[Nazif Apak, yazdı]
Medya gruplarına tek tek diz çöktürmeyi kafaya takan Reis’in en çok öfkelendiği insan Akın İpek’ti. Akın Bey’e adamlar gönderdi. Bir bakanın Akın Bey’in aile dostu olduğunu, yıllar boyunca çok yakından görüştüğünü biliyordu. Bakan Bey aracılığı ile kelle istedi. Gazete yöneticileri ve köşe yazarlarından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Hangi patrondan istese anında kelle teslim ediliyordu o günlerde. Akın Bey öyle yapmadı. Bu, Reis’in öfkesini artırdıkça artırdı.
Önce İpek medya Grubu’nun çok sesli ve demokratik yayın yapmasını protesto etme kararı verdi Reis. Bundan sonra hiçbir AKP yetkilisi Bugün TV’ye çıkmayacak, İpek Grubunun gazetelerine röportaj vermeyecekti. Öyle de oldu. Ne var ki bu yaklaşımın partiye hiçbir fayda sağlamadığı görüldü. İnadım inat denerek devam edildi yola.
Reis bu sefer Bugün Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Erhan Başyurt’a sitemlerini aktarmaya başladı. İlk defa buraya ve açıkça yazıyorum: Asıl konu sadece yayınlar değildi. Hazımsızlığın temeli, ekonomik sebeplere de dayanıyordu. Demokratik yayınlar İpek Grubu’na çökmek için vesile yapıldı. İpek Grubu’nun altın işletmeciliği yapması, muazzam bir otel, harikulade bir üniversite yapması ve ticari konularda başarı üstüne başarı elde etmesi hem kıskançlığa neden oluyordu hem de bazılarının iştahını açıyordu.
YENİ GELİR KAPISI AÇMAK İSTİYORDU BİRİLERİ
Bir taşla iki kuş vurmak istiyordu birileri. Yapacağı baskı ile hem borazanlaşan bir medya kurguluyordu, hem de kendilerine yeni bir gelir kapısı açmak istiyordu. Haraç alır gibi bir miktar ‘yardım, bağış, katkı’ gibi şeyler alınacak; onunla da yetinilmeyecek ve her an alkış tufanına hazır medya grupları oluşturulacaktı.
Erhan Başyurt’un başına gelen, bir tablo halinde nakledilmişti vaktiyle. En az on gazetecinin; bir o kadar da bürokratın şahit olduğu bir hadiseyi hatırlamakta fayda var. Erdoğan medya yöneticilerine hoş geldiniz derken Erhan Başyurt ve Fatih Altaylı’ya özel bir mesaj verdi; hem de herkesin içinde. Dedi ki: ‘Saatlerce üzerinde çalıştım ve gördüm ki maden ruhsatlarının çoğunu yanlış vermişiz.’ Bu cümleler neden Altaylı ve Başyurt’a söyleniyordu? Çünkü her iki medya grubunun patronu da madencilik sektöründe çalışıyordu. Turgay Ciner’i ayakta tutan kömür işletmeciliği idi ve yatırımlarının ayakta durabilmesi için devletin himayesine ihtiyaç vardı. Akın Bey, en zor madencilik türünden birine (altın) patronluk yapıyordu.
DOĞAN GRUBU’NA TAVSİYE: KENDİNİZİ EZDİRMEYİN
Başyurt ve Altaylı’nın alenen tehdit edildiği o açık görüşmede bir sahne daha var ki bugüne kadar medyada ne yazıldı ve konuşuldu. Erdoğan iki medya grubuna madencilik üzerine ayar verdikten sonra Enis Berberoğlu’na dönerek ‘Sen bi gel, beni gör’ anlamında bir el işareti yaptı. Bana nakledildiğine göre o anda bu tuhaf tablodan rahatsızlığını bir tek Ekrem Dumanlı belli etmiş. Berberoğlu, Erdoğan’ın işaret ettiği yere doğru hareket ederken Dumanlı’nın meslektaşına ‘Kendinizi bu kadar ezdirmeyin’ dediğini bana oradaki bir meslektaşım nakletti.
