[Haber-Analiz: Onur Türkmen]
Türkiye ile Hollanda arasında yaşanan diplomatik krizin vahameti Türkiye’de kısır siyasi tartışmalar arasında gözden kaçıyor. Türk medyası, “gavur gavurluğunu yapıyor”, İslamofobi, Türk düşmanlığı gibi argümanlarla goygoyculuk yapıyor. Hem iktidar yanlıları, hem muhalifler bu yaşanan krizi yine dünyanın merkezine Türkiye’yi koyarak okumaya devam ediyor. CHP milletvekili Muharrem İnce “Avrupa evet’in çıkmasını istediği için Erdoğan’la bir tiyatro oynuyor” derken, iktidardakiler de diyor ki, “Avrupa Erdoğan’a karşı olduğu için, hayır’ın kazanması için mitingleri yasaklıyor.”
AVRUPA, TÜRKİYE’Yİ ARTIK UMURSAMIYOR
Türkiye’de her iki taraf da, bu krizin esas kaynağını ve oluşturacağı hasarın büyüklüğünü gözden kaçırıyor. Bir kere anlaşılması gereken en önemli husus şu: Avrupa’da hükümetler referandumdan çıkacak sonucu önemsemiyor. Türkiye, bize ilkokulda öğretildiği gibi “stratejik konumu” nedeniyle dünyanın merkezinde değil. Hatta, 15 Temmuz’dan bu yana yaşananlar yeterince haber bile olmuyor. Avrupa’daki genel algı bu seçimde ne olursa olsun Erdoğan’ın büyük oranda devleti kontrol ettiği, sivil toplumu ezdiği ve muhalefeti kriminalize ettiği için uzun süre iktidarda kalacak imkana sahip olduğu yönünde. Dolayısıyla, ne Almanya ne Hollanda referandumda hayır kazansın diye uğraşıyor. Hatta bu krizin Erdoğan’a siyaseten yarıyor olması da Avrupa hükümetleri için bir önem arzetmiyor.
ERDOĞAN ARTIK İÇ GÜVENLİK TEHDİDİ
Türkiye ile AB üyesi ülkeler arasındaki sorunun gerçek kaynağı Erdoğan’ın Avrupa’da son 10 yılda kurduğu siyasi teşkilatının artık bir iç güvenlik tehdidine dönüşmesi. AKP, Avrupa’da yaşayan Türk diasporasının bir kısmını muhaliflere karşı siyasi bir silah, AB Hükümetlerine karşı diplomatik bir baskı aracı olarak kullanıyor. Artık, Avrupa hükümetleri Erdoğan’ın Avrupa’daki faaliyetlerini açıkça “içişlerine müdahale” olarak yorumluyor. Ankara’dan gelen emirlerle hareket eden, bavullarla taşınan havuz parasıyla büyüyen AKP’li STK ağının üyeleri “yabancı bir ülkenin ajanı” olarak görünüyor.
UETD’NİN KURULUŞU
Peki, Erdoğan Avrupa’da kendi paralel örgütünü nasıl ve neden kurdu? Erdoğan, Necmettin Erbakan’ın Avrupa’da Milli Görüş hareketine verdiği önemi ve Türkiye’deki siyasi başarıda Avrupalı Türklerin oynadığı rolü çok iyi bilen bir lider olarak iktidarının ilk yıllarından itibaren gözünü Avrupa’daki Türk diasporasına dikti. Önce, Avrupa’daki Milli Görüş teşkilatını Erbakan’dan koparmaya çalıştı. Ancak, Türkiye’deki yenilikçiler ve gelenekçiler ayrışması Avrupa’daki teşkilatta yaşanmadı. Erdoğan bunun üzerine 2005’te UETD’yi kurmaya karar verdi.
