[Veysel Ayhan]
Bir ülkenin ne cumhuriyeti olduğuna ismine bakarak karar veremezsiniz. Yönetenlere bakarsınız. Nasıl yönetildiğini incelersiniz ve kararınızı verirsiniz.
“Birleşik Krallık” ismine bakarak İngiltere’yi kral kraliçe yönetiyor sanırsanız Erdoğan gibi yanılırsınız. Keza Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç…
Hepsi demokratik birer hukuk devletidir.
Türkiye’nin adı ise: Türkiye Cumhuriyeti
Anayasaya göre biraz daha uzun: … demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti.
Saray’ın sözlüğünde “demokrasi” ve “hukuk” yok.
Hukukun garantörü olması gereken AYM ve Yüksek yargı tam bir pabuç parlatıcısı.
MİT ve TSK ise Saray’ın masadaki yancısı. 550 milletvekili bir işe yarıyor mu? Yaramıyor. Kararlar Saray’dan geliyor, 550 noter memuru onaylıyor.
Başbakan özel seçildi. Düşük profilli yani “abidik gubidik”.
Şimdi böyle bir ülkeye cumhuriyet denir mi? Denmez. Ne denir?
Mahkemenin ses etmediği şekliyle adı; “bir diktatör” tarafından yönetilen “diktatörlük” olabilir.
DİKTATÖRLÜK TAM KARŞILAMIYOR
Şunları diyebilen biri yani Erdoğan devleti yönetiyor:
“Ey Almanya… Zannediyorlar ki Erdoğan Almanya’ya gelecekti. Ben istesem gelirim. Ve kapıdan sokmadığınız veya konuşturmadığınız zaman ortalığı ayağa kaldırırım.”
“Şimdi Hollanda da aynı uygulamaya geçti. Bunlar referandumda evet çıkmasından korkuyor. Vah zavallı vah. Biz bunları bütün dünyaya rezil rüsva edeceğiz…”
Önceki akşam tam tersi oldu. Bizim seçim yasasında “Yurtdışında ve yurtdışı temsilciliklerde ve gümrük kapılarında seçim propagandası yapılamaz” a rağmen iki bakan “evet” kampanyası yapmaya kalktı. Polis zoruyla kovuldular. Onlar rezil olacaktı ama biz dünyaya rezil olduk. Erdoğan dün devam etti: “Dur sen daha dur. Neyi düzelteceksin. Daha sen bedel ödemedin, önce bunun hesabını vereceksin” Ve hepsine köpek benzetmesi: “Avrupa’dan ses çıkmıyor çünkü bunlar birbirini ısırmazlar. Hollanda, Avrupa ülkesi gibi değil, Muz Cumhuriyeti gibi davranmıştır. Ya senin her yerin Avrupa Birliği üyesi olsa ne olur?”
Lafla dünyayı ayağa kaldırmak demek bu!
Dışişleri bakanı eksik kalmıyor o ne diyor: “Senin ülkendeki laleler nerden geldi? Sen ne lalesisin bilmiyorum ama!” Tam dediği de “I don’t know which tulip you are”
AKP’NİN KANAAT ÖNDERİ SEDAT PEKER
“Büyük devlet adamı dekoru” önünde genç bir mafya babası peydahlanıyor. Önceki akşamki olayları çıkaranların onun adamları olduğu iddia edildi. Grand tuvalet, Adnan Oktar gibi poz veriyor. Muhtemelen aklında siyatsete girip bakan olmak var. Ki bakanlardan bir eksiği yok. Şimdilerde içişleri bakanlığını mesken tutmuş Mehmet Ağar ve yakında hürriyetini kazanmasını ve AKP saflarında millete hizmet etmesini beklediğimiz Alaattin Çakıcı’nın genç versiyonu.
Peker’in sicilinde “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek”, “hürriyetinden yoksun bırakmak” “evrakta sahtecilik” “adam öldürmeye azmettirmek” var. Ama yeni Türkiye’de bunları yapanlar hapse girmiyor. Erdoğan’la düğünlerde poz veriyor, “evet” kampanyaları yapıyor.
Geçen yıl “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” demişti. Referandumla ilgili ise “Sokaklara çıkan birileri olursa, onları bekliyor olacağımızı şimdiden özellikle söylemek isterim.”
Geçen gün Avrupa’ya posta koyuyordu: “Tüm Avrupa Ülkelerini uyarmak istiyorum hayata korkusuzca bakanlar ölümden de korkmazlar öğretisiyle yetişen neslimizin Avrupa’nın her noktasında Gezi olaylarından çok daha beter olan şeyleri nasıl yapapileceğimizi o gün geldiği zaman tam olarak öğrenecekler.”
