[Haber-Analiz: Akif Umut Avaz]
İyiler ve iyilikler fosforlu çakıl taşları gibidir. Gece gündüz farketmeksizin hep kendi karakterlerinin gereğini yapsalar da olağan zamanlarda, gün ışığında sıradan taşlarla fosforlu çakıl taşları arasındaki farkın belli olmadığı gibi, farklarını pek belli etmezler. Zaten kendilerini belli etmek gibi bir dertleri de olmayan bu iyilik numunesi insanlar, insanlar arasında bir insan sıradanlığıyla sessiz sedasız yaşayıp giderler. Ama hiç arzu etmedikleri karanlıklar çöküp de zulmet kesifleşince iyilerin iyilikleri fosforlu taşlar gibi kendiliğinden ışıldamaya başlar. Zulmet ne kadar artarsa iyilikleri daha fazla dikkat çeker.
İslam’la insanlığın evrensel değerlerini meczedip iyi insanlar yetiştirmek suretiyle insanlığa hizmet için yola çıkan Hizmet Hareketi’nin felsefesini içselleştirmiş, kültürünü benimsemiş ve ahlakıyla ahlaklanmış onbinlerce insanın hayatları boyunca çevrelerine yardımcı olmaya çabaladıklarını bilenler iyi bilir. Normal zamanlarda bile özveri isteyen iyilikleri zulüm ve zulmet dönemlerinde devam ettirmek ise, başka türlü bir yiğitliği, isar ruhunu ve fedakarlığı gerektirir. Çünkü, zulüm ve zulmet dönemlerinde iyilik zordur, kötülük ise olağan ve sıradan.
İNSANLIK DIŞI CÜRÜMLER ‘OYUNA GELDİK’ DİYE BASİTLEŞTİRİLEMEZ
6-7 Eylül 1955’te yaşanan İstanbul Pogromu’nda, organize kaostan istifade ederek din ve ırklarının farklılığını fırsata çevirdikleri komşularının mallarına, canlarına, ırzlarına göz diken insanlık müsveddelerini durdurmaya çalışan çok fazla insan yoktu. Ne tuhaftır ki, bütün bu rezilleri bugün hayırla yad eden kimseyi de pek göremezsiniz. MGK genel sekreterliği de yapmış Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun ifadesiyle “bir Özel Harp işi,” “muhteşem bir örgütlenme” bile olsa, komşularına saldırıp en az 15’ini katleden, onbinlerce Rum vatandaşımızın ata topraklarını terketmesine yolaçan o yaratıkların işledikleri insanlık dışı cürümü hiçkimse “oyuna geldiler” diye basitleştiremez.
Bu söylediğimiz 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı için de geçerli. Katliamı organize edenler derin güçler dahi olsa kendisine muhafazakar ya da milliyetçi diyen binlerce insanın meydanlara akıp 37 insanın cayır cayır yakılmasına alkış tutması, tezahüratta bulunması insanlığın hiç bir haliyle bağdaştırılamaz. Kaldı ki, kalabalıkların hayvani güdülerle saptığı sürü psikolojisine kapılıp canavarlaşarak insanlığını bile muhafaza etmekte acze düşen bir güruh neyi, nasıl muhafaza edebilir ki?
6-7 Eylül’de olduğu gibi Sivas’ta da yaşananlara engel olmaya çalışan iyiler yok muydu? Hiç olmaz olur mu? Elbette vardı. Tıpkı 1915 Ermeni Soykırımı’na engel olmak, en azından yapılan caniliğe ortak olmamak için, canlarını ortaya koyan iyi insanların olduğu gibi… Çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden yüzbinlerce Ermeni’nin katledilmesine, binlerce yıllık yurtlarından yuvalarından sürülmelerine, yollarda saldırılardan, açlıktan ve hastalıktan kırılmalarına istediğiniz bahaneyi üretebilirsiniz. Ama üreteceğiniz en şahane bahane bile tarihin utanç sayfalarına mal olmuş bu caniliği, bu kitlesel cinnet halini haklı çıkaramaz.
