[Abdullah Salih Güven]
Şevki Yılmaz’ın çok gürültü koparan açıklaması ile alakalı “Allah’a iftira, Allah adına ahkâm kesme” şeklinde özetlenebilecek ilk düşüncelerimi yazmış; sözünü ettiği hadis hakkındaki yorumlarımı bir sonraki yazımda kaleme alacağımı belirtmiştim.
Yılmaz’ın “16 Nisan ile alakalı hadis var, müjde var,” diye kesik kesik yarım cümleler halinde delil gösterdiği hadis, literatürde saltanat hadisi olarak bilenen “Hilafet otuz yıldır, sonra saltanat olacaktır” hadisiymiş. Hadis mi, hadis diye rivayet edilen beyan yani hadis rivayeti mi yoksa hadis malzemesi mi demeliyim? Bu kararı yazının sonunda siz vereceksiniz.
MÜSNED’DEKİ HADİS VE YILMAZ’IN YORUMU
İmam ve vaiz efendilerin vaaz ve konuşmalarına konu ettiği şekliyle verdiğimiz bu rivayetin Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde geçen versiyonu Şevki Yılmaz’ın yorumuna mesned olduğu için, onu esas alalım. Rivayet aynen şöyle:
“Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da –dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.” (Ahmed b. Hanbel, 4/273).
Şevki Yılmaz yaptığı izahta anladığım kadarıyla şunu söylüyor: 4 tane dönem var. İlki, nübüvvet dönemi ki Efendimizin vefatıyla sona ermiştir. İkincisi, nübüvvete benzeyen hilafet sistemi ki 30 yıl süren Raşit halifeler dönemidir. Üçüncüsü; Emevilerle başlayan ve asırlarca devam eden “ısırıcı saltanat” dönemi. Dördüncü ceberut saltanat dönemi. Bu dönemin başlangıcı ve kimler tarafından temsil edildiğini söylemese de, ülkemiz özelinde Kemalizm’i ya da şu ana kadar devam eden Cumhuriyet rejimini buna dâhil ettiği ifadelerinin mantukundan anlaşılıyor. Ve nihayet “nübüvvet sisteminde bir hilafet” diye anlatılan beşinci dönem ki yine onun ifadelerinden anlaşılan bu dönem 16 Nisan referandumu sonrası Erdoğan’ın başkanlığı ile hayata geçecektir. Yılmaz’ın hadisle bağlantılı olarak yaptığı açıklamalardan benim yaptığım çıkarım bu. Müjde, Erdoğan hilafeti. Başlangıç tarihi 16 Nisan 2017. Konuşması Youtube ortamında duruyor. İsteyenler tekrar tekrar izleyerek benim çıkarımımın doğru veya yanlışlığını test edebilir.
KİMLERİN ‘YORUM’ EHLİYETİ OLABİLİR?
Nedir Yılmaz’ın bu söyledikleri? Hadis rivayetini merkeze alan indi ve sübjektif bir yorumdur. Hadisin şerhidir. Üretilmiş düşüncedir. İçtihadi bilgidir. Hem kabule hem de ret edilmeye açıktır. Din ve siyaset ilişkisini merkeze alarak söylenecek itirazlar bir tarafa, bir insan bu düşünceleri ürettiği ve ürettiği düşünceleri açık yüreklilikle söylediğinden dolayı linç edilemez. Linç ameliyesi İslam dininin düşünce ve ifade hürriyetine adına getirdiği sınırları aşmak olur. Ama…
‘Ama’sı şu; Şevki Yılmaz bu işin ehli midir? Burada asıl cevaplandırılması gereken ilk soru budur. Türkiye kamuoyunda daha çok siyasetçi kimliği tanınan Yılmaz, bir hadis hakkında yorum yapma yeterliliğine sahip midir? Dikkat ederseniz yetkisi demiyorum. Resmi bir unvandan, Diyanet İşlerinde üst düzeylerde görevli veya İlahiyat Fakültelerindeki akademisyenlere ait olduğu zannedilen bir yetkiden bahsetmiyorum. Resmi değil dinin tabiatına uygun olan sivil İslam’dan, ilmi kifayetten, yeterlilikten söz ediyorum.
