[Akif Umut Avaz, yazdı]
Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi mevzuu Reza Zarrab ve ABD’de görülmekte olan davası. Hani Zarrab’ın tutuklandığı ilk günlerde Türkiye’nin siyasal İslamcı diktatörü Recep Tayyip Erdoğan ve avanelerinin “Bizimle ne alakası var canım?” dedikleri dava.
Son aylarda ABD’de tutuklu olan Zarrab’ın yanına, yüz milyarlarca dolarlık para/altın transferiyle İran ambargosunu delmesine Halk Bankası’nı alet edenlerden bankanın Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla da eklendi. Böylece işin boyutu değişti, genişledi. Aldıkları yüklü rüşvetler karşılığı Zarrab’ın yasadışı işlerine uzaktan yakından adı karışmış AKP’li siyasiler ve bürokratlar ABD’ye seyahat edemez oldu. Kim bilir belki pek yakında Türkiye dışına çıkamaz hale de gelebilirler. Yani sancı büyük. Dolayısıyla kirli pazarlık masasına sürülen tavizler de…
ULUSAL ÇIKARLARI ŞAHSİ MENFAATLERİNE ENDEKSLEDİ
Uzunca bir süredir demokratik karar alma süreçlerinin devre dışı kaldığı ülkede tek karar alma mercii haline gelen Erdoğan, Türkiye’nin ulusal güvenliğini ve dış politika menfaatlerini şahsi menfaatlerine ve siyasi çıkarlarına endeksleme imkânı buldu. Menfaat ve çıkarları derken, bahsettiklerimiz her halükarda çıkar çatışmasına konu edilebilecek meşru menfaatler ve çıkarlar değil. Gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında asgari hukuk standartlarına göre bile suç, uluslararası suç ve hatta savaş suçu sayılabilecek yasadışı eylem ve işlemler…
Şurası açık ki, farklı düzlemlerde suç oluşturan hiçbir eylem ve edim el çabukluğu ile yok edilemiyor. 17/25 Aralık 2013’te ulusal ve uluslararası suç niteliğindeki kepazeliklerin sadece bir kısmı ortaya saçıldığında kıyametler kopmuştu. Erdoğan, kendisi ve çevresindekilerin akıl almaz ihanetlerini örtbas etmek uğruna Türkiye’de yargı, polis, bürokrasi, medya ve sivil toplumda taş üstünde taş bırakmamıştı.
Yüz binlerce masum insanı mağdur etmek, on binlercesini hapse atmak pahasına pisliklerinin üzerini örttüğünü sanmıştı. Ama sandığı ve umduğu gibi olmadı. Üzerine oturarak kapamaya çalıştığı pislik o kadar büyüktü ki, kokusu her yerden duyuldu. Taa Amerikalarda hortlayarak kendisini ele verdi. Ve nihayet, ülkenin ulusal güvenliğini ve hassas milli menfaatlerini bile çirkin pazarlıkların döndüğü taviz masasına sürdüğü bir aşamaya geldi.
TRUMP’IN ÇEVRESİNE YATIRIM YAPIP, SEÇİLMESİNE SEVİNDİLER
Malumunuz, Obama’dan sonra Donald Trump’ın sürpriz ve tartışmalı bir şekilde seçilerek ABD Başkanlık koltuğuna oturması başta İslam dünyası olmak üzere tüm dünyada şok etkisi yaratmıştı. İslamofob ve ırkçı bir isim olan Trump’ın beklenmedik başarısı tuhaf bir şekilde sadece Erdoğan ve yandaşlarını sevindirdi. Obama’dan bulamadıkları yüzü Trump’tan bulabileceklerine dair bir umut, Erdoğan ve çevresinde gizleme ihtiyacı pek duymadıkları coşkulu bir sevince yol açtı.
