Romanya Haber

AKP Tezleri ABD’de Neden Karşılık Bulmuyor?

[Adem Yavuz Arslan]

Ortaçağ sonrası İtalyan siyasetinin en önemli aktörlerinden, Floransalı düşünür Niccola Machiavelli (1469-1527) devlet adamlarına ‘öğütleri’ içeren ünlü kitabı Prens’i yazarken herhalde ‘en iyi takipçisi’nin Müslümanlar arasından çıkacağını tahmin etmemiştir.
Bilindiği gibi Machiavelli, iktidarı ele geçirmek ve sürdürmek için ‘gerektiğinde hiç bir dini yada ahlaki kural tanımadan hareket edilebileceğini’ savunur.
Yaygın bilindiği şekliyle de ‘amaca ulaşmak için her yol mubahtır’ der.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi kariyeri ‘iyi bir Machiavelli takipçisi’ olduğunun örnekleri ile dolu. Tam da Machiavelli’nin tarif ettiği gibi ‘amaca ulaşmak için her yolu mubah’ görüyor.
Erdoğan’ın etik anlayışına ve siyasi tercihlerine dair sayısız örnek sıralamak mümkün. Eğer bir listeleme yapılacak olsa, son günlerde ABD kamuoyunu da meşgul eden Michael Flynn skandalı kesinlikle satır başlarından birisi olacaktır.
Zira her fırsatta ‘dini kimliğini’ öne çıkartan, namaz kılarken yada Kur’an okurken görüntülerini servis ettiren, ‘göklerden gelen bir karar vardır’ söylemiyle iktidarına ‘ulviyet’ yükleyen Erdoğan’ın en büyük partnerleri ‘İslamofobik sayılabilecek’ kişiler.
Fethullah Gülen’i yok etmek için ‘İslamafobik sayılabilecek’ fikirlere sahip kişilerle ortaklık yapıp, onlara devlet hazinesinden yüklü miktarda paralar ödüyor.
Türkiye’de ‘anti-Semitik sayılabilecek’ ifadeler kullanırken ABD’de en büyük partneri Yahudi lobisi.
İLGİNÇ İLİŞKİLER AĞI
Bilindiği gibi Başkan Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı emekli general Michael Flynn Rus büyükelçi ile olan ilişkileri nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı.
Ancak gelişmeler gösterdi ki Flynn’in skandalları Ruslarla sınırlı değil.
Amerikan medyasının dedektif gibi iz sürerek ortaya çıkarttığı detaylara göre Flynn, Gülen aleyhine çalışmak için Türk hükümetinden yüklü miktarda para almış.
Her fırsatta İslam aleyhtarı sözler sarf eden Flynn’in 8 Kasım 2016’da The Hill’de yazdığı Gülen aleyhtarı yazı böyle bir ‘anlaşmanın’ sonucu olarak kaleme alınmış.
Ortaya dökülen belgelere göre bu yazı ve ‘birkaç görüşme’ için Flynn’e ödenen para 530 bin dolar.
Parayı ödeyen ise Hollanda merkezli Inovo BV şirketinin yöneticisi Ekim Alptekin.
ABD medyasına yansıyan bilgilere göre Alptekin’in yöneticisi olduğu şirket MİT ve Türk Emniyetine teknolojik sistemler satıyor.
Washington bir ‘lobi şehri’ olarak bilinir ve lobicilik ABD başkentinin en büyük sektörlerinden. Bu yüzden bir şirketin lobi için iktidara yakın kişilerle temasa geçmesi anlaşılabilir bir durum.
Fakat Alptekin ve Flynn ilişkisi bu tanıma uymuyor.
GÜLEN ALEYHİNE İSTİHARATÇILARDAN EKİP KURMAK!
Zira resmi belgelere göre Alptekin ‘petrol çalışmaları’ için Flynn ile anlaşmış fakat bütün faaliyetleri Gülen ile ilgili. Anlaşmanın şartları arasında Gülen aleyhine araştırmalar yapmak için eski istihbaratçılardan kurulu bir ‘aktif araştırma laboratuvarı kurulması’ da var.
Hizmet Hareketi aleyhine belgesel hazırlanması ve aleyhte yazı yazabilecek kişilere para verilmesi gibi ‘projeler’de anlaşmanın bir parçası.
Amerikan medyası ilk andan itibaren skandalı didik didik etti.
Mesela NBC News’te yer alan habere göre Flynn, üst düzey istihbarat bilgilendirme toplantılarına katılırken aynı zamanda Türkiye adına lobicilik yapmak için para almış.
Adalet Bakanlığı’nın belgelerine göre Flynn’in ‘araştırma ekibi’nde yer alan diğer istihbarat uzmanlarına da on binlerce dolar ödenmiş.
Bir diğer önemli detay ise Flynn ve ekibinin Gülen aleyhine hazırladığı brifingleri başka kılıfların altına saklamış olması. Ulusal güvenlik ya da enerji gibi başlıklar altında düzenlenen toplantılarda ‘Gülen brifingleri’ sunulmuş.