Ben şahsen kendisini tanımıyorum. Dini ilim tahsilinde nerede durduğunu da bilmiyorum. Bu özelliklerini öğrenmek için hususi bir araştırma da yapmadım. Hüsnüzan ediyorum. Bir mümin, Hz. Peygamberin (sas) bir hadisi hakkında yanlış anlaşılmalara ve yönlendirmelere de konu olabilecek böyle bir beyanı dile getirdiğine göre demek ki ilmi yeterliliğe sahiptir diye düşünüyorum. Bunun dünyevi-uhrevi sorumluluğunu da almaya hazır demek ki diyorum. Literatürde içtihadın yani düşünce üretmenin “ehlinden sâdır, mahalline müsadif” olması aranan ilk şarttır. Yılmaz, bu bağlamda kendini yeterli görüyorsa benim buna diyeceğim bir şey olamaz.
Fakat söylediklerine itiraz edilmesine, karşıt düşünceler üretilmesine, barika-i hakikatin ortaya çıkması adına başkalarının düşüncelerini seslendirmesine de mani olmamalı Yılmaz. Her düşünce bünyesinde bir iddia barındırır. Mademki o iddiayı seslendirdin, farklı düşünceleri seslendiren kişilere “kiralık maşa, yalan söylüyor” türü itham ve hakaretlerle karşılık vermeyi kendisine yakıştıramadığımı itiraf edeyim. İlmi nezaket ve sorumluluk, insani zarafet, entelektüel soğukkanlılık karşıt düşünceleri de dinlemeyi, okumayı, izlemeyi gerektirir. Nitekim okuduğunuz şu satırlar bunun en net göstergelerinden biridir.
HADİS ÇALIŞMALARINA GÖRE ‘SALTANAT HADİSİ’
Şimdi, Yılmaz’ın şahsi ilmi yeterliliği bir kenara, söylediklerine odaklanalım. Basit bir soru, Yılmaz’ın hadis dediği rivayet, gerçekten hadis midir? Bizatihi Hz. Peygamber’in (sas) ağzından mı çıkmıştır yoksa ilerleyen dönemlerde siyaseten kendini haklı göstermek, taraftar toplamak, iktidarda kalmak, muhaliflerini sindirmek için üretilen siyasi rivayetler kategorisinde bir beyan mıdır? Hadis usulündeki hadisin sıhhatini belirleyen kriterler açısından bakıldığında, bir başka tabirle sened ve metin kritiği yapıldığında karşımıza çıkan sonuç nedir? Aradan geçen 15 asır içinde yapılan hadis çalışmaları bu bağlamda ne diyor?
Bu soruların cevapları başlangıç açısından oldukça önemli. Çünkü bunlara verilecek cevaplar Yılmaz’ın yapmış olduğu yorumların sıhhatini ve geçerliliğini belirleyecek ana unsurdur. Söz gelimi eğer onun hadis dediği şey, hadis değilse zaten her şey başlamadan bitmiş, söylediği düşünceler büyük bir boşluğa düşmüş ve üzerinde konuşmaya bile değer olmayacak sözler olarak ortada kalakalacaktır. Ama hadisin, gerçekten Hz. Peygamber’e aidiyeti sahihse, metin kritiği açısından da İslam’ın genel geçer ilkelerine muhalif değilse, o zaman yapılan yorumu Yılmaz’ın düşüncesi olarak bir yere koyabilir, yukarı da dediğim gibi kabullenebilir ya da ret edebilirsiniz.
Saltanat hadisi diye bilinen bu hadis başta olmak üzere hilafet, siyaset, iktidar kavramlarını ihtiva eden rivayetler üzerinde, en kapsamlı çalışmalardan biri İlyas Canikli’ye aittir. Canikli, Ankara İlahiyat Fakültesi bünyesinde yapılan “Hilafet Kavramıyla İlgili Hadislerin Tetkiki” adli doktora çalışmasında bu ve benzeri rivayetleri derinlemesine tahlil etmiştir. Canikli’nin yaptığı bu tetkikata göre, rivayet farklılıkları mahfuz, muhtevası hemen hemen aynı olan bu hadis Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, Taberanı, Mervezi, Şeybanı, Heysemi, Tayalisi ve İ.Hibban’da geçmektedir.