AYNI IRKTAN OLMAKTAN DOLAYI ANCAK UTANÇ DUYABİLECEĞİMİZ…
Kendi ırkımızdan olmalarından dolayı ancak utanç duyabileceğimiz bu canilere ve caniliklerine dair çok şeyler yazıldı, çizildi. Bunlara engel olmaya çalışan yine kendi ırkımızdan olanlara dair ise yazılan çok az şey var. Bu durum, şayet canilerin ve caniliğin çokluğundan, iyilerin ve iyiliklerin azlığından kaynaklanan oransal bir durumsa yitirilmiş insanlığımız için ne kadar üzülsek azdır. Dedik ya kötülüğün, karanlığın, zulmetin sıradanlaştığı dönemler iyiliğin sadece fosforlu çakıl taşları gibi parladığı değil, ancak parmakla gösterilebildiği dönemlerdir de…
Burçin Gerçek, 10 yıllık bir çalışmanın ürünü olarak kaleme aldığı ‘Akıntıya Karşı: Ermeni Soykırımı’nda Emirlere Karşı Gelenler, Kurtaranlar, Direnenler’ isimli kitabında, cinayet sürülerine katılmayıp bunlara engel olmaya çalışan insanlığın yüz aklarının hikayelerini derlemişti. Bazı devlet memurları ve sivillerden oluşan bir avuç iyi insanın Ermenileri kurtarma çabalarını, sadece Ermenileri değil insanlığımızı kurtarma çabaları olarak da okuyabiliriz.
MEVLEVİ ŞEYHİ’NDEN DİN ADAMLARINA HİÇ MİRAS KALMAMIŞ
Topyekün bir millet toplumsal bir cinnet halinde Ermenileri katlederken, Ermenileri soykırımdan kurtarmak için çırpınan Konyalı Mevlevi Şeyhi’nin insanlığından, bugün kendi dindaşlarına karşı işlenen insanlık dışı sistematik zulümler karşısında din adamlarını ve dindarları harekete geçirecek kadar olsun miras kalmaması ülke adına ne büyük bir nasipsizlik. O gün Ermenileri kurtarmak tehlikeliydi ve masum Ermenileri kurtarmaya çalışanlar çok ciddi bedeller ödüyordu. Bugün aynısı Hizmet’ten olanlara yardım edenler için geçerli. Zaten insanlığımızın, ne kadar insan olabildiğimizin test edildiği yer de burası değil mi?
Gerçek’e göre, soykırıma karşı evlerinde Ermenileri saklayanlar, bunu elbette gizlilik içerisinde yapmak zorundaydı. Çünkü öğrenilmesi durumunda kendilerine de saldırılar geliyordu. Sırf bu yüzden öldürülen toplumun ileri gelenleri ve hatta kendi aileleri tarafından saldırılan, öldürülen bazı insanlar bile vardı. Devlet görevlileri ise yardımlarını saklayamıyorlardı. Karşı çıkışlarını açıkça ortaya koyuyorlardı. Onlar da görevlerinden alındı, hatta kimi durumda başlarına çok daha kötü işler geldi. Zaten onlar da tüm bunları göze alarak Ermenileri soykırımdan kurtarmaya çalışıyorlardı.
Gerçek’in araştırmalarına göre, Diyarbakır’da soykırıma karşı çıkan ve bunun sonucunda Diyarbakır Valisi Reşid tarafından öldürülen iki kaymakam var. Ermenileri katliamdan kurtarmaya çalışanların yüzde 90’a yakını Cumhuriyet döneminde de dışlandı. Gerçek, bu durumu şöyle yorumluyor: “Bu, bize, Cumhuriyet’in neyin üzerine kurulduğunu gösteriyor. Faillerin Cumhuriyet döneminde de gayet etkin bir hayat sürdüklerini zaten biliyorduk. Bunun yanı sıra soykırıma iştirak etmeyenlerin, tehciri doğru bulmayanların Cumhuriyet tarafından cezalandırıldıklarını da görüyoruz. Kurtaran memurların büyük çoğunluğunun Cumhuriyet döneminde dışlanmasıyla sağlamasını yapıyoruz.”
Tarih veriler gösteriyor ki, kesif kötülük dönemlerinde iyiler ve iyilikler bedelsiz kalmıyor. Mesela, Kastamonu Jandarma Komutanı İzzet Bey, Kastamonu’daki tehcire karşı çıkıyor ve vekaleten baktığı Çankırı’ya sürülen Ermeni aydınları korumaya çalışıyor. Tabii bunu uzun süre sürdüremiyor. Hemen görevden alınıyor. Mamuretülaziz’de biraz daha pasif bir pozisyonda görevlendiriliyor. Orada da karşı çıkıyor, sokakta, halka açık yerlerde “Ermenileri sürenler, katledenler namussuzdur, alçaktır” demeye başlıyor. Tabii başına gelmeyen kalmıyor.