Erdoğan, AKP’nin Avrupa şubesi gibi çalışan bu derneği o kadar önemsiyordu ki, kuruluş aşamasında bütün toplantılara bizzat başkanlık etmiş ve derneğin ismini bizzat kendisi koymuştu. Ancak, UETD’nin ilk yılları koltuk kavgaları ile geçti. UETD, Ankara’da maymuncuk anahtarı gibi çalışan o kartviziti ihale, para vs. koparmak için kullanan fırsatçılarla doldu. Ancak, Erbakan’ın vefatından sonra neredeyse bütün Milli Görüş hareketinin Erdoğan’a destek vermesi, DİTİB’in tamamen AKP’nin kontrolüne geçmesi dengeleri Erdoğan lehine değiştirdi. Artık Erdoğan Avrupa’da tıpkı hocası Erbakan gibi kendi teşkilatını kurmuştu.
METİN KÜLÜNK, ‘SÖMÜRGE VALİSİ’ OLDU
2010’da Yurtdışı Türkler Başkanlığı kuruldu. Kısa bir sürede anlaşıldı ki, YTB’nin tek fonksiyonu AKP kontrolündeki derneklere para aktarmaktı. Daha sonra Hükümet, AKP Milletvekili Metin Külünk’ü “sömürge valisi” olarak Avrupa Türklerinin başına atadı. Külünk, Refah Partisi zamanında Erdoğan’a karşı seçim kazanacak kadar teşkilatçı bir siyasetçiydi. Külünk, UETD teşkilatı üzerinden konsolosluklar, DİTİB, Müsiad, Milli Görüş teşkilatları, Semerkand grubu vs. Ankara’nın ajandası etrafında buluşturmaya çalıştı.
Ancak, DİTİB’in son 3 yıldaki siyasallaşma süreci anahtar bir rol oynadı. Avrupa’nın en büyük cami ağına sahip DİTİB kısa süre içinde tüm muhaliflerin fişlendiği, seçim mitinglerinin yapıldığı AKP merkezlerine dönüştü. 10 yıl öncesine kadar Avrupa’nın en prestijli islami teşkilatı olan DİTİB bugün imamları gözaltına alınan, casuslukla suçlanan bir teşkilata dönüştü. Almanya, Fransa, Hollanda vs. DİTİB’i resmi bir partner olarak tanıyor, Türk gençlerinin radikalleşmesi önünde bir bariyer olarak görüyordu. Hatta, Türk düşmanı bilinen eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde, İçişleri Bakanlığı Diyanet’e “Fransa’nın imamlarını siz yetiştirin” teklifini dahi götürmüştü. Bugün tüm Avrupa medyası DİTİB teşkilatını “Erdoğan’ın eli” olarak tasvir ediyor.
NAZİ DÖNEMİNİ KİM HATIRLATIYOR?
Hizmet Hareketinin şeytanlaştırılması sürecinde Cemaat üyelerini fişleme, okullarını yağmalama gibi aktiviteler üzerinden ilk defa operasyonel kapasitesini gösterdi. Türk Hükümetinin Hizmet hareketine yönelik izlediği toplu cezalandırma, “kökünü kazıma” politikasının bir sonucu olarak Avrupa’da casusluk, fişleme, koordineli bir şekilde yağmalama faaliyetlerini teşvik ediyor. Tabi ki, Avrupa’da bu tür faaliyetlerin çok ağır cezai suç olduğunu, tüm Almanlara ve Fransızlara fişleme gibi faaliyetlerin Nazi dönemini hatırlattığını bilmiyor.