Bütün bu rivayetlerde Hz. Peygamber’den hadisi rivayet eden tek bir sahabi vardır: Sefine. Lakabı Ebu Abdurrahman’dır. Efendimizin hizmetinde bulunmuş, Hz. Ali ve Ümmü Seleme’den de hadis rivayetleri vardır. Cabiri’nin tabiriyle Arap’ın siyasal aklı, Hz. Peygamber’in vefatını takiben halife kim olacak diye başlayan ve neredeyse hayatın bütün karelerine hâkim olan hilafet, siyaset, iktidar-muhalefet tartışmalarını, bu tartışmaların açtığı kulvarda ilerlerken karşımıza çıkan iç savaşları bir bütün olarak düşünecek olduğumuzda böylesi önemli bir mevzuu sadece ve sadece bir sahabinin rivayet etmesi oldukça düşündürücüdür. Zira tarihi zemin, Efendimize ait bu ve benzeri sözlerin tabir caizse pazar bulduğu, başka bir ifadeyle en çok ihtiyaç duyulduğu bir zemindir.
SENET BAKIMINDAN SAĞLIKLI DEĞİL
Devam edelim; hadisin rivayet silsilesinde bir o kadar garip olan ikinci husus, rivayetin ikinci tabakada da tek bir kişi tarafından rivayet edilmesidir. Ravi, Said b. Cumhan. Hadis usulündeki kavramla ifade edecek olursak hadis birinci ve ikinci tabakada “ferdi mutlak”tır. Üçüncü tabakada karşımıza çıkan beş tane ravi var. Daha sonrasında ise Ahmet b. Hanbel (ölümü hicrî 241, miladî 855’dir) ile başlayan ve yaşam sürelerine bağlı olarak başka ravilerin de ilavesiyle yukarıda zikrettiğimiz kitaplarda bu hadis yer almıştır.
Hadis ravilerini inceleyen, onların güvenilir kişiler olup olmadığı, hadisleri ile amel-edilip edilmeyeceği meselesini kendine inceleme alanı olarak belirleyen cerh ve ta’dil yazarları söz konusu raviler hakkında ne diyor? Bir gazete makalesinin sınırlarını aşan bu hususu yukarıda refere ettiğimiz doktora tezine havale ederek onun ulaştığı sonuç paragrafını aktaralım: “Saltanat rivayetinin daha sonraki nesillere ulaşmasını sağlayan Saîd b. Cumhan’ın birçok yönden cerh edildiği, Hammad b. Seleme’nin münker rivayetler yaptığı, Abdüssamed b. Abdilvâris’in meçhul bir hadisçi olduğu, Hasreç b. Nubâte’nin hadis rivayetinde zayıf olduğu, münkeru’l-Hadis sıfatıyla anıldığı ve rivayetlerinde tek kaldığı, haberleriyle amel edilemeyeceği, Abdülvâris b. Saîd’in de cerh ve ta’dîl yönünden durumu göz önüne alındığında, söz konusu saltanat rivayetinin sened bakımından sıhhatli olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bu rivayet hakkında daha sağlıklı tespitler de bulunmak için metin tetkîkinin de yapılması gerekmektedir.”
METİNDEN GELEN ŞÜPHELER
Metne geldiğimizde; ilginçtir 30 sene ilk dört halife ve 6 aylık Hz. Hasan’ın toplam hilafet dönemi ile tamamlanmaktadır. İlginçtir deyişimin nedeni, hesaplamanın milimetrik oluşudur. 30 sene, Hz. Hasan’ın hilafetten çekildiği gün itibariyle günü gününe tamamlanmaktadır. Bu da ister istemez iki şeyi akla getirmektedir. Bir; Hz. Peygamberin gelecekle alakalı gaybî haberler cümlesinden bir mucizesi. İki; Muaviye b. Ebi Süfyan taraftarlarının meşru halifeye isyan ederek kılıçla elde ettikleri iktidarı yani saltanatı meşru göstermelerin için uydurdukları bir haber. Allah’ın Resulüne, onun da ümmetine bildirmesi mahfuz, İslam’ın genel geçer ilkesi gaybın Allah’tan başkası tarafından bilinemeyeceğidir.