STRUMA FACİASI İLE ALNIMIZA SÜRÜLEN KARA
Kötülüklerin sıradan, iyiliklerin ise istisna olduğu 2. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan Struma faciası da millet olarak insanlığımızdan utanacağımız hadiselerden biridir. Nazilerden kaçan Yahudileri Filistin’e götürmek üzere bir Romanya limanından yola çıkan Struma gemisinin İstanbul açıklarında 24 Şubat 1941 günü bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılması sonucu 103’ü çocuk 768 kişi ölmüştü. Türkiye, hayatta kalmak için çırpınan köhne gemideki yüzlerce insanın ne karaya çıkmasına, ne de yoluna devam etmesine müsaade etmişti. Motoru bozulduğu için 9 hafta boyunca Sarayburnu’na demirlemek zorunda kalan Struma’yı Karadeniz’e çektirerek yüzlerce insanı göz göre göre ölüme terketmişti.
Farklı motivasyonlarla da olsa Struma’dakilerin imdadına koşan iyiler arasında o sıralar henüz 15 yaşında olan merhum İshak Alaton ve işadamı Vehbi Koç gibi bilinen isimler de vardı. Struma’dakilerin yitirdikleri hayatlarıyla birlikte Türkiye de insanlığından çok şey kaybetti. İleriki yıllarda adına pullar basılan dönemin Başbakanı Refik Saydam’ın “Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekan olamaz,” sözü hepimiz için bir yüz karası olarak tarihteki yerini aldı. Aynı yıllarda Türkiye’nin Marsilya Konsolosu Necdet Kent ve Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen’in kahramanca çabaları sayesinde birçok Yahudi’nin soykırımdan kurtarılmasından duyduğumuz haklı gurur kadar Struma faciasından ve Saydam’ın insanlık dışı sözlerinden utanç duymuyorsak insanlığımızdan hakikaten şüphe etmeliyiz.
ZOR ZAMANDA OSKAR SCHINDLER VE BIELSKI KARDEŞLER OLABİLMEK
Steven Spielberg’in 1993 yapımı “Schindler’in Listesi” filmi sayesinde Oskar Schindler isimli Alman işadamını tanımış, dünyanın sadece kötülerden ibaret olmadığını görerek biraz olsun teselli bulmuştuk. Gerçek motivasyonu hala tartışılan Schindler, Yahudi muhasebecisi Itzhak Stern’in yardımıyla emaye ve mühimmat fabrikalarında köle-işçi olarak çalıştırma yoluyla da olsa 1,200’e yakın Yahudi’yi Holokost’tan kurtarmayı başarmıştı.
Geçenlerde izlediğim Daniel Craig’in başrol oynadığı, Türkçe’de “Direniş” adıyla gösterilen 2008 yapımı “Defiance – Meydan Okuma” filmi sayesinde eşsiz fedekarlıklarla iyiler tarihinde yerlerini alan “Bielski Kardeşleri” de yeniden hatırlama şansım oldu. Tuvia, Asael, Zus, Aron… II. Dünya Savaşı sırasında Polonya ve Beyaz Rusya ormanlarında gizlice kamplar kurarak 1.200 Yahudi’yi kurtarmış 4 kardeş.
1941 yılının Aralık ayında kalabalık aile fertlerinin öldürülmesi üzerine Tuvia, 3 kardeşini ve bazı komşularını yanına alarak gettodan kaçmayı başarmıştı. Beyaz Rusya’nın Naliboki/Białowieża ormanlarında, Holokost’tan kaçan Yahudileri örgütleyerek kamp kurmuştu. 13 kişilik çekirdek bir savaşçı grubuyla yola çıkmış ve zamanla yüzde 70’i kadın, çocuk ve yaşlı olan 1.230 kişiye ulaşmıştı. İki yıldan fazla süreyle ormanlarda çetin tabiat koşulları ve Nazi saldırıları altında yüzlerce insanla kamplar kurarak oluşturdukları “Bielski Kardeşler Otriadı” ile soykırıma ve işgale karşı direnmişti.