Belli ki, kadro ve yönetim anlayışı bakımından Obama’nın devamı niteliğinde olacak Hillary Clinton’ın muhtemel başkanlığından pek bir beklentileri yoktu. Kampanya döneminden itibaren tüm yatırımlarını, bir ihtimal kazanabilir gördükleri Trump’a yapmışlardı. Trump’ın çevresindeki etkili isimleri kuşatmaya almış, kesenin ağzını açmışlardı. İlişkilerini o kadar ileri götürmüşlerdi ki, klasik bir Erdoğan karşıtı olan ve daha sonra Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı atayacağı eski General Michael Flynn’a, üstelik ABD’nin seçim günü, Erdoğan’ın izandan yoksun görüşlerine papağanlık edecek bir yazı bile yazdırmayı başarmışlardı.
Flynn’ın saçma sapan bir yazı yazmakla kalmayıp, Erdoğan’ın en has maşalarından biri olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve damat kontenjanından Enerji Bakanı olan Berat Albayrak ile birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi’yi yasadışı mafyatik bir operasyonla ABD’den kaçırmayı planlayacak kadar ileri gittiği ise çok sonraki günlerde ortaya çıkacaktı. Erdoğan ve avanelerinin Trump’a dair siyasi hesapları sürpriz şekilde tutmuş olsa da kirli planları başlarına geçmişti. Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevinin üzerinden daha ay geçmemişken Flynn istifa etmek zorunda kaldı.
ERDOĞAN’IN ÜZERİNE OYNADIĞI TEK AT FLYNN DEĞİLDİ
Erdoğan’ın üzerine oynadığı tek at Flynn değildi tabii. Türkiye’nin kamu kaynaklarından on milyonlarca dolar harcayarak Trump’un yakın çevresinde daha kimlere kanca attıklarını anlayabilmemiz için biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu. ABD gibi nispeten şeffaf, yargısı bağımsız, medyası güçlü bir toplumda hiçbir kirli ilişki ilelebet gizli kalamazdı. Kalmadı da.
Flynn’ın Erdoğan’ın mafyatik çevresi ile olan kirli ilişkilerini nasıl ki Amerikan medyası ortaya çıkardıysa, avukatlığına soyundukları Zarrab’ın davasını çirkin bir siyasi pazarlık konusu haline getirmeye çalışan eski New York Belediye Başkanı Rudolph Giuliani ve eski başsavcı Michael Mukasey’in Erdoğan’la angajmanlarını ortaya çıkaran da Amerikan medyası oldu.
Erdoğan’ın başlangıçta peynir ekmek yeme rahatlığında yalan söyleyip “Bizimle ne alakası var?” dediği Zarrab konusunda aslında uykularının kaçtığını bilmeyen yoktu. Zarrab soruşturmasının dallanıp budaklanarak sadece İran’a yaptırımların ihlali ile sınırlı kalmayıp Suriye’de radikal İslamcı terör gruplarına kimyasal silah teminine varıncaya kadar, hakkında ne tür uluslararası soruşturmaları tetikleyebileceğini şüphesiz ki en iyi, ne tür uluslararası suçlar işlediğini herkesten çok daha iyi bilen Erdoğan tahmin ediyordu. Bu yüzden, ne pahasına olursa olsun bir önlem alması gerekiyordu. Trump Yönetimi ve kesenin ağzı sonuna kadar açılarak önceden ilişki kurulan Trump’ın yakın adamları kendisi için çok büyük bir şanstı.
KİRLİ İŞLERİN USTASI, ALENGİRLİ İLİŞKİLERİN KOMPETANI
Neticede Erdoğan bu tür kirli işlerin ustası, alengirli ilişkilerin kompetanı ve büyük tornistanların adamıydı. Bu konularda eşsiz bir tecrübeye sahipti. Hatırlayalım, daha önce Obama ve Batı’dan bulamadığı desteği, o zamana kadar ağız dolusu hakaretler ettiği Putin’e yılışarak bulmayı denemişti. Sınırda düşürülen Rus uçağına dair türlü şekillerde özür üzerine özürler dilenmiş ve amacında kısmen başarılı da olmuştu. Putin’le Moskova’da yaptığı anlaşmada Suriye’ye girecek Türk askerlerinin sadece Esed yönetiminin lehine olacak şekilde çarpışacağı açıkça yer almasına rağmen, Erdoğan sırf Putin’e yaranmak için Suriye’ye soktuğu Mehmetçiği, iç kamuoyuna sanki Esed karşıtı bir operasyonun parçası gibi sunarak yalan söylemekten çekinmemişti.