Bu zaviyeden bakınca söz konusu rivayetin saltanatı meşru gösterme adına ortaya atıldığını akıldan uzak tutulmaması gereken bir ihtimaldir. Hele buna o dönemde aynı istikamette uydurulmuş ve uydurma olduğu aksine ihtimal vermeyecek netlikte tespit edilmiş başka rivayetler de olduğunu ilave edersek, bu ihtimalin gerçekliği ilkine nispetle bir adım öne çıkmaktadır. Nitekim 15 asırlık geleneğimiz içinde yerini alan devasa âlimlerimizin büyük bir çoğunluğu saltanatın din eliyle meşrulaştırılması için bu rivayetin uydurulduğu kanaatindedirler.
YİNE SALTANAT İÇİN İSLAM KULLANILIYOR
Meselenin akademik bağlamda ele alınabilecek ve detaylıca incelenebilecek başka yönleri de var. Onu ilgilenenler için gerekli yerlere havale edip Şevki Yılmaz’a dönelim. Benim şahsi kanaatim nasıl Emeviler döneminde saltanatı ele geçirme, ya da ele geçirilen saltanatı muhafaza etme ve devam ettirme için Hz. Peygamber’i bu ve benzeri rivayetlerle konuşturmuşlar, Yılmaz’ın yaptığı da bundan farklı değil. Hayallerini süsleyen siyasi emellerini, hilafetin ihyasını, halife olarak gönüllerinde var olan Erdoğan’ın hâkimiyetinin teminini sağlamak amacıyla, sözünü ettiğimiz rivayeti kullanıyor. Rivayetin sonundaki “…nübüvvet sisteminde bir hilafet” cümlesi de Yılmaz’a tam da istediği malzemeyi veriyor. 16 Nisan referandumu ve tabii ki buradan çıkacak ‘evet’ oylarının çokluğu ile hayallerindeki sisteme kavuşacaklarını ümidini besliyorlar.
Olamaz mı? Olabilir. Bir insan bu emelleri besleyemez mi? Besleyebilir. Bunların tahakkuku için çalışma yapamaz mı? Yapabilir. Ama bir tek şartla, hepimizin dini olan İslam’ın ne yüce kitabını ne de Peygamber Efendimiz’i (sas) kullanmak şartıyla. Madem siyasetten bahsediyoruz, yönetim şeklinin, devlet sisteminin değişikliğini konuşuyoruz, argümanların tamamıyla rasyonel aklın sınırları içinde sunulması, sistemin getiri ve götürülerini bir bütün halinde ele alınmasını çok daha sağlıklı bulurum. “Bunu kimse önleyemez. Boşuna uğraşmayın.” sözleri ile uzun soluklu mesafe alınamaz.
ANCAK SÜKÛT İLE CEVAPLANACAK SÖZLER
Yılmaz konuşmasının sonunda, bazı büyük âlimlerin beyanlarından hareketle Türkiye’nin yeni bir doğum gerçekleştirdiğini ifade ettikten sonra şunları diyor:
“Musa’yı (as) nasıl Firavun öldüremediyse, Türkiye bebeğini de yeryüzünün firavunları öldüremeyecek. (Burada ağlıyor ASG) Çünkü Türkiye Kâbe’yi korur. Nöbeti büyük. Türkiye gidince Beytullah gider. 16 Nisan’da ‘evet’ oyu demek Beytullah’ta ebabil kuşu olmak demek, siccil taşı olmak demektir. Türkiye Kâbe’den, Kabe Türkiye’den, Resullullah (as) Türkiye’den korunur. Onun için bizde bir şey yok. Kimse kendinde bir şey aramasın. Allah bu Türkiye’yi ebabil kuşu ile Anadolu’yu yıllarca görevlendirdi. (Bu cümle ile ne demek istediğini ben anlamadım ASG). Bu görevi TR den kimse alamayacak.”