“En büyük mücadele hayatta kalmaktır” diyerek kamplarda okul, sağlık merkezi ve çocuk yuvaları oluşturmuş, sosyal yaşamın o şartlarda bile sürmesi için çaba göstermişti. Tuvia’nın “On Alman askerini öldürmektense bir yaşlı Yahudi kadınının hayatını kurtarmayı tercih ederim,” sözleri iyiler tarihine geçmiştir.
KAYSERİLİ 12 DEV ADAM ŞİMDİDEN TARİHE GEÇTİ
Sıradanlaşmış kötülüğe ve yaygın kötülere oranla az olan benzer örnekleri belki çoğaltabiliriz. Ama sanırım bu kadarı bile, bugün Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu gibi, kötülüklerin sıradanlaştığı utanç dönemlerinde ağır bedelleri göze alarak yapılan iyiliklerin kıymetinin ne kadar büyük olduğunu anlatmaya yeter. Öte yandan, iyiler ve iyiliklerin ödediği bedellerin ağırlığı toplumu kuşatmış kesif kötülüğün derinliğine dair de bir fikir verir. Tıpkı hayırseverlik ve iyilikten başka suçları olmayan anneleri ve babaları hapse atıldıklarından dolayı tutunacak dalları kalmayan, resmen ve kasten açlığa mahkum edilen çocuklara yardım için biraraya geldiği söylenen 12 Kayserili hayırsever esnafın başına gelenler gibi.
İnsanların gerçek karakterlerinin açığa çıktığı böyle ifritten dönemlerde sağa sola din, iman satıp zalimlere köpeklik eden ilahiyatçı, Diyanet imamı, din adamı kılıklı dinbazları, insanlıktan bi-nasip aydınları, dilsiz şeytanlara rahmet okutan gazetecileri ve yapılan zulümlere alkış tutan sürüler halindeki insanlık müsveddelerini görmek de varmış nasipte. Ama öte yandan, her türlü bedeli göze alıp zulüm altında inleyenler için kendisini feda etmekten çekinmeyen Kayserili kahraman 12 Dev Adamı görmek de.
Bütün zulüm devirlerindeki aşağılık benzerleri gibi ahlaksız zalimlerin köpekliğine soyunan polis ekipleri işi gücü bırakmış, suçsuz yere hapse atılan insanların aç bilaç kalan ailelerine yardım için çırpındığı gerekçesiyle Kayseri esnafından 12 Dev Adamı 24 Şubat’ta derdest etmişti. Tıpkı o polisler gibi despota köpekliği marifet sanan sözde mahkeme ise, bu 12 Dev Adam’dan 10’unu geçtiğimiz günlerde tutuklayıp hapse attı.
İYİLERDEN VE İYİLİKLERDEN MAHRUM BİR DÜNYA YERİN DİBİNE GEÇSİN!
Gazete haberlerinde isimleri açık, soyisimleri ise sadece kodlanmış olarak verilen insanlığın yüzakı bu 12 Dev Adam’a, soyisimlerinin kodlanmış başharflerini kullanarak hayal dünyamda soyisimler uydurup durdum. Sonra üşenmedin o soyisimlerden en beğendiklerimi tek tek bir kağıda yazdım. Ama yiğitliklerine, insanlıklarına layık namlar bulmayı bir türlü beceremedim. Bulduklarımın en güzellerinin bile hep eksik kaldığını hissettim. Sildim…
Ey güzel kalpli, arslan yürekli 12 Dev Adam, rezilliğin diz boyu, rezillerin baştacı, insanlığın zelil olduğu kapkaranlık bir kepazelik döneminde insanlığımızın birer yüzakı olarak insanlığa sarsılan inancımı yeniden dirilttiğiniz için size sonsuz derecede minnettarım. Allah dünyayı sizin gibi iyilerden asla mahrum bırakmasın. Şayet sizin gibilerden mahrum kalacak olursa da yerin dibine batırsın. Amin!
(TR724)
İslam’la insanlığın evrensel değerlerini meczedip iyi insanlar yetiştirmek suretiyle insanlığa hizmet için yola çıkan Hizmet Hareketi’nin felsefesini içselleştirmiş, kültürünü benimsemiş ve ahlakıyla ahlaklanmış onbinlerce insanın hayatları boyunca çevrelerine yardımcı olmaya çabaladıklarını bilenler iyi bilir. Normal zamanlarda bile özveri isteyen iyilikleri zulüm ve zulmet dönemlerinde devam ettirmek ise, başka türlü bir yiğitliği, isar ruhunu ve fedakarlığı gerektirir. Çünkü, zulüm ve zulmet dönemlerinde iyilik zordur, kötülük ise olağan ve sıradan.