Bugün geldiğimiz noktada aylarca süren, on milyonlarca dolara mal olan Fırat Kalkanı operasyonunun 70’den fazla şehit dışında bir verimi olduğunu makul bir şekilde savunacak kimseyi bulamazsınız. Uluslararası alanda değersiz yalnızlaşmasına çare olarak gördüğü Rus/Putin desteğine Mehmetçiğin kanını, canını meze yapan Erdoğan, bugün tam tersi bir hamleyle, işlediği uluslararası suçların sadece bir kısmını bildiği için iplerinin elinde olduğunu düşündüğü Reza Zarrab’ı kurtarmak için yine Mehmetçiğin kanını canını Trump yönetimiyle yürüttüğü kirli pazarlıklara meze yapmaktan çekinmiyor.
ERDOĞAN’IN VOODOO BEBEĞİ, REEL POLİTİĞİN GÜÇ SİMSARLARININ ELİNDE
Farklı çerçeve ve konseptlerde de olsa Mehmetçiğin kanı, canı üzerinden gerek Rusya, gerek ABD ile yapılan kirli pazarlıklarda ana tema ise “IŞİD’e karşı mücadele.” Peki, aklı olan hiç sormaz mı ki, bugüne kadar IŞİD dâhil Suriye ve Irak’taki her türlü radikal İslamcı terör örgütünün destekçisi ve hamisi olmuş bir Erdoğan, nasıl olacak da IŞİD’e karşı sahih bir mücadelenin parçası olacak? Türkiye’de hala IŞID ve el-Kaide militanları üzerine kol kanat geren, radikal İslamcı militanlar ve uluslararası Cihadistler hasbelkader yakalanmışlarsa anında 10’ar 20’şer serbest bıraktıran bir Erdoğan’ın Suriye’de IŞİD’e karşı gerçekten mücadele edebileceğine inanmak biraz komik kaçmıyor mu? Sahiden de IŞİD’le yurtiçinde yapılmayan mücadelenin Suriye’de yapılacağına hangi ahmak inanır?
Ahmaklar değil belki ama reel politiğin güç simsarları bu tür şeylere işlerine geldiği oranda inanır gibi yapmakta oldukça mahirdir. Ellerinde adeta Erdoğan’ın bir voodoo bebeğine dönüşen Reza Zarrab’a sokacakları her iğnenin Ankara’da kimi nasıl yerinden zıplattığını çok iyi bilen Trump Yönetimi’nin Türkiye’yi gönüllerince evirip çevirmelerine sınırsız imkan veren bu eşsiz fırsatı kaçıracaklarını düşünmek ahmaklık olur. Neticede Zarrab aparatını kullanarak Erdoğan’ı dilediklerince parmaklarında oynatabileceklerini çok iyi bilen kurt bir ekip devrede.
TRUMP’IN ERDOĞAN’I TEBRİĞİNİN CİDDİ BİR AÇIKLAMAYA İHTİYACI VAR
Bu çerçevede, Trump’ın hiçbir Batılı liderin yapmadığını yapıp Amerikan kamuoyundan ve demokrat dünyadan geleceğinden şüphe duymayacağı sert eleştirileri göze almak pahasına hileli referandum sonrası Erdoğan’ı arayarak tebrik etmesinin bilinenin ve tahmin edilenin çok ötesinde ciddi bir açıklaması olsa gerektir. Ki o açıklamada mutlaka Giuliani ve Mukasey’in Şubat ayında Erdoğan ile yaptığı görüşmeye de bir yer ayırmak icap eder.