ABD kamuoyundaki şüpheleri arttıran diğer bir konu ise Ekim Alptekin’in ifadelerindeki çelişkiler oldu. Tabi ‘genç bir iş adamının Gülen aleyhine çalışması için İslamofobik bir emekli generale 530 bin dolar ödemesinin ardındaki mantığı’ çözmek kolay değil.
Çünkü bu durumun ‘ekonomik bir izahı’ yok.
FLYNN’E ÖDENEN PARA KİMİN PARASIYDI?
Harcanan paranın Alptekin’in ‘kendi parası olmadığı yönünde’ güçlü bir kanaat var. Dahası söz konusu fonun ‘üçüncü’ hatta ‘dördüncü’ ülkeleri de içine alması gibi ihtimaller de dillendirilmeye başlandı.
ABD medyası Flynn’in yalan beyanlar üzerine inşaa ettiği senaryoyu didik didik etmekte kararlı. O yüzden önümüzdeki günlerde Alptekin ve bağlantılarına dair başka detaylar görmek ihtimal dışı değil.
Fakat her şeyden önemlisi şu;
Flynn olayı Türk siyasi hayatına, kendini dindar-muhafazakar olarak tanımlayan bir siyasetçinin, hedeflerine ulaşmak için hiçbir ahlaki ya da dini kural tanımadan hareket edebileceğinin somut örneği olarak geçmiş oldu.
ERDOĞAN CEMAAT LEHİNE ÇALIŞMIŞ OLDU
Sonuç ise hiç de ummadığı gibi oldu.
Erdoğan, 17-25 Aralık sonrası ortaya çıkan skandalları gözden kaçırmak için -ki danışmanlarından Aydın Ünal’ın yazılarına göre hiçbir zaman sevmediği ve yok etmek için yıllardır fırsat kolladığı- Gülen Cemaatini terörist ilan etti.
ABD’den Gülen’i ve Cemaat’in bazı yöneticilerini istiyor. Bu amaçla Amsterdam başta olmak üzere çok sayıda grup ve lobi şirketi ile çalışıyor.
Söz konusu çalışmalar için harcanan paranın ise haddi hesabı yok.
Fakat Erdoğan ve ekibinin yaptığı tüm çalışmalar ayaklarına dolaştı. Flynn skandalında olduğu gibi ABD yönetimi ‘çok sık ve rahatlıkla yalan söyleyen bir anlayış’la tanışmış oldu.
Hal böyle olunca da Gülen ve 15 Temmuz için Türk tarafının ortaya attığı tezlere ciddi mesafeliler.
Amerikan medyasında Gülen lehine yorumlar arttı.
ABD MEDYASINA TARİHİ KAZIK!
Önde gelen medya kurumları ‘Flynn ve Türk hükümeti arasındaki ilişkiyi’ sorgularken ABD tarafındaki güvensizliği arttıran yeni bir gelişme oldu.
Son iki gündür aralarında New York Times ve Washington Post gibi önemli gazetelerde AKP yönetiminin ‘yalanlarına’ dair ilginç yazılar var.
Mesele özetle şöyle:
Washington merkezli bir lobi şirketi aracılığıyla ABD medyasının önde gelen temsilcileri ‘Erdoğan, Hakan Fidan ve Hulusi Akar ile röportajlar yapma vaadiyle’ Ankara’ya davet edilmiş.
Huffington Post’ta yer alan detaylara göre Türk hükümeti ‘hiçbir masraftan’ kaçınmamış. Fakat gelin görün ki Erdoğan ile görüşmek için yola çıkan gazeteciler kendilerini Melih Gökçek’in karşısında bulmuşlar.
Böylesine kritik bir dönemde Erdoğan, Fidan ve Akar ile görüşmek için yola çıkıp ‘Twitter ergeni kıvamındaki’ Melih Gökçek ile muhatap olmak Amerikalı meslektaşları rahatsız etmiş doğal olarak.
Gökçek başta olmak üzere muhatap oldukları Türk yetkililerden komplo teorileri dinleyen gazeteciler Erdoğan ve kabinesi hakkında ‘daha da şüpheci’ olarak geri dönmüşler.
Diğer yaptıklarını bir kenara koyun, sadece bu olay bile Türkiye’nin itibarını yerlerde süründürecek türden.
Düşünsenize, bir düzine Amerikan gazetecisine yalan söyleyip Türkiye’ye götürüyorsunuz.
‘Gülen’in deprem yaptırabileceği’ gibi deli saçması şeyleri anlatıp sonra da ABD medyasının -dolayısıyla ABD siyaseti ve kamuoyunun- sizi ciddiye almalarını bekliyorsunuz.
Bir yandan Havuz’da çıkan akla ziyan haberleri -tercüme bile etmeyerek -ABD’ye delil diye yolluyorsunuz öbür yandan da ABD’nin en etkili gazetelerine yalan söyleyip Gökçek ile muhatap ediyorsunuz.
Aslında Flynn olayı da bir yönüyle yalan söylenilerek Ankara’ya götürülen gazeteciler olayı gibi.
ABD tarafında ‘Erdoğan ve AKP’ye dair resim’ giderek daha da netleşiyor.