Sedat Reis yani ‘küçük reis’ uyardı ama dinlemediler. Akıllı olmadılar. Bakalım Avrupa’nın başına neler gelecek.
Mehmet Ali Ağca’sız bir devlet yönetimi olur mu? Olmaz. Abdi İpekçi’nin katili ve Papa suikastçısı Mehmet Ali Ağca ne diyor Akit röportajında “Ben Tayyip Erdoğan ile görüşmek istiyorum, bütün bunları konuşmak için. (Türkiye’yi ve Dünya’yı kurtarmak…) Gidiyor gereksiz adamlarla görüşüyor, benimle görüşmüyor. Neden benimle görüşmüyorsun.”
Çok haklı. O da acil Saray’a çağırılıp A takımına alınmalı.
SOYLU ‘NONOŞLUK’
İçişleri bakanı elinde mikrofon kendi kendine coşup atarlanıyor, dünyayı tehdit ediyor, muhalefete posta koyuyor. Kılıçdaroğlu’nu tahkir ediyor. Köşe yazarıyla polemiğe giriyor: “Dilin yine çok uzamış senin… Git Avrupa’da nonoşlarla mı birlikte olacaksın ne yapacaksın onlarla beraber ol. Yazıklar olsun.”
Alttakiler farklı mı?
Genç ergen gazeteciler için “Hatamız bunlara zamanında dayak atmamak oldu!” deyince terfi edip Bakan yardımcısı olmuştu.
Erdoğan “hayır” diyenlerin “terörist ve darbeci” olduğunu ilan etti ya AKP seçmeni nerede “hayırcı” varsa saldırıyor, teşkilat üyesi referandumda “hayır” diyecek olanları mermi sıkarak tehdit ediyor.
Halk ne yapıyor? Resimdekini yapıyor. Meslekten atılmış emniyet müdürünü sokakta linç ediyor.
Şimdi bu ülkenin adına siz karar verin. “DİKTATÖRLÜK” derseniz, yetmez.
Tam karşılamaz.
Devlet adamlarının mafya usulleriyle çalıştığı, rüşvet verdiği, komisyon aldığı, haraç topladığı, Kasımpaşa kabadayısı gibi efelendiği bir yönetime dense dense mafya tarzı yönetim denir.
Erdoğan anayasayı kalbura çevirirken ne diyordu: “Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir” O yüzden hazır anayasa değişiyorken hiç yüksünmeden en yakışan adı verelim ve bunu yeni anayasaya da yazalım:
DİKTARTORYAL TÜRK MAFYA CUMHURİYETİ (DTMC)
Bakın afili bir kısaltması da oldu SSCB gibi…
Hepsi demokratik birer hukuk devletidir.
Türkiye’nin adı ise: Türkiye Cumhuriyeti
Anayasaya göre biraz daha uzun: … demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti.
Saray’ın sözlüğünde “demokrasi” ve “hukuk” yok.
Hukukun garantörü olması gereken AYM ve Yüksek yargı tam bir pabuç parlatıcısı.
MİT ve TSK ise Saray’ın masadaki yancısı. 550 milletvekili bir işe yarıyor mu? Yaramıyor. Kararlar Saray’dan geliyor, 550 noter memuru onaylıyor.
Başbakan özel seçildi. Düşük profilli yani “abidik gubidik”.
Şimdi böyle bir ülkeye cumhuriyet denir mi? Denmez. Ne denir?
Mahkemenin ses etmediği şekliyle adı; “bir diktatör” tarafından yönetilen “diktatörlük” olabilir.
DİKTATÖRLÜK TAM KARŞILAMIYOR
Şunları diyebilen biri yani Erdoğan devleti yönetiyor:
“Ey Almanya… Zannediyorlar ki Erdoğan Almanya’ya gelecekti. Ben istesem gelirim. Ve kapıdan sokmadığınız veya konuşturmadığınız zaman ortalığı ayağa kaldırırım.”