Pazartesi günü bu yazıyı kalem aldığım saatlerde Reza Zarrab henüz hâkim karşısına çıkmamıştı. Davaya bakan hâkimin nasıl bir baskı altına alındığını, bu baskıya boyun eğip davayı uluslararası çirkin pazarlıkların bir aracı haline getirip getirmeyeceği henüz bilinmiyordu. Dava yargıcının Giuliani ve Mukasey’in tartışmalı avukatlığını onaylaması halinde bu soruya cevap bulacağız. Böylece, Erdoğan’ın 17/25 Aralık 2013 pisliklerinin üstünü örtme çabasında önemli bir yol aldığını da görmüş olacağız.
KONDUĞU HER DALDA FARKLI ŞAKIYAN BİR BARIŞ GÜVERCİNİ…
Bu konudaki ilk başarısını New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara’nın 12 Mart’ta görevden alınmasıyla elde eden Erdoğan’ın, kazanımlarından ziyade sanırım bu kazanımları nasıl ve ne pahasına elde ettiğine odaklanmak daha isabetli olabilir. Eminim ki, Zarrab davasının siyasileştirilmesi ve yargı bağımsızlığının delinmesine yönelik çabaya dair tartışmayı şeffaflığa düşkün Amerikan toplumu, özgür medyası, bağımsız yargısı ve demokrat siyaset çevreleri hakkıyla yapacaktır. Bizim ise, bu kirli pazarlıkta masaya sürülen milli menfaatlerimize, ulusal güvenlik çıkarlarımıza, suç ortakları Reza’yı kurtarmak uğruna kirli pazarlıklara meze yapılan Mehmetçiklere odaklanmamız gerekir. Erdoğan’ın şahsi hırsları, siyasi hesapları, kirli pazarlıklarına malzeme yapılan Mehmetçiğin kanı, canına…
Amerikan yargısından istediğini alabilirse önümüzdeki günlerden itibaren Erdoğan’ın gerek PYD ve YPG’nin Suriye’deki edinimleri, gereke son dönemde diline pelesenk ettiği PKK konusundaki sert açıklamaları tarih olur. MİT’in kontrolündeki PKK ile tamamen şahsi ihtiraslar ve siyasi hesaplarla başlattığı kirli savaş ve PYD/YPG karşıtlığı yürütülen bu kirli pazarlıklar neticesinde son bulur. Ve hatta bir bakmışsınız ki Erdoğan yeniden bir barış güvercini oluvermiş. İpinin çekildiği her dala zıplayan, konduğu her dalda farklı şakıyan, her an bir başkasının türküsünü çığırmak zorunda kalan bir barış güvercini…
Son aylarda ABD’de tutuklu olan Zarrab’ın yanına, yüz milyarlarca dolarlık para/altın transferiyle İran ambargosunu delmesine Halk Bankası’nı alet edenlerden bankanın Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla da eklendi. Böylece işin boyutu değişti, genişledi. Aldıkları yüklü rüşvetler karşılığı Zarrab’ın yasadışı işlerine uzaktan yakından adı karışmış AKP’li siyasiler ve bürokratlar ABD’ye seyahat edemez oldu. Kim bilir belki pek yakında Türkiye dışına çıkamaz hale de gelebilirler. Yani sancı büyük. Dolayısıyla kirli pazarlık masasına sürülen tavizler de…
ULUSAL ÇIKARLARI ŞAHSİ MENFAATLERİNE ENDEKSLEDİ
Şurası açık ki, farklı düzlemlerde suç oluşturan hiçbir eylem ve edim el çabukluğu ile yok edilemiyor. 17/25 Aralık 2013’te ulusal ve uluslararası suç niteliğindeki kepazeliklerin sadece bir kısmı ortaya saçıldığında kıyametler kopmuştu. Erdoğan, kendisi ve çevresindekilerin akıl almaz ihanetlerini örtbas etmek uğruna Türkiye’de yargı, polis, bürokrasi, medya ve sivil toplumda taş üstünde taş bırakmamıştı.
