[Haber-İnceleme: Kemal Ay]
2013’te kansere yenik düşerek iktidarını devreden Venezuela’nın ‘efsane’ popülist lideri Hugo Chavez, ilk kez TV’lere çıktığında bir ‘hain’di. 1992’de, ‘gerillalarla işbirliği yapan bir subay’ olarak darbeye kalkışmıştı ancak başaramadı. Teslim oldu. TV’de halka hitap etmesi ve pişmanlığını dile getirmesine izin verildi. “Şimdilik” dedi Chavez, “darbenin amaçlarına giden yollar erişilmez durumda.”
1992’de Carlos Andrés Pérez’i devirmeyi başaramadı Chavez ama kısa süre sonra Pérez görevinden azledildi ve yerine geçen Rafael Caldera, darbecileri affetti. Ülke krizdeydi, halk siyasete olan inancını kaybetmişti. Kısa vadede işlerin düzeleceğine dair bir ümit yoktu.
Hugo Chavez, hapisten çıkar çıkmaz bu ‘dip dalga’nın üzerine giderek ‘yeni Anayasa’ vaadiyle seçimlere girdi. Yüzde 56 oyla, başkan seçildi. Aralık 1999’da referandumda kabul edilen ‘yeni Anayasa’ ile koltuğunun yetkilerini arttırdı, Senato’yu kaldırdı (tek Meclis’li yapıya geçti) ve orduyu daha etkili bir konuma getirdi.
KRİZLERİ AVANTAJA ÇEVİRDİ
Ancak ‘yeni Anayasa’nın, ekonomiye bir faydası olmamıştı. Ülkedeki kriz ve çalkantılar sürüyordu. Bu arada, 2000’de Chavez ülkedeki petrol rezervlerini kontrol eden şirketin tamamen devlet kontrolüne geçmesi için çalışırken, tuhaf bir ‘darbe’ oldu. Ancak başkanlık sarayına yürüyen ve Chavez’in istifasını sağlayan muhalefetin bir ‘lideri’ yoktu. Bu sebeple de birkaç gün içinde dağıldı. Chavez, daha güçlü popüler destekle başkanlığa devam edecekti.
Bu süreçte onu yerinden etmek için çeşitli girişimler oldu (birçoğu Amerika destekliydi ve Chavez bu başarısız girişimler sayesinde iktidarını daha da perçinledi) ancak 2004’teki karşı-referandum başarısız geçti. 2005’teki seçimlerde muhalefet boykot kararı verdi ve bütün iktidarı Chavez’e altın tepside sunmuş oldu. Güçlü ordu, petrol endüstrisinde tam yetki ile birlikte Chavez, Küba’daki Castro modelini örnek alarak toplumun geniş bir kesimine ‘sosyal yardımlar’ dağıtmaya başladı.
Latin Amerika popülizminin alametifarikası olan bu ‘sosyal yardımlar’, petrol geliriyle finanse ediliyordu ve dünyada petrol fiyatlarının yükselmesi, Chavez’in popülaritesinin de artmasını sağladı. Böylece ‘ne solcuyum, ne sağcı’ diyerek iktidara gelen Chavez, ‘sosyalizmin bayraktarı’ konumuna gelecekti.
‘CHAVİSMO’ İŞ BAŞINDA
İktidarını sağlamlaştırdıktan sonra Chavez, önce ordudaki ‘sadakatsiz’ generalleri görevden aldı. Sadece kendisine karşı sorumlu bir ‘milis grubu’ kurdu ve ‘devrim muhafızları’ adı altında silahlı para-militer gruplar inşa etti. Medyada, akademide ve kilisede ‘Chavez yanlıları’nın önü açıldı.
2007’de gücünü daha da arttırmak için yine bir ‘yeni Anayasa’ referandumuna gitti. Ancak muhalefet bu kez kazanacaktı. Dahası 2008’deki seçimlerde de muhalefet önemli şehirlerin belediye başkanlıklarını aldı. Ancak Chavez, onlara bütçe vermeyerek cezalandırdı.
2010’daki seçimlerde muhalefet oyların yarısına yakınını aldı ancak seçim sistemi sebebiyle parlamentoda 98’e 67 Chavez’in partisinin üstünlüğü vardı. Chavez’i memnun etmek için, kendisine 18 aylık ‘Kanun Hükmünde Kararname’ çıkarma yetkisi verildi. Böylece parlamentoyu bypass edebilecekti.
2011’de kanser teşhisi konunca, Küba’da (Fidel Castro’nun tıp alanındaki yatırımları sağolsun) tedavi görmeye başladı. Ölüme yaklaşması, toplumda Chavismo’nun (Chavez sevgisi) yeniden yükselmesini sağladı ve seçimlerde 23 belediyeden 20’sini partisinin adayları kazandı.
Venezuela’nın “21. yüzyıl sosyalizmini” temsil ettiğini, düşünenler için Chavez, yenilikçi bir figürdü. Ancak ülke ekonomisini tamamen petrole bağımlı hâle getirdi ve diğer alanları neredeyse tamamen devlet kontrolüne alarak gelişmelerinin önünü kesti. 2006’da dönemin ABD Başkanı George W. Bush’a “Şeytan” diyerek uluslararası üne kavuştu. İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinecat’la ve Küba eski lideri Fidel Castro’yla iyi ilişkileri, dikkatleri çekiyordu.
