[Akif Umut Avaz]
Türkiye ve kendisiyle birlikte ateşe sürüklediği geniş bir coğrafya da bugün benzer bir riskle karşı karşıya. Erdoğan’ın, doymak bilmez ihtiras ve hırslarının yol açtığı felaketlerle kendisini ayrıştırdığına, kendi yaptıklarının vahim sonuçlarına yabancılaştığına, kendi sebep olduklarının sorumluluğunu sürekli mağdrularına yansıttığına, gerçeklikle bağının gün be gün daha da koptuğuna dair vahim sinyaller geliyor.
Sırf 17/23 Aralık 2013’te hırsızlık, rüşvet ve yolsuzlukta suçüstü yakalanmış olmanın verdiği hınç ve intikam hırsıyla uydurduğu “F…Ö” iftirasına kitleleri inandırmak için sahte darbe yapıp onlarca insanın canına kıyan kendisi değilmiş gibi. Suçsuz günahsız 130 bin kamu çalışanını aileleriyle birlikte kış ortasında aşsız, işsiz bırakan o ahlaksız sanki kendisi değilmiş gibi. Kadın-erkek, yaşlı-genç demeden tam 93 bin 250 masumu gözaltına aldırtmış o zalim sanki kendisi değilmiş gibi.
OLUR OLMAZ HER KONUDA KONUŞUYOR
Erdoğan, Pakistan dönüşü, kabin kalemşörlerinin ifadesiyle yine “çarpıcı açıklamalar’da bulunmuş. Sabah akşam olur olmaz her konuda abuk sabuk konuşmayı huy edinen Erdoğan’ın ne konuda ne dediğine doğrusu uzun zamandır alıcılarımı kapatmıştım. Ama nereden gözüme iliştiyse bu yazıda bahsedeceğim açıklamalarını okudum. Söyledikleri bana “çarpıcı” değil ama ilginç geldi. İlginçliği sözlerin tutarsızlığında, çelişkilerinde, gerçeklikle bağının zayıflığında ya da temelsizliğinde değil. Sözlerindeki ilginçlik, psikaytri ilminin alanına giren verdiği semptomlarla ilgili daha çok.
Mesela, ülkede sanki istikrar (istikrar’dan kastı başını çektiği hukuksuzluğun, zulmün, sürekliliği ise diyecek bir şeyimiz yok tabii) varmış gibi referandumda “hayır” diyeceklere dair şunları söylemiş: “’Böyle bir yanlışa düşmeyin’ diyorum. Ben hayır dersem, oyumun gideceği yer Kandil’dir. Hayır dersem bu ülkede gideceğimiz yer istikrarsızlıktır. Hayır dersem, benim oyumun gideceği yer, güven ortamının ortadan kaybolmasıdır. ‘Hayır’ demek, eşittir çukur; ‘Hayır’ demek eşittir, o çukurların altında açılan şehirler demektir.”
Sadece ülkeyi değil, bölgeyi de bir foseptik çukuruna çeken, hatta dünyayı bile istikrarsızlaştırmada büyük rol oynayan bir adamın “çukur” analojosi hakikaten hârikuladeden bile âlâ bir hârika olmuş. Sanki 2 yıl öncesine kadar o çukurları kazanlara göz yuman, PKK için şehirleri cephaneliğe, dağın yolunu otobana çeviren, Suriye’de bir PKK devletinin altyapısını kurmasının taşlarını döşeyen kendisi değilmiş gibi, kendi eseri olan çukurlukla başkalarını özdeşleştirmesidir bahsini ettiğimiz o yabancılaşma. Ama yine de “hayır” diyenlere “çukur” hakareti yeni bir teşhisi gerektiren yeni bir durum değil. Kimsede can, mal ve ırz güvenliği bırakmamışken, “güven ortamı”ndan bahsedebilmek ayrı bir psikiyatrik mevzu.
ONA KARŞI BUNUNLA, BUNA KARŞI ONUNLA, HEPSİNE KARŞI ŞUNUNLA…
Erdoğan’ın dış politika ve güvenlik konularındaki duruşu da gerçekten hariküladeden âlâ bir hârika… Karşıtlığı uğruna milyonlarca Suriyeli’yi perişan ettiği Esed’in en büyük destekçisi İran’la “Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey” toplantısı yapılacağından bahsettikten hemen sonra Erdoğan şöyle şey etmiş: “El Bab’tan sonraki sürecimiz Mümbiç istikametinde olacak. Fakat ABD başta olmak üzere koalisyon güçleriyle eğer müşterek adımlar atabilirsek Rakka sürecini beraber yürütmenin gayreti içindeyiz. Bu arada Rusya Federasyonu’ndan da ‘DEAŞ’a karşı mücadeleyi beraber sürdürebiliriz’ biçiminde talepler gelmesi halinde, bu mücadeleyi hep birlikte sürdürmemiz söz konusu olabilir. Mart ayında Rusya ziyaretimiz olacak. Bütün bu konuları orada etraflıca ele alma fırsatımız olacak. Şu anda El Bab’taki çalışmalarımızı ÖSO ile birlikte yürütmekteyiz.”