“Şimdi Hollanda da aynı uygulamaya geçti. Bunlar referandumda evet çıkmasından korkuyor. Vah zavallı vah. Biz bunları bütün dünyaya rezil rüsva edeceğiz…”
Önceki akşam tam tersi oldu. Bizim seçim yasasında “Yurtdışında ve yurtdışı temsilciliklerde ve gümrük kapılarında seçim propagandası yapılamaz” a rağmen iki bakan “evet” kampanyası yapmaya kalktı. Polis zoruyla kovuldular. Onlar rezil olacaktı ama biz dünyaya rezil olduk. Erdoğan dün devam etti: “Dur sen daha dur. Neyi düzelteceksin. Daha sen bedel ödemedin, önce bunun hesabını vereceksin” Ve hepsine köpek benzetmesi: “Avrupa’dan ses çıkmıyor çünkü bunlar birbirini ısırmazlar. Hollanda, Avrupa ülkesi gibi değil, Muz Cumhuriyeti gibi davranmıştır. Ya senin her yerin Avrupa Birliği üyesi olsa ne olur?”
Lafla dünyayı ayağa kaldırmak demek bu!
Dışişleri bakanı eksik kalmıyor o ne diyor: “Senin ülkendeki laleler nerden geldi? Sen ne lalesisin bilmiyorum ama!” Tam dediği de “I don’t know which tulip you are”
AKP’NİN KANAAT ÖNDERİ SEDAT PEKER
“Büyük devlet adamı dekoru” önünde genç bir mafya babası peydahlanıyor. Önceki akşamki olayları çıkaranların onun adamları olduğu iddia edildi. Grand tuvalet, Adnan Oktar gibi poz veriyor. Muhtemelen aklında siyatsete girip bakan olmak var. Ki bakanlardan bir eksiği yok. Şimdilerde içişleri bakanlığını mesken tutmuş Mehmet Ağar ve yakında hürriyetini kazanmasını ve AKP saflarında millete hizmet etmesini beklediğimiz Alaattin Çakıcı’nın genç versiyonu.
Peker’in sicilinde “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek”, “hürriyetinden yoksun bırakmak” “evrakta sahtecilik” “adam öldürmeye azmettirmek” var. Ama yeni Türkiye’de bunları yapanlar hapse girmiyor. Erdoğan’la düğünlerde poz veriyor, “evet” kampanyaları yapıyor.
Geçen yıl “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” demişti. Referandumla ilgili ise “Sokaklara çıkan birileri olursa, onları bekliyor olacağımızı şimdiden özellikle söylemek isterim.”
Sedat Reis yani ‘küçük reis’ uyardı ama dinlemediler. Akıllı olmadılar. Bakalım Avrupa’nın başına neler gelecek.
Mehmet Ali Ağca’sız bir devlet yönetimi olur mu? Olmaz. Abdi İpekçi’nin katili ve Papa suikastçısı Mehmet Ali Ağca ne diyor Akit röportajında “Ben Tayyip Erdoğan ile görüşmek istiyorum, bütün bunları konuşmak için. (Türkiye’yi ve Dünya’yı kurtarmak…) Gidiyor gereksiz adamlarla görüşüyor, benimle görüşmüyor. Neden benimle görüşmüyorsun.”
Çok haklı. O da acil Saray’a çağırılıp A takımına alınmalı.
SOYLU ‘NONOŞLUK’
İçişleri bakanı elinde mikrofon kendi kendine coşup atarlanıyor, dünyayı tehdit ediyor, muhalefete posta koyuyor. Kılıçdaroğlu’nu tahkir ediyor. Köşe yazarıyla polemiğe giriyor: “Dilin yine çok uzamış senin… Git Avrupa’da nonoşlarla mı birlikte olacaksın ne yapacaksın onlarla beraber ol. Yazıklar olsun.”
Alttakiler farklı mı?
Genç ergen gazeteciler için “Hatamız bunlara zamanında dayak atmamak oldu!” deyince terfi edip Bakan yardımcısı olmuştu.
Erdoğan “hayır” diyenlerin “terörist ve darbeci” olduğunu ilan etti ya AKP seçmeni nerede “hayırcı” varsa saldırıyor, teşkilat üyesi referandumda “hayır” diyecek olanları mermi sıkarak tehdit ediyor.
Şimdi bu ülkenin adına siz karar verin. “DİKTATÖRLÜK” derseniz, yetmez.
Tam karşılamaz.
Devlet adamlarının mafya usulleriyle çalıştığı, rüşvet verdiği, komisyon aldığı, haraç topladığı, Kasımpaşa kabadayısı gibi efelendiği bir yönetime dense dense mafya tarzı yönetim denir.
Erdoğan anayasayı kalbura çevirirken ne diyordu: “Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir” O yüzden hazır anayasa değişiyorken hiç yüksünmeden en yakışan adı verelim ve bunu yeni anayasaya da yazalım:
DİKTARTORYAL TÜRK MAFYA CUMHURİYETİ (DTMC)
Bakın afili bir kısaltması da oldu SSCB gibi…