EKONOMİK KRİZİ GÖREMEDEN ÖLDÜ
Chavez’in ölümüyle, aynı partiden Nicolas Maduro iktidara geldi. Maduro’nun yönetim biçimi, Chavez’den farklı değildi ancak ‘liderlik’ etmesi gereken zamanda belki de hiç beklemediği bir gelişme oldu ve dünyada petrol fiyatları, tarihin en düşük seviyesine geriledi. Sosyal yardımlarla ayakta duran geniş halk kesimleri, bir anda geçim kaynaklarını kaybetmişti.
Latin Amerika’nın en iyi hastanesi olarak gösterilen Caracas’taki Jose Manuel de Los Rios çocuk hastanesi, imkânsızlıktan hastaların taleplerini karşılayamaz hâle geldi. 1998’de ülkedeki toplam üretimin yüzde 40’ını sağlayan Valencia bölgesinin üretimi, yüzde 10’a geriledi. Bir zamanlar ‘Güney Amerika’nın en zengin ülkesi’ olarak anılan Venezuela, dünyanın en kötü ekonomisine sahip hâle geldi.
Ocak 2017’de açıklanan rakamlara göre, ülkede enflasyon yüzde 800’e ulaştı. Dünya ekonomileri arasında en yüksek oran. İşsizlik oranı yüzde 7,3 olarak açıklanıyor ancak çalışanların önemli bir kısmı devlet memuru olsa da, maaşlarını alamıyor. Ülkenin bazı kesimlerinde resmen ‘kıtlık’ yaşanıyor. 2016’da Venezuela ekonomisi, yüzde 18,6 oranında daraldı. IMF’nin beklentilerine göre 2017 sonunda enflasyon yüzde 1,660’a tırmanacak. Yakın zamanda Çin ve Rusya’yla petrol karşılığı yaptığı kredi anlaşmalarında da ülkenin ‘takvimin gerisine düştüğü’ açıklandı. Ekonomik olarak ülke öyle bir durumda ki, petrol ihraç edecek kadar bile maddî imkân bulamayabiliyor.
MUHALEFETE GÖZ AÇTIRMIYOR
Bütün bunlara rağmen Rusya ve Çin, Venezuela hükümetini ‘anti-Amerikan’ duruşu sebebiyle desteklemeyi sürdürüyor. Her ne kadar Çin, Latin Amerika’da rotasını Küba’ya çevirse de, Kremlin’in Venezuela’ya arka çıkmaya devam edeceği görülüyor.
2016’nın yaz ayları boyunca muhalefet başkanlık referandumu için çırpındı ancak Anayasa Mahkemesi ve devletin diğer önemli organları Maduro’nun partisine ‘bağlı’ olduğu için, sürekli engel çıkartılıyor. Muhalefetin çoğunluğunda olan Meclis, Anayasa Mahkemesi’nin müdahaleleri sebebiyle, Maduro’nun ‘gücüyle’ baş edemiyor. Maduro’dan yaka silkenlerin oranı yüzde 75’lere tırmandı, ekonominin düzelmesi yönünde herhangi bir emare görülmüyor ancak Venezuela liderinin son icraatı, CNN İspanyol’u ülkeden kovmak oldu.
Tabi bu arada çiçeği burnunda Trump yönetimi, birkaç gün önce Venezuela Devlet Başkanı Yardımcısı Tarık el-Aysami’yi, Meksika-ABD arasındaki uyuşturucu ticaretine dâhil olduğu gerekçesiyle ‘kara listeye’ aldı. Finansal yaptırım ve seyahat yasağı koydu. CNN İspanyol hamlesi, bunun üzerine geldi. Trump, ayrıca 14 yıldır hapiste bulunan muhalefet lideri Leopoldo Lopez’in serbest bırakılması çağrısı yaptı.
Geçen Ekim ayında Papa Francis, Venezuela’da barışçıl bir çözüm için Nicolas Maduro ile görüşmüştü. Ancak muhalefet Papa’yı, Maduro’yu ‘aklamakla’ suçladı. Ülkedeki ‘bölünmüşlük’ sandık demokrasisinin bile doğru düzgün işlemesine imkân vermiyor. Venezuela, son yıllardaki kriz sebebiyle en çok göç veren ülkeler listesinde ilk 10’a tırmandı.
Bu arada Maduro yönetiminin en büyük problemlerinden birisi, Sony tarafından hazırlanan ve Hugo Chavez’in hayatını anlatan ‘El Commandante’ isimli dizinin yayınını durdurmak ya da ona alternatif ‘yerli ve milli’ bir versiyonunu çekmek. Bu noktada, Trump yönetiminin Venezuela’ya müdahalesi artarsa, Maduro’nun buradan yeni bir popülist dalga yakalayabileceği konuşuluyor. Ancak asıl korkulan ‘dip dalga’ ülkede yer yer baş gösteren şiddet eylemleri. İç savaş ihtimali, Venezuela için hiç de uzak değil.
İktidarı tek bir grubun elinde tutmaya çalışmak, yakın tarih sayısız örnekle ispat etti ki, ‘pahalı bir prodüksiyon’. Dayatma, istikrarsızlık doğuruyor. Bundan da en çok ekonomi zarar görüyor. Kısa vadede popülist politikalarla memnun edilen halk, uzun vadede kaybettiklerinin farkına varamıyor. Daha güçlü (efektif) başkan, yeni, yepyeni Anayasa ya da ‘milli irade’ popülizminin sonu her yerde aynı…
(TR724)