Tercümesi: “Esed’e karşı meşru, gayr-ı meşru elimizden ne geliyorsa yaparken Esed’in hamisi İran’la ahlaksız flörtümüzü en yüksek düzeyden sürdüreceğiz. Esed uğruna Suriye’de sahaya inen Rusya’yı yanımıza alıp IŞİD’le savaşacağız. IŞİD’le en fazla mücadele eden PYD’yi en sert şekilde hedef alırken, Suriye politikasını sahada neredeyse tamamen PYD ile yürüten ABD’yi de yanımıza alıp Esed’e (dolayısıyla Rusya ve İran’a karşı) ve IŞİD’e karşı savaşacağız. Bu arada, Suriye’de ABD’nin hiçbir zaman güvenip itibar etmediği, Rusya, İran ve Esed’in başından beri düşman gördüğü ÖSO ile hareket edeceğiz.”
Bununla da kalmamış tabii… Konuşmasının devamında anlattığına göre, Rakka’yı ABD, Rusya ve ÖSO ile birlikte kurtaracakmışız. Ama ABD’nin IŞİD karşıtı en güçlü kozu PYD’nin olmaması lazımmış. Ee tabii bir de bizimle birlikte IŞID’e karşı savaşacak Rusların kankaları olan Esed’in askerlerini de istemezmişiz.
Allah aşkına siz söyleyin, olmazları olduran hayal aleminin türlü cilveleri hârikuladeden âlâ bir hârika değil de nedir? Dağın Şeyhi’nin müritlerine yaşattığı o sahte Cennet’te bile bu kadar olmazın hep birden olurluğuna duyulan inanç bu kadar mümkün olamazdı herhalde. Hırsından aklını, izanını yitirmiş birinin doymak bilmez ihtirasları uğruna Suriye bataklığında yitip giden vatan evlatlarına hakikaten çok yazık!..
KARADENİZLİLİLERİN İFADESİYLE ADAMIN KAFASI ‘HOHOL’ OLMUŞ!
Kendisinden habersiz küçük abdestine bile gitmekten aciz irade, karakter ve omurga fukarası adamları üzerinden dolaşıma soktuğu yeni bir yalanla düzeyli ilişkisine de şöyle bir göz atalım. Mevzu: Adalet Bakanı koltuğunu kendisine benzetip rezil eden Bekir Bozdağ’ın ve bir aralar başarıyla rol kesip Harun’muş gibi yaparken fırsatını bulunca seviyesizliğin dibini bulan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un yeniden yeniden ısıtıp gündeme getirdiği Fethullah Gülen’in taşınmak için Kanada’da toprak aldığı yalanı…
“Bu tür haberleri (kendilerinin ahlaksızca ürettikleri yalanlar) bizler de duyuyoruz… Kanada o tür bir başvuruya olumlu cevap verir mi bilmiyorum. Bu konuda bir duyumumuz yok. Neticede Kanada bizim Pensilvanya ile ilgili düşüncelerimizi biliyor. Bizler gerekli olan bilgileri aktardık. Şu an itibarıyla bu iddiayla ilgili ciddi bir duyum yok.”
Adamımız tam olarak ne diyor? Anlayan beri gelsin. “…bizler de duyuyoruz.” Neyi? “Kanada o tür bir başvuruya olumlu cevap verir mi bilmiyorum?” Hangi başvuru? “Bu iddiayla ilgili ciddi bir duyum yok.” Pardon öyleyse mevzu neydi, neyi konuşuyordunuz?
Sonra başka bir soru üzerine devam ediyor. “Bizim Karadeniz’de iplik karmakarışık oldugu zaman ‘hohol oldu’ derler. Öyle bir hale geldi ki tüm olaylar iyice birbirine girdi. Kim ne dediğinin farkında değil.”
Hakikaten de adam kendisi için hârikuladeden âlâ hârika bir tanım yapmış. Kafası, kendi ifadesiyle, belli ki resmen “hohol” olmuş.