Bugün artık Erdoğan’ın Avrupa teşkilatı operasyonel hale gelmiş ve tüm istihbarat teşkilatlarının, güvenlik güçlerinin, siyasetçilerin, medyanın dikkatini çeker hale gelmiştir. Metin Külünk ve ekibi Köln’de “PKK ve Gülen Cemaatine karşı yürüyüş yapmamız lazım” diye bir karar alıyor. 5 gün sonra Avrupa’nın 30 şehrinde aynı anda aynı pankartlarla yürüyüş yapılıyor. Paris’teki yürüyüşte Kürt göstericilerle kavga yaşanıyor. Aşırı sağın güçlü olduğu Strazburg’da 200 gösterici şehrin göbeğinde tekbirlerle birlikte İslami sloganlar atıyor. Doğal olarak, Avrupa medyası ve yerel halk şu soruyu soruyor: “Bu yürüyüşlerin bizim ülkemizle ne ilgisi var? Bizim içimizde yaşayan bu kadar insan Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini mi destekliyor?” Rotterdam’da tekbir getiren yüzlerce vatandaşımızın aşırı sağcı Geert Wilders’e ne kadar çok oy kazandırdığını tahmin etmek güç olmasa gerek.
YASAKLAR ARTACAK
Erdoğan’ın Avrupalı Türklere artık siyasi parti kurdurduğunu (Hollanda’da Denk partisi, Fransa’da PEJ partisi vs.) herkes biliyor. Dolayısıyla, yakın zamanda çifte vatandaşlık uygulaması tartışılmaya başlanacak. Avrupa ülkeleri birer birer Türkiye’den imam gönderilmesini engelleyecek. UETD gibi teşkilatlara bulaşanlar kaçınılmaz olarak bedel ödeyecek. 15 Temmuz’dan bu yana suç örgütüne dönüşen Ankara’dan yönetilen yapılarla ilgili radikal kararlar dahi alınabilir. Seçimlerden sonra Avrupa Hükümetlerinin “Erdoğan’ın eli” olarak adlandırdığı bütün teşkilatlarla aktif mücadele edeceği artık görünüyor.
Ancak, üzücü olan Avrupa’da yaşayan bütün Türkiye kökenli göçmenlerin bedel ödeyecek olması. Almanya, Fransa ve Hollanda’da AB’nin geleceğini belirleyecek tarihi önemde seçimler var. Böyle bir dönemde, AKP’nin binlerce vatandaşımızı toplayıp miting yapması sadece AB’nin yıkılmasını isteyen aşırı sağcı liderlerin işine yarıyor. Popülist liderler, artık Türk diasporasını parmakla gösterip “içimizdeki düşman”, “İslamcı rejimin 5. kolu” olarak gösteriyor. Evet oylarını belki birkaç puan arttıracak bir suni diplomatik krizin esas bedelini maalesef Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız ödeyecek. Bugüne kadar “kendi içinde, barışçıl, radikal terör örgütlerine bulaşmayan, çalışkan” gibi sıfatlarla anılan Türk göçmenlerin imajı telafi edilemez bir yara aldı. Muhtemelen, Erdoğan tıpkı Mavi Marmara ve Rusya krizlerinde olduğu gibi geri adım atacak. Ancak, Avrupa’daki Türk toplumu 50 yılda elde ettiği kazanımlarını maalesef kaybedebilir.
AVRUPA, TÜRKİYE’Yİ ARTIK UMURSAMIYOR
Türkiye’de her iki taraf da, bu krizin esas kaynağını ve oluşturacağı hasarın büyüklüğünü gözden kaçırıyor. Bir kere anlaşılması gereken en önemli husus şu: Avrupa’da hükümetler referandumdan çıkacak sonucu önemsemiyor. Türkiye, bize ilkokulda öğretildiği gibi “stratejik konumu” nedeniyle dünyanın merkezinde değil. Hatta, 15 Temmuz’dan bu yana yaşananlar yeterince haber bile olmuyor. Avrupa’daki genel algı bu seçimde ne olursa olsun Erdoğan’ın büyük oranda devleti kontrol ettiği, sivil toplumu ezdiği ve muhalefeti kriminalize ettiği için uzun süre iktidarda kalacak imkana sahip olduğu yönünde. Dolayısıyla, ne Almanya ne Hollanda referandumda hayır kazansın diye uğraşıyor. Hatta bu krizin Erdoğan’a siyaseten yarıyor olması da Avrupa hükümetleri için bir önem arzetmiyor.