Berberoğlu’nun o gün vaziyeti nasıl kurtardığını, kendisine ne söylendiğini, Hürriyet yönetmeninin buna nasıl cevap verdiğini bilemiyorum. Sorduğum gazeteci ‘Bunu anlamak çok da zor değil; o görüşmeden sonra kimlerin işine son verilmiş, kim köşe yazmaya başlamış; ona baksan nelerin pazarlık konusu yapıldığını anlarsın’ dedi. Bir de ekleme yaptı: Hürriyet iki isim önererek Reis’in baskısını azaltmak istemiş ve İbrahim Kalın ve Nuh Yılmaz’ın Hürriyet’te yazmasını teklif etmiş Doğan Grubu. Ancak Reis onlara başka isimler söylüyor ve kelle teslimini ön koşul sayıyor…
ANKARA’DA SAĞIR SULTAN BİLE DUYDU
Dönelim Akın İpek’e. Kendi bakanını gönderip umduğu sonucu alamayan, genel yayın yönetmeni ile mesaj yollayıp muhatap bulamayan Reis, Akın Bey’i bizzat görmek istedi. Randevular ayarlandı. Erdoğan, bir ara lafı dolaştırıp konuyu madenlere getiriverdi: ‘Akın Bey biliyorsun, toprağın üstü de altı da devletindir.’ Demek istediği yeterince açık değil mi? Her ne kadar bazı köşe yazarlarından TV programcılarından rahatsız olduğunu söylese de mevzuun temeli ticari konuya dayanıyordu. Nasıl ki bütün maden sahiplerinin ensesinde nefesini hissettiriyorsa altın madenlerinin de keyfini sürmek istiyordu. İşte tam o noktada Akın Bey taşı gediğine koymuştu: ‘Sayın başbakanım, elbette yerin üstü de altı da devletin; ama olaylara öyle mi bakmalıyız? Denizler de devlete ait ama dileyen herkes balık tutabiliyor.’
Bu zekice ve kibarca verilen cevap Reisi şaşırtmıştı. O cevaba nasıl bozulduğunu etrafına anlatmış Reis. O anlatımlar bir ara Ankara’da öyle yaygınlaştı ki, sağır sultanlar bile duydu. Tecrübeli Ankaralılar daha o günlerde şöyle diyordu: ‘Reis, yayınları bahane ediyor ama asıl mevzudan bir sonuç alamazsa önümüzdeki günlerde vergi memurlarını kapınıza yığabilir.’ Tabi hiç kimse anayasanın paramparça edilerek medyaya el konacağını, Bugün’e polis baskını tertip edileceğini tahayyül bile edemiyordu.
MEDYA BAHANE EDİLDİ
Farkında mısınız kayyım yoluyla Akın Bey’in alın teri çalınırken önce gazete ve televizyona girmediler. Hatta medyanın soygun kapsamında olmadığını iddia etmişlerdi. Sonra resmi evrak ve mahkeme zabıtları ortaya çıkınca anlaşılmıştı ki medya grubuna (anayasanın basını koruma altına almasına rağmen) haramiler gibi baskın yapılması da planın bir parçasıydı.
Gazete ve TV’leri bahane ettiler. Grubun içinde çok kaliteli gazeteci ve televizyoncu vardı, onları susturmayı kafaya koymuşlardı ama kıskançlık ve menfaat duygusuna esir düşmüş, gazetecileri öfkelerine perde yapmışlardı.