Yüz binlerce masum insanı mağdur etmek, on binlercesini hapse atmak pahasına pisliklerinin üzerini örttüğünü sanmıştı. Ama sandığı ve umduğu gibi olmadı. Üzerine oturarak kapamaya çalıştığı pislik o kadar büyüktü ki, kokusu her yerden duyuldu. Taa Amerikalarda hortlayarak kendisini ele verdi. Ve nihayet, ülkenin ulusal güvenliğini ve hassas milli menfaatlerini bile çirkin pazarlıkların döndüğü taviz masasına sürdüğü bir aşamaya geldi.
TRUMP’IN ÇEVRESİNE YATIRIM YAPIP, SEÇİLMESİNE SEVİNDİLER
Malumunuz, Obama’dan sonra Donald Trump’ın sürpriz ve tartışmalı bir şekilde seçilerek ABD Başkanlık koltuğuna oturması başta İslam dünyası olmak üzere tüm dünyada şok etkisi yaratmıştı. İslamofob ve ırkçı bir isim olan Trump’ın beklenmedik başarısı tuhaf bir şekilde sadece Erdoğan ve yandaşlarını sevindirdi. Obama’dan bulamadıkları yüzü Trump’tan bulabileceklerine dair bir umut, Erdoğan ve çevresinde gizleme ihtiyacı pek duymadıkları coşkulu bir sevince yol açtı.
Belli ki, kadro ve yönetim anlayışı bakımından Obama’nın devamı niteliğinde olacak Hillary Clinton’ın muhtemel başkanlığından pek bir beklentileri yoktu. Kampanya döneminden itibaren tüm yatırımlarını, bir ihtimal kazanabilir gördükleri Trump’a yapmışlardı. Trump’ın çevresindeki etkili isimleri kuşatmaya almış, kesenin ağzını açmışlardı. İlişkilerini o kadar ileri götürmüşlerdi ki, klasik bir Erdoğan karşıtı olan ve daha sonra Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı atayacağı eski General Michael Flynn’a, üstelik ABD’nin seçim günü, Erdoğan’ın izandan yoksun görüşlerine papağanlık edecek bir yazı bile yazdırmayı başarmışlardı.
Flynn’ın saçma sapan bir yazı yazmakla kalmayıp, Erdoğan’ın en has maşalarından biri olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve damat kontenjanından Enerji Bakanı olan Berat Albayrak ile birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi’yi yasadışı mafyatik bir operasyonla ABD’den kaçırmayı planlayacak kadar ileri gittiği ise çok sonraki günlerde ortaya çıkacaktı. Erdoğan ve avanelerinin Trump’a dair siyasi hesapları sürpriz şekilde tutmuş olsa da kirli planları başlarına geçmişti. Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevinin üzerinden daha ay geçmemişken Flynn istifa etmek zorunda kaldı.
ERDOĞAN’IN ÜZERİNE OYNADIĞI TEK AT FLYNN DEĞİLDİ
Erdoğan’ın üzerine oynadığı tek at Flynn değildi tabii. Türkiye’nin kamu kaynaklarından on milyonlarca dolar harcayarak Trump’un yakın çevresinde daha kimlere kanca attıklarını anlayabilmemiz için biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu. ABD gibi nispeten şeffaf, yargısı bağımsız, medyası güçlü bir toplumda hiçbir kirli ilişki ilelebet gizli kalamazdı. Kalmadı da.
Flynn’ın Erdoğan’ın mafyatik çevresi ile olan kirli ilişkilerini nasıl ki Amerikan medyası ortaya çıkardıysa, avukatlığına soyundukları Zarrab’ın davasını çirkin bir siyasi pazarlık konusu haline getirmeye çalışan eski New York Belediye Başkanı Rudolph Giuliani ve eski başsavcı Michael Mukasey’in Erdoğan’la angajmanlarını ortaya çıkaran da Amerikan medyası oldu.