ERDOĞAN ARTIK İÇ GÜVENLİK TEHDİDİ
Türkiye ile AB üyesi ülkeler arasındaki sorunun gerçek kaynağı Erdoğan’ın Avrupa’da son 10 yılda kurduğu siyasi teşkilatının artık bir iç güvenlik tehdidine dönüşmesi. AKP, Avrupa’da yaşayan Türk diasporasının bir kısmını muhaliflere karşı siyasi bir silah, AB Hükümetlerine karşı diplomatik bir baskı aracı olarak kullanıyor. Artık, Avrupa hükümetleri Erdoğan’ın Avrupa’daki faaliyetlerini açıkça “içişlerine müdahale” olarak yorumluyor. Ankara’dan gelen emirlerle hareket eden, bavullarla taşınan havuz parasıyla büyüyen AKP’li STK ağının üyeleri “yabancı bir ülkenin ajanı” olarak görünüyor.
UETD’NİN KURULUŞU
Erdoğan, AKP’nin Avrupa şubesi gibi çalışan bu derneği o kadar önemsiyordu ki, kuruluş aşamasında bütün toplantılara bizzat başkanlık etmiş ve derneğin ismini bizzat kendisi koymuştu. Ancak, UETD’nin ilk yılları koltuk kavgaları ile geçti. UETD, Ankara’da maymuncuk anahtarı gibi çalışan o kartviziti ihale, para vs. koparmak için kullanan fırsatçılarla doldu. Ancak, Erbakan’ın vefatından sonra neredeyse bütün Milli Görüş hareketinin Erdoğan’a destek vermesi, DİTİB’in tamamen AKP’nin kontrolüne geçmesi dengeleri Erdoğan lehine değiştirdi. Artık Erdoğan Avrupa’da tıpkı hocası Erbakan gibi kendi teşkilatını kurmuştu.
METİN KÜLÜNK, ‘SÖMÜRGE VALİSİ’ OLDU
2010’da Yurtdışı Türkler Başkanlığı kuruldu. Kısa bir sürede anlaşıldı ki, YTB’nin tek fonksiyonu AKP kontrolündeki derneklere para aktarmaktı. Daha sonra Hükümet, AKP Milletvekili Metin Külünk’ü “sömürge valisi” olarak Avrupa Türklerinin başına atadı. Külünk, Refah Partisi zamanında Erdoğan’a karşı seçim kazanacak kadar teşkilatçı bir siyasetçiydi. Külünk, UETD teşkilatı üzerinden konsolosluklar, DİTİB, Müsiad, Milli Görüş teşkilatları, Semerkand grubu vs. Ankara’nın ajandası etrafında buluşturmaya çalıştı.
Ancak, DİTİB’in son 3 yıldaki siyasallaşma süreci anahtar bir rol oynadı. Avrupa’nın en büyük cami ağına sahip DİTİB kısa süre içinde tüm muhaliflerin fişlendiği, seçim mitinglerinin yapıldığı AKP merkezlerine dönüştü. 10 yıl öncesine kadar Avrupa’nın en prestijli islami teşkilatı olan DİTİB bugün imamları gözaltına alınan, casuslukla suçlanan bir teşkilata dönüştü. Almanya, Fransa, Hollanda vs. DİTİB’i resmi bir partner olarak tanıyor, Türk gençlerinin radikalleşmesi önünde bir bariyer olarak görüyordu. Hatta, Türk düşmanı bilinen eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde, İçişleri Bakanlığı Diyanet’e “Fransa’nın imamlarını siz yetiştirin” teklifini dahi götürmüştü. Bugün tüm Avrupa medyası DİTİB teşkilatını “Erdoğan’ın eli” olarak tasvir ediyor.
NAZİ DÖNEMİNİ KİM HATIRLATIYOR?