Bu son sözler üzerine söylenecek o kadar çok şey var ki; yazının uzamasından hareketle bunlara kocaman bir sükûtla cevap vermek isterim. Neden? Bir; “Bazen susmak, uzun bir hutbeden daha beliğdir” İki; neresini düzelteceksiniz?
(tr724)
Yılmaz’ın “16 Nisan ile alakalı hadis var, müjde var,” diye kesik kesik yarım cümleler halinde delil gösterdiği hadis, literatürde saltanat hadisi olarak bilenen “Hilafet otuz yıldır, sonra saltanat olacaktır” hadisiymiş. Hadis mi, hadis diye rivayet edilen beyan yani hadis rivayeti mi yoksa hadis malzemesi mi demeliyim? Bu kararı yazının sonunda siz vereceksiniz.
MÜSNED’DEKİ HADİS VE YILMAZ’IN YORUMU
“Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da –dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.” (Ahmed b. Hanbel, 4/273).
Şevki Yılmaz yaptığı izahta anladığım kadarıyla şunu söylüyor: 4 tane dönem var. İlki, nübüvvet dönemi ki Efendimizin vefatıyla sona ermiştir. İkincisi, nübüvvete benzeyen hilafet sistemi ki 30 yıl süren Raşit halifeler dönemidir. Üçüncüsü; Emevilerle başlayan ve asırlarca devam eden “ısırıcı saltanat” dönemi. Dördüncü ceberut saltanat dönemi. Bu dönemin başlangıcı ve kimler tarafından temsil edildiğini söylemese de, ülkemiz özelinde Kemalizm’i ya da şu ana kadar devam eden Cumhuriyet rejimini buna dâhil ettiği ifadelerinin mantukundan anlaşılıyor. Ve nihayet “nübüvvet sisteminde bir hilafet” diye anlatılan beşinci dönem ki yine onun ifadelerinden anlaşılan bu dönem 16 Nisan referandumu sonrası Erdoğan’ın başkanlığı ile hayata geçecektir. Yılmaz’ın hadisle bağlantılı olarak yaptığı açıklamalardan benim yaptığım çıkarım bu. Müjde, Erdoğan hilafeti. Başlangıç tarihi 16 Nisan 2017. Konuşması Youtube ortamında duruyor. İsteyenler tekrar tekrar izleyerek benim çıkarımımın doğru veya yanlışlığını test edebilir.
KİMLERİN ‘YORUM’ EHLİYETİ OLABİLİR?
Nedir Yılmaz’ın bu söyledikleri? Hadis rivayetini merkeze alan indi ve sübjektif bir yorumdur. Hadisin şerhidir. Üretilmiş düşüncedir. İçtihadi bilgidir. Hem kabule hem de ret edilmeye açıktır. Din ve siyaset ilişkisini merkeze alarak söylenecek itirazlar bir tarafa, bir insan bu düşünceleri ürettiği ve ürettiği düşünceleri açık yüreklilikle söylediğinden dolayı linç edilemez. Linç ameliyesi İslam dininin düşünce ve ifade hürriyetine adına getirdiği sınırları aşmak olur. Ama…
‘Ama’sı şu; Şevki Yılmaz bu işin ehli midir? Burada asıl cevaplandırılması gereken ilk soru budur. Türkiye kamuoyunda daha çok siyasetçi kimliği tanınan Yılmaz, bir hadis hakkında yorum yapma yeterliliğine sahip midir? Dikkat ederseniz yetkisi demiyorum. Resmi bir unvandan, Diyanet İşlerinde üst düzeylerde görevli veya İlahiyat Fakültelerindeki akademisyenlere ait olduğu zannedilen bir yetkiden bahsetmiyorum. Resmi değil dinin tabiatına uygun olan sivil İslam’dan, ilmi kifayetten, yeterlilikten söz ediyorum.