Mesela onlar Bugün Gazetesi’nin Ankara temsilcisi Adem Yavuz Arslan’ın işine son verilmesini istiyordu ve bir gazetecinin yok edilmesinde ısrar ediyorlardı. İpek, Adem Yavuz Arslan’ı Washington temsilcisi yaparak hem Adem Bey’i anlamsız öfkeden korumak istedi hem de temsilcisini harcama yerine daha iyi makama yükseltmiş oldu. Yazarları için de çok direndi; onların bir kısmı vefasız çıktı maalesef; ama pişman olduğunu sanmıyorum. Herkes kendi karakterinin gereğini yerine getirmiş oldu…
MİLLİYET GRUBU’NUN İFLASI
Peki diğer medya grupları ne yaptı iktidarın feci bakışı karşısında? Türk basınının yerlerde sürünen itibarı ile medya patronlarının menfaatlerini birlikte düşünmek gerekiyor ki gerçek tastamam ortaya çıksın. Mesela Demirören Grubu. Erdoğan ile bir medya patronu arasındaki o malum ve meşhur telefonu hatırlarsınız. Hani kendisinden yasça da büyük olan Erdoğan Demirören’in çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağladığı konuşma. Telefonun bir ucunda Başbakan Erdoğan, diğerinde Milliyet Grubu’nun patronu Demirören. ‘Ben nereden girdim bu işe?’ diyerek ağlayan patronu o korkunç depresyona iten ise o gazetede çıkan bir haber. Erdoğan ağza alınmayacak laflarla gazetenin yayın yönetmeni Derya Sazak’a veryansın ediyordu. Sonuçta gazetenin yayın yönetmeni kovuldu, yazarları kapının önüne konuldu. Bir zamanlar Erdoğan’ın ‘Hasan Abi’ diye seslendiği Hasan Cemal’i de işten attırdılar, Aslı Aydıntaşbaş’ı da. Bir siyasi otorite karşısında hüngür hüngür ağlayan adamların özgür medya kurması ve ona patronluk yapması düşünülebilir mi hiç?
UYUMLU ÇALIŞMAK NE MÜMKÜN?
Aydın Doğan defalarca adam gönderdi, uyumlu çalışmak için yollar aradı. Bulamadı. Çünkü dengeli/soğukkanlı bir yayın bile kesmiyordu Beyefendi’yi. Tam teslimiyet, tam itaat istiyordu. En başta Taha Akyol aracı oluyordu bu isteklere. Ne yazık ki vaktiyle çok iyilik gördükleri Akyol’u ağır ithamlarla delik deşik ettiler. Onlara daha düşük profilli ve sağdan gelmeyen bir adam lazımdı. Elli kişi devreye girdi. En iddialısı ve dayanaklısı Enis Berberoğlu çıktı. Ama o bile dayanamadı. Nefes alamaz hale getirildi sürekli. Sonra araya damat Mehmet Ali Yalçındağ girdi. Yalçındağ muhafazakâr bir ailenin çocuğu idi. Çarşaflı/tesettürlü yakınları vardı. Grubun vergi cezasını çözmek için yola çıkan damat, Erdoğan’ın damadına ulaştı ve Doğan Grubu’nun anahtarlarını Erdoğan’a teslim etmek için planlama yapıldı. ‘Berat’ın kutusu’ başlığıyla Wikileaks’in de yayınladığı bilgiler Yalçındağ’ın istifasına neden oldu. Ama Doğan’ı işgal planı durmadı. Cem Küçük adındaki seviyesiz bir tetikçinin tehdit ve şantajıyla koskoca gruba ayar verildi…
TARİH AKIN İPEK’İ YAZACAK…
Akın İpek ise ne medya alanında kurban verilmesine ne de alın teri üzerinden mafyavari bir şey alınmasına izin verdi ve bedelini ağır ödedi. Hâlihazırdaki manzaraya göre zalimler gasp işini becermiş; hatta üzerinde tepinmiş gibi görünüyor. Ama kaderin büyük fotoğrafında durum hiç de öyle değil. Akın Bey, talep edilen her şeyi yerine getirip malını mülkünü kurtarabilirdi: Ama onurunu, duruşunu zedelemiş olurdu. Bir telefonla hıçkıra hıçkıra ağlama zilletini yaşamaktansa izzet ve şerefiyle direnme yolunu seçti. Şimdi Akın Bey kaybetmiş, el etek öpenler kazanmış görünüyor; ama tarih öyle yazmayacak. Çünkü şahitleri tek tek konuşacak, yazacak hatıralarını ve her yazılan satır zalimlerin alnına yapışacak zamanla…
NOT: Bir de ilişkiler iyi iken de, kötü iken de iktidar karşısında dimdik duran Zaman Grubu’nun hikayesi var. Bu grup iktidardan zerre kadar menfaat temin etmedi. Bir kerecik bile olsa yazarını/muhabirini iktidarın çarklarına teslim etmedi. Zaman severlerin bile farkında olmadığı/bilmediği bu hikâyeyi bir başka yazıya bırakıyorum.