Erdoğan’ın başlangıçta peynir ekmek yeme rahatlığında yalan söyleyip “Bizimle ne alakası var?” dediği Zarrab konusunda aslında uykularının kaçtığını bilmeyen yoktu. Zarrab soruşturmasının dallanıp budaklanarak sadece İran’a yaptırımların ihlali ile sınırlı kalmayıp Suriye’de radikal İslamcı terör gruplarına kimyasal silah teminine varıncaya kadar, hakkında ne tür uluslararası soruşturmaları tetikleyebileceğini şüphesiz ki en iyi, ne tür uluslararası suçlar işlediğini herkesten çok daha iyi bilen Erdoğan tahmin ediyordu. Bu yüzden, ne pahasına olursa olsun bir önlem alması gerekiyordu. Trump Yönetimi ve kesenin ağzı sonuna kadar açılarak önceden ilişki kurulan Trump’ın yakın adamları kendisi için çok büyük bir şanstı.
KİRLİ İŞLERİN USTASI, ALENGİRLİ İLİŞKİLERİN KOMPETANI
Neticede Erdoğan bu tür kirli işlerin ustası, alengirli ilişkilerin kompetanı ve büyük tornistanların adamıydı. Bu konularda eşsiz bir tecrübeye sahipti. Hatırlayalım, daha önce Obama ve Batı’dan bulamadığı desteği, o zamana kadar ağız dolusu hakaretler ettiği Putin’e yılışarak bulmayı denemişti. Sınırda düşürülen Rus uçağına dair türlü şekillerde özür üzerine özürler dilenmiş ve amacında kısmen başarılı da olmuştu. Putin’le Moskova’da yaptığı anlaşmada Suriye’ye girecek Türk askerlerinin sadece Esed yönetiminin lehine olacak şekilde çarpışacağı açıkça yer almasına rağmen, Erdoğan sırf Putin’e yaranmak için Suriye’ye soktuğu Mehmetçiği, iç kamuoyuna sanki Esed karşıtı bir operasyonun parçası gibi sunarak yalan söylemekten çekinmemişti.
Bugün geldiğimiz noktada aylarca süren, on milyonlarca dolara mal olan Fırat Kalkanı operasyonunun 70’den fazla şehit dışında bir verimi olduğunu makul bir şekilde savunacak kimseyi bulamazsınız. Uluslararası alanda değersiz yalnızlaşmasına çare olarak gördüğü Rus/Putin desteğine Mehmetçiğin kanını, canını meze yapan Erdoğan, bugün tam tersi bir hamleyle, işlediği uluslararası suçların sadece bir kısmını bildiği için iplerinin elinde olduğunu düşündüğü Reza Zarrab’ı kurtarmak için yine Mehmetçiğin kanını canını Trump yönetimiyle yürüttüğü kirli pazarlıklara meze yapmaktan çekinmiyor.
ERDOĞAN’IN VOODOO BEBEĞİ, REEL POLİTİĞİN GÜÇ SİMSARLARININ ELİNDE
Farklı çerçeve ve konseptlerde de olsa Mehmetçiğin kanı, canı üzerinden gerek Rusya, gerek ABD ile yapılan kirli pazarlıklarda ana tema ise “IŞİD’e karşı mücadele.” Peki, aklı olan hiç sormaz mı ki, bugüne kadar IŞİD dâhil Suriye ve Irak’taki her türlü radikal İslamcı terör örgütünün destekçisi ve hamisi olmuş bir Erdoğan, nasıl olacak da IŞİD’e karşı sahih bir mücadelenin parçası olacak? Türkiye’de hala IŞID ve el-Kaide militanları üzerine kol kanat geren, radikal İslamcı militanlar ve uluslararası Cihadistler hasbelkader yakalanmışlarsa anında 10’ar 20’şer serbest bıraktıran bir Erdoğan’ın Suriye’de IŞİD’e karşı gerçekten mücadele edebileceğine inanmak biraz komik kaçmıyor mu? Sahiden de IŞİD’le yurtiçinde yapılmayan mücadelenin Suriye’de yapılacağına hangi ahmak inanır?