Ben şahsen kendisini tanımıyorum. Dini ilim tahsilinde nerede durduğunu da bilmiyorum. Bu özelliklerini öğrenmek için hususi bir araştırma da yapmadım. Hüsnüzan ediyorum. Bir mümin, Hz. Peygamberin (sas) bir hadisi hakkında yanlış anlaşılmalara ve yönlendirmelere de konu olabilecek böyle bir beyanı dile getirdiğine göre demek ki ilmi yeterliliğe sahiptir diye düşünüyorum. Bunun dünyevi-uhrevi sorumluluğunu da almaya hazır demek ki diyorum. Literatürde içtihadın yani düşünce üretmenin “ehlinden sâdır, mahalline müsadif” olması aranan ilk şarttır. Yılmaz, bu bağlamda kendini yeterli görüyorsa benim buna diyeceğim bir şey olamaz.
Fakat söylediklerine itiraz edilmesine, karşıt düşünceler üretilmesine, barika-i hakikatin ortaya çıkması adına başkalarının düşüncelerini seslendirmesine de mani olmamalı Yılmaz. Her düşünce bünyesinde bir iddia barındırır. Mademki o iddiayı seslendirdin, farklı düşünceleri seslendiren kişilere “kiralık maşa, yalan söylüyor” türü itham ve hakaretlerle karşılık vermeyi kendisine yakıştıramadığımı itiraf edeyim. İlmi nezaket ve sorumluluk, insani zarafet, entelektüel soğukkanlılık karşıt düşünceleri de dinlemeyi, okumayı, izlemeyi gerektirir. Nitekim okuduğunuz şu satırlar bunun en net göstergelerinden biridir.
HADİS ÇALIŞMALARINA GÖRE ‘SALTANAT HADİSİ’
Şimdi, Yılmaz’ın şahsi ilmi yeterliliği bir kenara, söylediklerine odaklanalım. Basit bir soru, Yılmaz’ın hadis dediği rivayet, gerçekten hadis midir? Bizatihi Hz. Peygamber’in (sas) ağzından mı çıkmıştır yoksa ilerleyen dönemlerde siyaseten kendini haklı göstermek, taraftar toplamak, iktidarda kalmak, muhaliflerini sindirmek için üretilen siyasi rivayetler kategorisinde bir beyan mıdır? Hadis usulündeki hadisin sıhhatini belirleyen kriterler açısından bakıldığında, bir başka tabirle sened ve metin kritiği yapıldığında karşımıza çıkan sonuç nedir? Aradan geçen 15 asır içinde yapılan hadis çalışmaları bu bağlamda ne diyor?
Bu soruların cevapları başlangıç açısından oldukça önemli. Çünkü bunlara verilecek cevaplar Yılmaz’ın yapmış olduğu yorumların sıhhatini ve geçerliliğini belirleyecek ana unsurdur. Söz gelimi eğer onun hadis dediği şey, hadis değilse zaten her şey başlamadan bitmiş, söylediği düşünceler büyük bir boşluğa düşmüş ve üzerinde konuşmaya bile değer olmayacak sözler olarak ortada kalakalacaktır. Ama hadisin, gerçekten Hz. Peygamber’e aidiyeti sahihse, metin kritiği açısından da İslam’ın genel geçer ilkelerine muhalif değilse, o zaman yapılan yorumu Yılmaz’ın düşüncesi olarak bir yere koyabilir, yukarı da dediğim gibi kabullenebilir ya da ret edebilirsiniz.
Saltanat hadisi diye bilinen bu hadis başta olmak üzere hilafet, siyaset, iktidar kavramlarını ihtiva eden rivayetler üzerinde, en kapsamlı çalışmalardan biri İlyas Canikli’ye aittir. Canikli, Ankara İlahiyat Fakültesi bünyesinde yapılan “Hilafet Kavramıyla İlgili Hadislerin Tetkiki” adli doktora çalışmasında bu ve benzeri rivayetleri derinlemesine tahlil etmiştir. Canikli’nin yaptığı bu tetkikata göre, rivayet farklılıkları mahfuz, muhtevası hemen hemen aynı olan bu hadis Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, Taberanı, Mervezi, Şeybanı, Heysemi, Tayalisi ve İ.Hibban’da geçmektedir.