İNSANLIK DIŞI CÜRÜMLER ‘OYUNA GELDİK’ DİYE BASİTLEŞTİRİLEMEZ
Bu söylediğimiz 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı için de geçerli. Katliamı organize edenler derin güçler dahi olsa kendisine muhafazakar ya da milliyetçi diyen binlerce insanın meydanlara akıp 37 insanın cayır cayır yakılmasına alkış tutması, tezahüratta bulunması insanlığın hiç bir haliyle bağdaştırılamaz. Kaldı ki, kalabalıkların hayvani güdülerle saptığı sürü psikolojisine kapılıp canavarlaşarak insanlığını bile muhafaza etmekte acze düşen bir güruh neyi, nasıl muhafaza edebilir ki?
6-7 Eylül’de olduğu gibi Sivas’ta da yaşananlara engel olmaya çalışan iyiler yok muydu? Hiç olmaz olur mu? Elbette vardı. Tıpkı 1915 Ermeni Soykırımı’na engel olmak, en azından yapılan caniliğe ortak olmamak için, canlarını ortaya koyan iyi insanların olduğu gibi… Çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden yüzbinlerce Ermeni’nin katledilmesine, binlerce yıllık yurtlarından yuvalarından sürülmelerine, yollarda saldırılardan, açlıktan ve hastalıktan kırılmalarına istediğiniz bahaneyi üretebilirsiniz. Ama üreteceğiniz en şahane bahane bile tarihin utanç sayfalarına mal olmuş bu caniliği, bu kitlesel cinnet halini haklı çıkaramaz.
AYNI IRKTAN OLMAKTAN DOLAYI ANCAK UTANÇ DUYABİLECEĞİMİZ…
Kendi ırkımızdan olmalarından dolayı ancak utanç duyabileceğimiz bu canilere ve caniliklerine dair çok şeyler yazıldı, çizildi. Bunlara engel olmaya çalışan yine kendi ırkımızdan olanlara dair ise yazılan çok az şey var. Bu durum, şayet canilerin ve caniliğin çokluğundan, iyilerin ve iyiliklerin azlığından kaynaklanan oransal bir durumsa yitirilmiş insanlığımız için ne kadar üzülsek azdır. Dedik ya kötülüğün, karanlığın, zulmetin sıradanlaştığı dönemler iyiliğin sadece fosforlu çakıl taşları gibi parladığı değil, ancak parmakla gösterilebildiği dönemlerdir de…
Burçin Gerçek, 10 yıllık bir çalışmanın ürünü olarak kaleme aldığı ‘Akıntıya Karşı: Ermeni Soykırımı’nda Emirlere Karşı Gelenler, Kurtaranlar, Direnenler’ isimli kitabında, cinayet sürülerine katılmayıp bunlara engel olmaya çalışan insanlığın yüz aklarının hikayelerini derlemişti. Bazı devlet memurları ve sivillerden oluşan bir avuç iyi insanın Ermenileri kurtarma çabalarını, sadece Ermenileri değil insanlığımızı kurtarma çabaları olarak da okuyabiliriz.
MEVLEVİ ŞEYHİ’NDEN DİN ADAMLARINA HİÇ MİRAS KALMAMIŞ
Topyekün bir millet toplumsal bir cinnet halinde Ermenileri katlederken, Ermenileri soykırımdan kurtarmak için çırpınan Konyalı Mevlevi Şeyhi’nin insanlığından, bugün kendi dindaşlarına karşı işlenen insanlık dışı sistematik zulümler karşısında din adamlarını ve dindarları harekete geçirecek kadar olsun miras kalmaması ülke adına ne büyük bir nasipsizlik. O gün Ermenileri kurtarmak tehlikeliydi ve masum Ermenileri kurtarmaya çalışanlar çok ciddi bedeller ödüyordu. Bugün aynısı Hizmet’ten olanlara yardım edenler için geçerli. Zaten insanlığımızın, ne kadar insan olabildiğimizin test edildiği yer de burası değil mi?