SANKİ O DEĞİLMİŞ GİBİ
Sırf 17/23 Aralık 2013’te hırsızlık, rüşvet ve yolsuzlukta suçüstü yakalanmış olmanın verdiği hınç ve intikam hırsıyla uydurduğu “F…Ö” iftirasına kitleleri inandırmak için sahte darbe yapıp onlarca insanın canına kıyan kendisi değilmiş gibi. Suçsuz günahsız 130 bin kamu çalışanını aileleriyle birlikte kış ortasında aşsız, işsiz bırakan o ahlaksız sanki kendisi değilmiş gibi. Kadın-erkek, yaşlı-genç demeden tam 93 bin 250 masumu gözaltına aldırtmış o zalim sanki kendisi değilmiş gibi. Aylardır işkenceler altında 46 bin 275 masumu hapislerde tutan sanki kendisi değilmiş gibi. 2 bin 100 okul, yurt ve üniversitenin kapısına kilit vuran sanki kendisi değilmiş gibi. Ayyuka çıkan diplomasızlığının hıncını 7 bin 300’den fazla akademisyenden çıkaran kendisi değilmiş gibi. 4 bin 70 hakim ve savcıyı görevden atıp yüzlercesini hapsederek yargıyı kendisine benzeten hak hukuk bilmeyen, kanun tanımayan sanki kendisi değilmiş gibi. 200 gazeteciyi tutuklatan, 100 gazeteciye yakalatma kararı çıkartan, 150 yayın organını kapatarak fikirden, bilgiden korktuğunu cümle aleme gösteren sanki kendisi değilmiş gibi… Şimdi çıkmış hiç yüzü kızarmadan KHK’lerle yaptığı kepazeliklerin abartıldığından dem vuruyor.
Şu sözlerdeki utanmazlığa bakar mısınız hele? “Mesela Batı F…Ö’ye sahip çıkıyor. Ne zamandan beri tanıdılar da sahip çıkıyorlar? Normal bir sahiplenme mi bu? ‘Üst akıl’ ifadesini, ilk kez burada uçakta kullanmıştım. O üst akıl, süreci idare ediyor. ‘KHK’larla ilgili bu sayılar çok değil mi, kararname çok çıkıyor, açığa alınma çok değil mi?’ diyorlar. Size ne? Bunun sayısını onlar belirleyemez. Bunu, …ilgili makamlarımız, yargımız belirler.”
Hangi yargı? 4 binden fazla yargıç ve savcıyı görevden alıp hapse tıktığın, usülen kimsenin önünde iliklememeleri için cübbelerinde düğme ve ilmek bile bulunmayan yargıçların güya en yükseklerinin bellerine peştimal taktırıp sırıtkan suratlarla çay bahçelerinin yamaçlarında dolaştırdığın yargı mı?
Bir de sırf “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışının intikamı için tankla, topla bombardıman ederek evlerini başlarına yıktırıp şehirlerini yerle bir ettiği Kürtlere yaptıklarına değinmeden geçemeyeceğim. Şöyle diyor: “‘Güneydoğu’da hükümet niye yapıyor kentsel dönüşümü?’ diyorlar. Oralarda bombardımanla, çukur vesaireyle her tarafı mahvetmişler. Şimdi oraları Çevre Bakanlığı ele almış, konutlar yapılıyor… Tutmuşlar bunu sormaya kalkıyorlar bize…”
İçinde yaşayan insanlarla birlikte yok ettiği şehirlerin hesabının eninde sonunda sorulacağı Erdoğan’ın bir kaş kaldırmasıyla kuyruğunu kıstırıp hiçe dönüşen Erdoğan mukalliti bir acüze de evlerini başlarına yıktıkları Kürtlerin şehirlerini Toledo yapacaklarını söylemişti. Bin yıllık şehirleri oralarda yaşayan insanların başına yıktıktan sonra böyle bir şeyi söylemenin nasıl bir küstahlık olduğunu hiç düşünmeden…
NARSİZMİN ZİRVESİNDE, HUBRİSİN EN DİBİNDE…
Erdoğan, bir türlü durmuyor, hârikuladeden âlâ hârikaler alemindeki halüsinasyonlarını yaşamaya devam ediyor: “Bizler faniyiz, bugün varız yarın yokuz. Temeli sağlam bir sistem kurar, bunu oturtursak, bu sayede nice Tayyip Erdoğan’lar, nice başarılı yöneticiler çıkar.”
Gölgesinde ot bitirmeyen, kendisine en ufak alternatifi bile yok eden veya türlü menfaat ya da şantajlarla (Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş ve en son Devlet Bahçeli örneklerinde olduğu gibi) birer mankurta dönüştüren adam çıkmış söylüyor bunu. Narsizmin zirvesinde, hubrisin dibinde debelenirken söylenen bu sözler için lafı uzatmayıp “ağzından yel alsın” deyip geçelim.