Bütün bu rivayetlerde Hz. Peygamber’den hadisi rivayet eden tek bir sahabi vardır: Sefine. Lakabı Ebu Abdurrahman’dır. Efendimizin hizmetinde bulunmuş, Hz. Ali ve Ümmü Seleme’den de hadis rivayetleri vardır. Cabiri’nin tabiriyle Arap’ın siyasal aklı, Hz. Peygamber’in vefatını takiben halife kim olacak diye başlayan ve neredeyse hayatın bütün karelerine hâkim olan hilafet, siyaset, iktidar-muhalefet tartışmalarını, bu tartışmaların açtığı kulvarda ilerlerken karşımıza çıkan iç savaşları bir bütün olarak düşünecek olduğumuzda böylesi önemli bir mevzuu sadece ve sadece bir sahabinin rivayet etmesi oldukça düşündürücüdür. Zira tarihi zemin, Efendimize ait bu ve benzeri sözlerin tabir caizse pazar bulduğu, başka bir ifadeyle en çok ihtiyaç duyulduğu bir zemindir.
SENET BAKIMINDAN SAĞLIKLI DEĞİL
Devam edelim; hadisin rivayet silsilesinde bir o kadar garip olan ikinci husus, rivayetin ikinci tabakada da tek bir kişi tarafından rivayet edilmesidir. Ravi, Said b. Cumhan. Hadis usulündeki kavramla ifade edecek olursak hadis birinci ve ikinci tabakada “ferdi mutlak”tır. Üçüncü tabakada karşımıza çıkan beş tane ravi var. Daha sonrasında ise Ahmet b. Hanbel (ölümü hicrî 241, miladî 855’dir) ile başlayan ve yaşam sürelerine bağlı olarak başka ravilerin de ilavesiyle yukarıda zikrettiğimiz kitaplarda bu hadis yer almıştır.
Hadis ravilerini inceleyen, onların güvenilir kişiler olup olmadığı, hadisleri ile amel-edilip edilmeyeceği meselesini kendine inceleme alanı olarak belirleyen cerh ve ta’dil yazarları söz konusu raviler hakkında ne diyor? Bir gazete makalesinin sınırlarını aşan bu hususu yukarıda refere ettiğimiz doktora tezine havale ederek onun ulaştığı sonuç paragrafını aktaralım: “Saltanat rivayetinin daha sonraki nesillere ulaşmasını sağlayan Saîd b. Cumhan’ın birçok yönden cerh edildiği, Hammad b. Seleme’nin münker rivayetler yaptığı, Abdüssamed b. Abdilvâris’in meçhul bir hadisçi olduğu, Hasreç b. Nubâte’nin hadis rivayetinde zayıf olduğu, münkeru’l-Hadis sıfatıyla anıldığı ve rivayetlerinde tek kaldığı, haberleriyle amel edilemeyeceği, Abdülvâris b. Saîd’in de cerh ve ta’dîl yönünden durumu göz önüne alındığında, söz konusu saltanat rivayetinin sened bakımından sıhhatli olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bu rivayet hakkında daha sağlıklı tespitler de bulunmak için metin tetkîkinin de yapılması gerekmektedir.”
METİNDEN GELEN ŞÜPHELER
Metne geldiğimizde; ilginçtir 30 sene ilk dört halife ve 6 aylık Hz. Hasan’ın toplam hilafet dönemi ile tamamlanmaktadır. İlginçtir deyişimin nedeni, hesaplamanın milimetrik oluşudur. 30 sene, Hz. Hasan’ın hilafetten çekildiği gün itibariyle günü gününe tamamlanmaktadır. Bu da ister istemez iki şeyi akla getirmektedir. Bir; Hz. Peygamberin gelecekle alakalı gaybî haberler cümlesinden bir mucizesi. İki; Muaviye b. Ebi Süfyan taraftarlarının meşru halifeye isyan ederek kılıçla elde ettikleri iktidarı yani saltanatı meşru göstermelerin için uydurdukları bir haber. Allah’ın Resulüne, onun da ümmetine bildirmesi mahfuz, İslam’ın genel geçer ilkesi gaybın Allah’tan başkası tarafından bilinemeyeceğidir.