(TR724)
Reis bu sefer Bugün Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Erhan Başyurt’a sitemlerini aktarmaya başladı. İlk defa buraya ve açıkça yazıyorum: Asıl konu sadece yayınlar değildi. Hazımsızlığın temeli, ekonomik sebeplere de dayanıyordu. Demokratik yayınlar İpek Grubu’na çökmek için vesile yapıldı. İpek Grubu’nun altın işletmeciliği yapması, muazzam bir otel, harikulade bir üniversite yapması ve ticari konularda başarı üstüne başarı elde etmesi hem kıskançlığa neden oluyordu hem de bazılarının iştahını açıyordu.
YENİ GELİR KAPISI AÇMAK İSTİYORDU BİRİLERİ
Bir taşla iki kuş vurmak istiyordu birileri. Yapacağı baskı ile hem borazanlaşan bir medya kurguluyordu, hem de kendilerine yeni bir gelir kapısı açmak istiyordu. Haraç alır gibi bir miktar ‘yardım, bağış, katkı’ gibi şeyler alınacak; onunla da yetinilmeyecek ve her an alkış tufanına hazır medya grupları oluşturulacaktı.
Erhan Başyurt’un başına gelen, bir tablo halinde nakledilmişti vaktiyle. En az on gazetecinin; bir o kadar da bürokratın şahit olduğu bir hadiseyi hatırlamakta fayda var. Erdoğan medya yöneticilerine hoş geldiniz derken Erhan Başyurt ve Fatih Altaylı’ya özel bir mesaj verdi; hem de herkesin içinde. Dedi ki: ‘Saatlerce üzerinde çalıştım ve gördüm ki maden ruhsatlarının çoğunu yanlış vermişiz.’ Bu cümleler neden Altaylı ve Başyurt’a söyleniyordu? Çünkü her iki medya grubunun patronu da madencilik sektöründe çalışıyordu. Turgay Ciner’i ayakta tutan kömür işletmeciliği idi ve yatırımlarının ayakta durabilmesi için devletin himayesine ihtiyaç vardı. Akın Bey, en zor madencilik türünden birine (altın) patronluk yapıyordu.
DOĞAN GRUBU’NA TAVSİYE: KENDİNİZİ EZDİRMEYİN
Başyurt ve Altaylı’nın alenen tehdit edildiği o açık görüşmede bir sahne daha var ki bugüne kadar medyada ne yazıldı ve konuşuldu. Erdoğan iki medya grubuna madencilik üzerine ayar verdikten sonra Enis Berberoğlu’na dönerek ‘Sen bi gel, beni gör’ anlamında bir el işareti yaptı. Bana nakledildiğine göre o anda bu tuhaf tablodan rahatsızlığını bir tek Ekrem Dumanlı belli etmiş. Berberoğlu, Erdoğan’ın işaret ettiği yere doğru hareket ederken Dumanlı’nın meslektaşına ‘Kendinizi bu kadar ezdirmeyin’ dediğini bana oradaki bir meslektaşım nakletti.