Gerçek’in araştırmalarına göre, Diyarbakır’da soykırıma karşı çıkan ve bunun sonucunda Diyarbakır Valisi Reşid tarafından öldürülen iki kaymakam var. Ermenileri katliamdan kurtarmaya çalışanların yüzde 90’a yakını Cumhuriyet döneminde de dışlandı. Gerçek, bu durumu şöyle yorumluyor: “Bu, bize, Cumhuriyet’in neyin üzerine kurulduğunu gösteriyor. Faillerin Cumhuriyet döneminde de gayet etkin bir hayat sürdüklerini zaten biliyorduk. Bunun yanı sıra soykırıma iştirak etmeyenlerin, tehciri doğru bulmayanların Cumhuriyet tarafından cezalandırıldıklarını da görüyoruz. Kurtaran memurların büyük çoğunluğunun Cumhuriyet döneminde dışlanmasıyla sağlamasını yapıyoruz.”
Tarih veriler gösteriyor ki, kesif kötülük dönemlerinde iyiler ve iyilikler bedelsiz kalmıyor. Mesela, Kastamonu Jandarma Komutanı İzzet Bey, Kastamonu’daki tehcire karşı çıkıyor ve vekaleten baktığı Çankırı’ya sürülen Ermeni aydınları korumaya çalışıyor. Tabii bunu uzun süre sürdüremiyor. Hemen görevden alınıyor. Mamuretülaziz’de biraz daha pasif bir pozisyonda görevlendiriliyor. Orada da karşı çıkıyor, sokakta, halka açık yerlerde “Ermenileri sürenler, katledenler namussuzdur, alçaktır” demeye başlıyor. Tabii başına gelmeyen kalmıyor.
STRUMA FACİASI İLE ALNIMIZA SÜRÜLEN KARA
Kötülüklerin sıradan, iyiliklerin ise istisna olduğu 2. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan Struma faciası da millet olarak insanlığımızdan utanacağımız hadiselerden biridir. Nazilerden kaçan Yahudileri Filistin’e götürmek üzere bir Romanya limanından yola çıkan Struma gemisinin İstanbul açıklarında 24 Şubat 1941 günü bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılması sonucu 103’ü çocuk 768 kişi ölmüştü. Türkiye, hayatta kalmak için çırpınan köhne gemideki yüzlerce insanın ne karaya çıkmasına, ne de yoluna devam etmesine müsaade etmişti. Motoru bozulduğu için 9 hafta boyunca Sarayburnu’na demirlemek zorunda kalan Struma’yı Karadeniz’e çektirerek yüzlerce insanı göz göre göre ölüme terketmişti.
ZOR ZAMANDA OSKAR SCHINDLER VE BIELSKI KARDEŞLER OLABİLMEK
Steven Spielberg’in 1993 yapımı “Schindler’in Listesi” filmi sayesinde Oskar Schindler isimli Alman işadamını tanımış, dünyanın sadece kötülerden ibaret olmadığını görerek biraz olsun teselli bulmuştuk. Gerçek motivasyonu hala tartışılan Schindler, Yahudi muhasebecisi Itzhak Stern’in yardımıyla emaye ve mühimmat fabrikalarında köle-işçi olarak çalıştırma yoluyla da olsa 1,200’e yakın Yahudi’yi Holokost’tan kurtarmayı başarmıştı.
Geçenlerde izlediğim Daniel Craig’in başrol oynadığı, Türkçe’de “Direniş” adıyla gösterilen 2008 yapımı “Defiance – Meydan Okuma” filmi sayesinde eşsiz fedekarlıklarla iyiler tarihinde yerlerini alan “Bielski Kardeşleri” de yeniden hatırlama şansım oldu. Tuvia, Asael, Zus, Aron… II. Dünya Savaşı sırasında Polonya ve Beyaz Rusya ormanlarında gizlice kamplar kurarak 1.200 Yahudi’yi kurtarmış 4 kardeş.
1941 yılının Aralık ayında kalabalık aile fertlerinin öldürülmesi üzerine Tuvia, 3 kardeşini ve bazı komşularını yanına alarak gettodan kaçmayı başarmıştı. Beyaz Rusya’nın Naliboki/Białowieża ormanlarında, Holokost’tan kaçan Yahudileri örgütleyerek kamp kurmuştu. 13 kişilik çekirdek bir savaşçı grubuyla yola çıkmış ve zamanla yüzde 70’i kadın, çocuk ve yaşlı olan 1.230 kişiye ulaşmıştı. İki yıldan fazla süreyle ormanlarda çetin tabiat koşulları ve Nazi saldırıları altında yüzlerce insanla kamplar kurarak oluşturdukları “Bielski Kardeşler Otriadı” ile soykırıma ve işgale karşı direnmişti.