Hizmet Hareketinin şeytanlaştırılması sürecinde Cemaat üyelerini fişleme, okullarını yağmalama gibi aktiviteler üzerinden ilk defa operasyonel kapasitesini gösterdi. Türk Hükümetinin Hizmet hareketine yönelik izlediği toplu cezalandırma, “kökünü kazıma” politikasının bir sonucu olarak Avrupa’da casusluk, fişleme, koordineli bir şekilde yağmalama faaliyetlerini teşvik ediyor. Tabi ki, Avrupa’da bu tür faaliyetlerin çok ağır cezai suç olduğunu, tüm Almanlara ve Fransızlara fişleme gibi faaliyetlerin Nazi dönemini hatırlattığını bilmiyor.
Bugün artık Erdoğan’ın Avrupa teşkilatı operasyonel hale gelmiş ve tüm istihbarat teşkilatlarının, güvenlik güçlerinin, siyasetçilerin, medyanın dikkatini çeker hale gelmiştir. Metin Külünk ve ekibi Köln’de “PKK ve Gülen Cemaatine karşı yürüyüş yapmamız lazım” diye bir karar alıyor. 5 gün sonra Avrupa’nın 30 şehrinde aynı anda aynı pankartlarla yürüyüş yapılıyor. Paris’teki yürüyüşte Kürt göstericilerle kavga yaşanıyor. Aşırı sağın güçlü olduğu Strazburg’da 200 gösterici şehrin göbeğinde tekbirlerle birlikte İslami sloganlar atıyor. Doğal olarak, Avrupa medyası ve yerel halk şu soruyu soruyor: “Bu yürüyüşlerin bizim ülkemizle ne ilgisi var? Bizim içimizde yaşayan bu kadar insan Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini mi destekliyor?” Rotterdam’da tekbir getiren yüzlerce vatandaşımızın aşırı sağcı Geert Wilders’e ne kadar çok oy kazandırdığını tahmin etmek güç olmasa gerek.
YASAKLAR ARTACAK
Erdoğan’ın Avrupalı Türklere artık siyasi parti kurdurduğunu (Hollanda’da Denk partisi, Fransa’da PEJ partisi vs.) herkes biliyor. Dolayısıyla, yakın zamanda çifte vatandaşlık uygulaması tartışılmaya başlanacak. Avrupa ülkeleri birer birer Türkiye’den imam gönderilmesini engelleyecek. UETD gibi teşkilatlara bulaşanlar kaçınılmaz olarak bedel ödeyecek. 15 Temmuz’dan bu yana suç örgütüne dönüşen Ankara’dan yönetilen yapılarla ilgili radikal kararlar dahi alınabilir. Seçimlerden sonra Avrupa Hükümetlerinin “Erdoğan’ın eli” olarak adlandırdığı bütün teşkilatlarla aktif mücadele edeceği artık görünüyor.
Ancak, üzücü olan Avrupa’da yaşayan bütün Türkiye kökenli göçmenlerin bedel ödeyecek olması. Almanya, Fransa ve Hollanda’da AB’nin geleceğini belirleyecek tarihi önemde seçimler var. Böyle bir dönemde, AKP’nin binlerce vatandaşımızı toplayıp miting yapması sadece AB’nin yıkılmasını isteyen aşırı sağcı liderlerin işine yarıyor. Popülist liderler, artık Türk diasporasını parmakla gösterip “içimizdeki düşman”, “İslamcı rejimin 5. kolu” olarak gösteriyor. Evet oylarını belki birkaç puan arttıracak bir suni diplomatik krizin esas bedelini maalesef Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız ödeyecek. Bugüne kadar “kendi içinde, barışçıl, radikal terör örgütlerine bulaşmayan, çalışkan” gibi sıfatlarla anılan Türk göçmenlerin imajı telafi edilemez bir yara aldı. Muhtemelen, Erdoğan tıpkı Mavi Marmara ve Rusya krizlerinde olduğu gibi geri adım atacak. Ancak, Avrupa’daki Türk toplumu 50 yılda elde ettiği kazanımlarını maalesef kaybedebilir.