlarıma desteğimi resmi danışmanlıklar, okuma yazmayı puan ve teşvikler, meslektaşlarımla dostluğumu unvanlar, makamlar üzerinden kurduğumu sanmış olamazsınız. Şimdiden bitirmem gereken bir kitap değerlendirmesi, bir kitap bölümü var. Bugün bir lisans öğrencimin ilk sunuşuna gideceğim mesela. Bir atılsam da, soyunsam dediğim dört, okusam dediğim yüzlerce kitap var. Mayamızda bir sürü proje var hem. Daha dün lisemin mezunlar derneği yönetim kurulunda neler neler konuşmuş, hele bir atılayım gerisi kolay demiştim. Ne zamandır bir hayal olarak konuştuğumuz kütüphane şimdiden yer konuşulan bir proje oldu bile.
‘PARA MI? ELİMİN KİRİ’
Para mı? Elimin kiri. Kafam rahat zira sahip olduğum hiçbir konfora ihtirasla bağlı değilim. Eski rektörüm hatırlayacaktır, imzamı çekmem için özel telkininden sonra söylediğim gibi: hiçbir şey yapamazsam satılacak bir evim ve arabam var. Artık asacağım tabelayı da biliyorum: “KHK’dan Satılık.”
ÖFKENİZE MUKAYYET, UMUDUNUZA SAHİP OLUN
Ah be dostlar istirhamımdır, siz de öfkenize mukayyet, umudunuza sahip olun; rüsva etmeyin şairi. Hele hele beni hiç merak etmeyin. İki kelam ettiysek şu ölümlü dünyada, siz beni bilirsiniz: Ne hızlı solcu olabildim bir kısmınız gibi, ne afili akademisyen, ne siyasetçi.
Ben gülmeyi bilirim en iyi, onu da kaptırmam merak etmeyin öyle kolay kolay kurda kuşa çünkü aklımda hep Bedri Rahmi:
Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali
*YÜZBAŞI BEŞİR BAYRAKTAR KİMDİR?
Doç. Dr. Ulaş Bayraktar’ın babası Yüzbaşı Beşir Bayraktar, o dönemlerde “Apocular” olarak bilinen PKK’nın ilk eyleminde 1980 yılında Mardin’in Derik ilçesinde çıkan çatışmada şehit olmuştu.