Bu zaviyeden bakınca söz konusu rivayetin saltanatı meşru gösterme adına ortaya atıldığını akıldan uzak tutulmaması gereken bir ihtimaldir. Hele buna o dönemde aynı istikamette uydurulmuş ve uydurma olduğu aksine ihtimal vermeyecek netlikte tespit edilmiş başka rivayetler de olduğunu ilave edersek, bu ihtimalin gerçekliği ilkine nispetle bir adım öne çıkmaktadır. Nitekim 15 asırlık geleneğimiz içinde yerini alan devasa âlimlerimizin büyük bir çoğunluğu saltanatın din eliyle meşrulaştırılması için bu rivayetin uydurulduğu kanaatindedirler.
YİNE SALTANAT İÇİN İSLAM KULLANILIYOR
Meselenin akademik bağlamda ele alınabilecek ve detaylıca incelenebilecek başka yönleri de var. Onu ilgilenenler için gerekli yerlere havale edip Şevki Yılmaz’a dönelim. Benim şahsi kanaatim nasıl Emeviler döneminde saltanatı ele geçirme, ya da ele geçirilen saltanatı muhafaza etme ve devam ettirme için Hz. Peygamber’i bu ve benzeri rivayetlerle konuşturmuşlar, Yılmaz’ın yaptığı da bundan farklı değil. Hayallerini süsleyen siyasi emellerini, hilafetin ihyasını, halife olarak gönüllerinde var olan Erdoğan’ın hâkimiyetinin teminini sağlamak amacıyla, sözünü ettiğimiz rivayeti kullanıyor. Rivayetin sonundaki “…nübüvvet sisteminde bir hilafet” cümlesi de Yılmaz’a tam da istediği malzemeyi veriyor. 16 Nisan referandumu ve tabii ki buradan çıkacak ‘evet’ oylarının çokluğu ile hayallerindeki sisteme kavuşacaklarını ümidini besliyorlar.
Olamaz mı? Olabilir. Bir insan bu emelleri besleyemez mi? Besleyebilir. Bunların tahakkuku için çalışma yapamaz mı? Yapabilir. Ama bir tek şartla, hepimizin dini olan İslam’ın ne yüce kitabını ne de Peygamber Efendimiz’i (sas) kullanmak şartıyla. Madem siyasetten bahsediyoruz, yönetim şeklinin, devlet sisteminin değişikliğini konuşuyoruz, argümanların tamamıyla rasyonel aklın sınırları içinde sunulması, sistemin getiri ve götürülerini bir bütün halinde ele alınmasını çok daha sağlıklı bulurum. “Bunu kimse önleyemez. Boşuna uğraşmayın.” sözleri ile uzun soluklu mesafe alınamaz.
ANCAK SÜKÛT İLE CEVAPLANACAK SÖZLER
Yılmaz konuşmasının sonunda, bazı büyük âlimlerin beyanlarından hareketle Türkiye’nin yeni bir doğum gerçekleştirdiğini ifade ettikten sonra şunları diyor:
“Musa’yı (as) nasıl Firavun öldüremediyse, Türkiye bebeğini de yeryüzünün firavunları öldüremeyecek. (Burada ağlıyor ASG) Çünkü Türkiye Kâbe’yi korur. Nöbeti büyük. Türkiye gidince Beytullah gider. 16 Nisan’da ‘evet’ oyu demek Beytullah’ta ebabil kuşu olmak demek, siccil taşı olmak demektir. Türkiye Kâbe’den, Kabe Türkiye’den, Resullullah (as) Türkiye’den korunur. Onun için bizde bir şey yok. Kimse kendinde bir şey aramasın. Allah bu Türkiye’yi ebabil kuşu ile Anadolu’yu yıllarca görevlendirdi. (Bu cümle ile ne demek istediğini ben anlamadım ASG). Bu görevi TR den kimse alamayacak.”
Bu son sözler üzerine söylenecek o kadar çok şey var ki; yazının uzamasından hareketle bunlara kocaman bir sükûtla cevap vermek isterim. Neden? Bir; “Bazen susmak, uzun bir hutbeden daha beliğdir” İki; neresini düzelteceksiniz?