ANKARA’DA SAĞIR SULTAN BİLE DUYDU
Dönelim Akın İpek’e. Kendi bakanını gönderip umduğu sonucu alamayan, genel yayın yönetmeni ile mesaj yollayıp muhatap bulamayan Reis, Akın Bey’i bizzat görmek istedi. Randevular ayarlandı. Erdoğan, bir ara lafı dolaştırıp konuyu madenlere getiriverdi: ‘Akın Bey biliyorsun, toprağın üstü de altı da devletindir.’ Demek istediği yeterince açık değil mi? Her ne kadar bazı köşe yazarlarından TV programcılarından rahatsız olduğunu söylese de mevzuun temeli ticari konuya dayanıyordu. Nasıl ki bütün maden sahiplerinin ensesinde nefesini hissettiriyorsa altın madenlerinin de keyfini sürmek istiyordu. İşte tam o noktada Akın Bey taşı gediğine koymuştu: ‘Sayın başbakanım, elbette yerin üstü de altı da devletin; ama olaylara öyle mi bakmalıyız? Denizler de devlete ait ama dileyen herkes balık tutabiliyor.’
Bu zekice ve kibarca verilen cevap Reisi şaşırtmıştı. O cevaba nasıl bozulduğunu etrafına anlatmış Reis. O anlatımlar bir ara Ankara’da öyle yaygınlaştı ki, sağır sultanlar bile duydu. Tecrübeli Ankaralılar daha o günlerde şöyle diyordu: ‘Reis, yayınları bahane ediyor ama asıl mevzudan bir sonuç alamazsa önümüzdeki günlerde vergi memurlarını kapınıza yığabilir.’ Tabi hiç kimse anayasanın paramparça edilerek medyaya el konacağını, Bugün’e polis baskını tertip edileceğini tahayyül bile edemiyordu.
MEDYA BAHANE EDİLDİ
Farkında mısınız kayyım yoluyla Akın Bey’in alın teri çalınırken önce gazete ve televizyona girmediler. Hatta medyanın soygun kapsamında olmadığını iddia etmişlerdi. Sonra resmi evrak ve mahkeme zabıtları ortaya çıkınca anlaşılmıştı ki medya grubuna (anayasanın basını koruma altına almasına rağmen) haramiler gibi baskın yapılması da planın bir parçasıydı.
Gazete ve TV’leri bahane ettiler. Grubun içinde çok kaliteli gazeteci ve televizyoncu vardı, onları susturmayı kafaya koymuşlardı ama kıskançlık ve menfaat duygusuna esir düşmüş, gazetecileri öfkelerine perde yapmışlardı.
Mesela onlar Bugün Gazetesi’nin Ankara temsilcisi Adem Yavuz Arslan’ın işine son verilmesini istiyordu ve bir gazetecinin yok edilmesinde ısrar ediyorlardı. İpek, Adem Yavuz Arslan’ı Washington temsilcisi yaparak hem Adem Bey’i anlamsız öfkeden korumak istedi hem de temsilcisini harcama yerine daha iyi makama yükseltmiş oldu. Yazarları için de çok direndi; onların bir kısmı vefasız çıktı maalesef; ama pişman olduğunu sanmıyorum. Herkes kendi karakterinin gereğini yerine getirmiş oldu…
MİLLİYET GRUBU’NUN İFLASI
Peki diğer medya grupları ne yaptı iktidarın feci bakışı karşısında? Türk basınının yerlerde sürünen itibarı ile medya patronlarının menfaatlerini birlikte düşünmek gerekiyor ki gerçek tastamam ortaya çıksın. Mesela Demirören Grubu. Erdoğan ile bir medya patronu arasındaki o malum ve meşhur telefonu hatırlarsınız. Hani kendisinden yasça da büyük olan Erdoğan Demirören’in çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağladığı konuşma. Telefonun bir ucunda Başbakan Erdoğan, diğerinde Milliyet Grubu’nun patronu Demirören. ‘Ben nereden girdim bu işe?’ diyerek ağlayan patronu o korkunç depresyona iten ise o gazetede çıkan bir haber. Erdoğan ağza alınmayacak laflarla gazetenin yayın yönetmeni Derya Sazak’a veryansın ediyordu. Sonuçta gazetenin yayın yönetmeni kovuldu, yazarları kapının önüne konuldu. Bir zamanlar Erdoğan’ın ‘Hasan Abi’ diye seslendiği Hasan Cemal’i de işten attırdılar, Aslı Aydıntaşbaş’ı da. Bir siyasi otorite karşısında hüngür hüngür ağlayan adamların özgür medya kurması ve ona patronluk yapması düşünülebilir mi hiç?