“En büyük mücadele hayatta kalmaktır” diyerek kamplarda okul, sağlık merkezi ve çocuk yuvaları oluşturmuş, sosyal yaşamın o şartlarda bile sürmesi için çaba göstermişti. Tuvia’nın “On Alman askerini öldürmektense bir yaşlı Yahudi kadınının hayatını kurtarmayı tercih ederim,” sözleri iyiler tarihine geçmiştir.
KAYSERİLİ 12 DEV ADAM ŞİMDİDEN TARİHE GEÇTİ
Sıradanlaşmış kötülüğe ve yaygın kötülere oranla az olan benzer örnekleri belki çoğaltabiliriz. Ama sanırım bu kadarı bile, bugün Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu gibi, kötülüklerin sıradanlaştığı utanç dönemlerinde ağır bedelleri göze alarak yapılan iyiliklerin kıymetinin ne kadar büyük olduğunu anlatmaya yeter. Öte yandan, iyiler ve iyiliklerin ödediği bedellerin ağırlığı toplumu kuşatmış kesif kötülüğün derinliğine dair de bir fikir verir. Tıpkı hayırseverlik ve iyilikten başka suçları olmayan anneleri ve babaları hapse atıldıklarından dolayı tutunacak dalları kalmayan, resmen ve kasten açlığa mahkum edilen çocuklara yardım için biraraya geldiği söylenen 12 Kayserili hayırsever esnafın başına gelenler gibi.
İnsanların gerçek karakterlerinin açığa çıktığı böyle ifritten dönemlerde sağa sola din, iman satıp zalimlere köpeklik eden ilahiyatçı, Diyanet imamı, din adamı kılıklı dinbazları, insanlıktan bi-nasip aydınları, dilsiz şeytanlara rahmet okutan gazetecileri ve yapılan zulümlere alkış tutan sürüler halindeki insanlık müsveddelerini görmek de varmış nasipte. Ama öte yandan, her türlü bedeli göze alıp zulüm altında inleyenler için kendisini feda etmekten çekinmeyen Kayserili kahraman 12 Dev Adamı görmek de.
Bütün zulüm devirlerindeki aşağılık benzerleri gibi ahlaksız zalimlerin köpekliğine soyunan polis ekipleri işi gücü bırakmış, suçsuz yere hapse atılan insanların aç bilaç kalan ailelerine yardım için çırpındığı gerekçesiyle Kayseri esnafından 12 Dev Adamı 24 Şubat’ta derdest etmişti. Tıpkı o polisler gibi despota köpekliği marifet sanan sözde mahkeme ise, bu 12 Dev Adam’dan 10’unu geçtiğimiz günlerde tutuklayıp hapse attı.
İYİLERDEN VE İYİLİKLERDEN MAHRUM BİR DÜNYA YERİN DİBİNE GEÇSİN!
Gazete haberlerinde isimleri açık, soyisimleri ise sadece kodlanmış olarak verilen insanlığın yüzakı bu 12 Dev Adam’a, soyisimlerinin kodlanmış başharflerini kullanarak hayal dünyamda soyisimler uydurup durdum. Sonra üşenmedin o soyisimlerden en beğendiklerimi tek tek bir kağıda yazdım. Ama yiğitliklerine, insanlıklarına layık namlar bulmayı bir türlü beceremedim. Bulduklarımın en güzellerinin bile hep eksik kaldığını hissettim. Sildim…
Ey güzel kalpli, arslan yürekli 12 Dev Adam, rezilliğin diz boyu, rezillerin baştacı, insanlığın zelil olduğu kapkaranlık bir kepazelik döneminde insanlığımızın birer yüzakı olarak insanlığa sarsılan inancımı yeniden dirilttiğiniz için size sonsuz derecede minnettarım. Allah dünyayı sizin gibi iyilerden asla mahrum bırakmasın. Şayet sizin gibilerden mahrum kalacak olursa da yerin dibine batırsın. Amin!
(TR724)