Ahmaklar değil belki ama reel politiğin güç simsarları bu tür şeylere işlerine geldiği oranda inanır gibi yapmakta oldukça mahirdir. Ellerinde adeta Erdoğan’ın bir voodoo bebeğine dönüşen Reza Zarrab’a sokacakları her iğnenin Ankara’da kimi nasıl yerinden zıplattığını çok iyi bilen Trump Yönetimi’nin Türkiye’yi gönüllerince evirip çevirmelerine sınırsız imkan veren bu eşsiz fırsatı kaçıracaklarını düşünmek ahmaklık olur. Neticede Zarrab aparatını kullanarak Erdoğan’ı dilediklerince parmaklarında oynatabileceklerini çok iyi bilen kurt bir ekip devrede.
TRUMP’IN ERDOĞAN’I TEBRİĞİNİN CİDDİ BİR AÇIKLAMAYA İHTİYACI VAR
Bu çerçevede, Trump’ın hiçbir Batılı liderin yapmadığını yapıp Amerikan kamuoyundan ve demokrat dünyadan geleceğinden şüphe duymayacağı sert eleştirileri göze almak pahasına hileli referandum sonrası Erdoğan’ı arayarak tebrik etmesinin bilinenin ve tahmin edilenin çok ötesinde ciddi bir açıklaması olsa gerektir. Ki o açıklamada mutlaka Giuliani ve Mukasey’in Şubat ayında Erdoğan ile yaptığı görüşmeye de bir yer ayırmak icap eder.
Pazartesi günü bu yazıyı kalem aldığım saatlerde Reza Zarrab henüz hâkim karşısına çıkmamıştı. Davaya bakan hâkimin nasıl bir baskı altına alındığını, bu baskıya boyun eğip davayı uluslararası çirkin pazarlıkların bir aracı haline getirip getirmeyeceği henüz bilinmiyordu. Dava yargıcının Giuliani ve Mukasey’in tartışmalı avukatlığını onaylaması halinde bu soruya cevap bulacağız. Böylece, Erdoğan’ın 17/25 Aralık 2013 pisliklerinin üstünü örtme çabasında önemli bir yol aldığını da görmüş olacağız.
KONDUĞU HER DALDA FARKLI ŞAKIYAN BİR BARIŞ GÜVERCİNİ…
Bu konudaki ilk başarısını New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara’nın 12 Mart’ta görevden alınmasıyla elde eden Erdoğan’ın, kazanımlarından ziyade sanırım bu kazanımları nasıl ve ne pahasına elde ettiğine odaklanmak daha isabetli olabilir. Eminim ki, Zarrab davasının siyasileştirilmesi ve yargı bağımsızlığının delinmesine yönelik çabaya dair tartışmayı şeffaflığa düşkün Amerikan toplumu, özgür medyası, bağımsız yargısı ve demokrat siyaset çevreleri hakkıyla yapacaktır. Bizim ise, bu kirli pazarlıkta masaya sürülen milli menfaatlerimize, ulusal güvenlik çıkarlarımıza, suç ortakları Reza’yı kurtarmak uğruna kirli pazarlıklara meze yapılan Mehmetçiklere odaklanmamız gerekir. Erdoğan’ın şahsi hırsları, siyasi hesapları, kirli pazarlıklarına malzeme yapılan Mehmetçiğin kanı, canına…
Amerikan yargısından istediğini alabilirse önümüzdeki günlerden itibaren Erdoğan’ın gerek PYD ve YPG’nin Suriye’deki edinimleri, gereke son dönemde diline pelesenk ettiği PKK konusundaki sert açıklamaları tarih olur. MİT’in kontrolündeki PKK ile tamamen şahsi ihtiraslar ve siyasi hesaplarla başlattığı kirli savaş ve PYD/YPG karşıtlığı yürütülen bu kirli pazarlıklar neticesinde son bulur. Ve hatta bir bakmışsınız ki Erdoğan yeniden bir barış güvercini oluvermiş. İpinin çekildiği her dala zıplayan, konduğu her dalda farklı şakıyan, her an bir başkasının türküsünü çığırmak zorunda kalan bir barış güvercini…
(TR724)