AKP’li “Yeliz Adeley”, namı diğer Ahmet Hamdi Çamlı sahalara döndü. ‘Bu ülkede yerli araba yok. Utan, utan’ diyerek CHP lideri Kılıçdaroğlu‘na çatıyor. Üstelik sosyal medyadaki gibi ‘Yeliz’ namıyla değil, tv stüdyosundan. Canlı canlı…
Nasıl da gözlerinin içi parlıyor arabalardan bahsederken! “Koltuk ısıtmayı da geçmiş, koltuk soğutma yapmış” derken belki de sıcaklığı da serinliği de hissedebiliyor vücudunuda. “Karşıdan farları yanık araba gelirken gittiğin arabanın farları kısaya geçiyor kardeşim” sözlerini sarfederken gözbebekleri küçülüyor. Çünkü o anda stüdyoda değil artık. Bir zamanlar şoförlüğünü yaptığı efendisinin makam arabasının koltuğunda, duble yolda seyr-ü seferde. Gelen arabanın ışığından gözlerini sakınıyor… Ama vey’olsun ki o arabayı ‘Makyacı dökülmüş Merkel’ yapıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=04ib4ZI944w
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın makam şoförüyken, talih ‘Yürü ya Ahmet’ demiş. Siyah Mercedes’in koltuğundan meclisin turuncu ceylan derili koltuğuna terfi etmiş. Anayasa değişikliği teklifinin görüşüldüğü TBMM oturumunda “Yeliz Adeley” sahte ismiyle sosyal medyadan yayın yaptığı ortaya çıkan AKP milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’dan söz ediyorum.
Ülke TV’de katıldığı televizyon programında ‘Utan’ diyerek CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu‘na çatıyor. Üstelik sosyal medyadaki gibi ‘Yeliz’ namıyla değil, televizyon stüdyosundan: Canlı canlı, dobra dobra…
Sebebi mi?
Neden, araba yapamıyoruz!
Çünkü Kılıçdaroğlu sadece ısıtmalı soğutmalı koltukları olan, farlarını karşıdan gelen araçların hareketine göre ayarlayabilen otomobilleri yapamamanın sorulusu değildi sadece. Bayern’de, Köln’de yaşayan Hans 3 bin Euro maaş alırken İstanbul’da Zeytinburnu’nda, Esenler’de, Beşiktaş’ın bodrumlarında, Şişli’nin arka mahallelerinde yaşayan Hasan’ın ‘bin 500- 2 bin liraya iş buldu’ diye göbek atmasının da müsebbibiydi.
Yazıklar olsun! Şu CHP’ye bak…
Öyle ki, mütevazılığa falan da gerek yoktu. Bakan bey ‘Bugün Google otomotiv teknolojisi konusunda önemli atılım içinde. Tüm otomotiv devleri de işbirliği için sırada bekliyor. Biz de Google gibiyiz. Elimizde teknolojiler var. Teklifler alıyoruz…’ diyordu. ‘Bir yandan elektrikli yerli otomobil üzerinde çalışan TÜBİTAK, bir yandan da son dönemde hız kazanan ‘sürücüsüz otomobil teknolojileri’ için de harekete geçti’ diye de yazılmıştı haberlerde.
Sahi ne oldu o iş?
Kılıçdaroğlu’na yerli otomobili soruyorsunuz da ‘Sayın Bakan’a’, ‘O tekliflere ne oldu’ diye neden sormuyorsunuz?
Yoksa ‘Beni bu koltuklara taşıyan mesleğime göz dikti Bakan Bey’, diye mi düşünüyorsunuz.
Eee, Yeliz yakışıklı tabi!
Yeliz’in hayalleri zengin…
İktidar seçkinleri yine sizi seçer. Sormayın, sorgulamayın, el kaldırın, onaylayın diye…
Mesela makam şoförlüğünü yaptığınız zat, “İnsanların şehirler üzerinde hakkı varsa şehirlerin de insanlar üzerinde hakkı var. Ben dikey değil yatay mimariden yanayım. İnsan toprağa yakın yaşamalıdır” dedi.
Ya, Reis, tozlu yollardan duble asfaltlara birlikte bu yolculuğu yaptık. Bu işte bir yanlışlık yok mu, demek aklınıza gelmez. ‘Nihayetinde 1994 yerel seçimlerinden bu yana kesintisiz 23 yıl kentin yönetimi bizde’ demezsiniz. İmam Hatip Okulu hitabet dersi sözlü imtihanındaymış gibi konuşması kolay, hele ‘medeniyet’ derken ‘y’yi şeddeli, iki kere söyledin mi değmeyin keyfine: Bizim medeniyetimizde şehir, daha doğrusu binalar, sokaklar, mahalleler, insanın yaratıcısına yönelişinin simgeleridir, öyle olmak zorundadır. Hatta şehri, “cennet tasavvurunun bir parçası” görenler dahi mevcuttur. İbn-i Haldun’a göre, şehirlerin bir ruhu vardır ve insanlar zamanla yaşadıkları şehrin ruhuyla özdeş hâle gelir.
Gelir mi, gelir…
Fakat ne söylense nafile. Bu mugalata ile baş etmek mümkün değil. Kesin inançlı yobazlıkla mücadele imkansız. Dinci diyalektiği en iyi anlatan örnek Firavun’un şehit olduğuna inanan ve bunu kesin hakikatmiş gibi karşısındakine anlatmaya çalışan diyalogtur.
Yaşanmış olay. Aynıyla vaki…
1980’ler sonrası. Şehirlerarası otobüste biri Siyasal İslamcı hacı, diğeri muhafazakar bir genç yan yana koltuklara düşüyor. Muhafazakar olanının elinde o zamanların popüler dergisi Zafer var. Üstünde de secdeye kapanmış Firavun. Kapaktan yola çıkılarak ‘pes’ dedirten bir polemik başlıyor.
Muhafazakar olan firavunun akıbetini anlatarak ‘iman hakikatleri’nden söz etmesine vakit kalmadan hacı amca söze giriyor.
– Uşağım, Firavun şehittur, şehit olarak olmiştur!
– Ya amca nasıl olur?
– Ha bu Firavun, suda boğulmadi mu? E, suda boğulan şehittur da…
– Olur mu öyle, ama o Hazreti Musa ve ona inananları öldürmek için peşlerindeyken boğuldu. Kızıldeniz ikiye ölündü, Hazreti Musa ve beraberindekiler geçti, Firavun ve ordusu da boğuldu. Hiç şehit olur mu?
– Ama bak fotografa. Secdeye kapanmuş. Belki son anda pişman oldi. Kalbini mi yarup paktun?
Genç adam, ‘Bu kadar da olmaz’ demeye kalmadan hacı amca noktayı koyuyor:
– Ha uşağum, Firavunun cesedi yeni bulunmuş diyorlar. Bozilmadan bugüne kadar gelmiş. Şehutlarin cesedi bozulmaz da!
Sözün, bittiği yer…Ya da Ümit Kıvaç’ın tabiriyle ‘Bu kadar arsızlık karşısında dili tutuluyor insanın. Söylecek bir şey bulamıyor’
Neyse, boşver Yeliz. Tak CD’ye bir ‘Ceddin Deden’ de neşemizi bulalım.
Kaynak: http://www.kronos.news/tr/yeliz-adaleyin-isitmali-sogutmali-araba-sevdasi/