UYUMLU ÇALIŞMAK NE MÜMKÜN?
Aydın Doğan defalarca adam gönderdi, uyumlu çalışmak için yollar aradı. Bulamadı. Çünkü dengeli/soğukkanlı bir yayın bile kesmiyordu Beyefendi’yi. Tam teslimiyet, tam itaat istiyordu. En başta Taha Akyol aracı oluyordu bu isteklere. Ne yazık ki vaktiyle çok iyilik gördükleri Akyol’u ağır ithamlarla delik deşik ettiler. Onlara daha düşük profilli ve sağdan gelmeyen bir adam lazımdı. Elli kişi devreye girdi. En iddialısı ve dayanaklısı Enis Berberoğlu çıktı. Ama o bile dayanamadı. Nefes alamaz hale getirildi sürekli. Sonra araya damat Mehmet Ali Yalçındağ girdi. Yalçındağ muhafazakâr bir ailenin çocuğu idi. Çarşaflı/tesettürlü yakınları vardı. Grubun vergi cezasını çözmek için yola çıkan damat, Erdoğan’ın damadına ulaştı ve Doğan Grubu’nun anahtarlarını Erdoğan’a teslim etmek için planlama yapıldı. ‘Berat’ın kutusu’ başlığıyla Wikileaks’in de yayınladığı bilgiler Yalçındağ’ın istifasına neden oldu. Ama Doğan’ı işgal planı durmadı. Cem Küçük adındaki seviyesiz bir tetikçinin tehdit ve şantajıyla koskoca gruba ayar verildi…
Akın İpek ise ne medya alanında kurban verilmesine ne de alın teri üzerinden mafyavari bir şey alınmasına izin verdi ve bedelini ağır ödedi. Hâlihazırdaki manzaraya göre zalimler gasp işini becermiş; hatta üzerinde tepinmiş gibi görünüyor. Ama kaderin büyük fotoğrafında durum hiç de öyle değil. Akın Bey, talep edilen her şeyi yerine getirip malını mülkünü kurtarabilirdi: Ama onurunu, duruşunu zedelemiş olurdu. Bir telefonla hıçkıra hıçkıra ağlama zilletini yaşamaktansa izzet ve şerefiyle direnme yolunu seçti. Şimdi Akın Bey kaybetmiş, el etek öpenler kazanmış görünüyor; ama tarih öyle yazmayacak. Çünkü şahitleri tek tek konuşacak, yazacak hatıralarını ve her yazılan satır zalimlerin alnına yapışacak zamanla…
NOT: Bir de ilişkiler iyi iken de, kötü iken de iktidar karşısında dimdik duran Zaman Grubu’nun hikayesi var. Bu grup iktidardan zerre kadar menfaat temin etmedi. Bir kerecik bile olsa yazarını/muhabirini iktidarın çarklarına teslim etmedi. Zaman severlerin bile farkında olmadığı/bilmediği bu hikâyeyi bir başka yazıya bırakıyorum.
(TR724)