[Dr. Serdar Efeoğlu]
AKP Hükümeti 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında birçok vakfa el koydu. İlk KHK’larla kapatılan 104 vakıftan birisi de 1978’de Konya’da kurulan Büyükkoyuncu Vakfı’ydı. Bu vakfın temelinde Anadolu çocuklarının okutulması için önce arsa bağışlayan, daha sonra elindeki bütün imkânları bu vakfa himmet eden Koyuncu Dede vardı. Vefatından önce de “Elimde en son inşaat için kumlar kalmıştı, onları da himmet ettim. Rabbimin huzuruna hiçbir dünya malı bırakmadan gidiyorum” demişti. Buna benzer binlerce hikâyesi olan bu vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Bu vakıf yağması ne yazık ki ilk değildi.
Vakıflar, İslam medeniyetinin bir nişanı olarak yüzlerce yıl baş tacı edildi. Geçmişleri 7. ve 8. Yüzyıllara kadar götürülen vakıflar, bir hayır kurumu olarak her zaman teşvik edildi. Vakfın temelinde, kişilerin insanlığa karşı şefkat, iyilik ve yardımlaşma duygusu ile mal ve parasını menfaat beklemeden vakfetmesi duygusu vardı. “Vakıf” kelimesi Kur’an’da doğrudan geçmese de Allah yolunda infak etmek, yardımlaşmak, hayırda yarışmak gibi ifadeler vakıf kurmanın dayanağı olarak gösterilmekteydi. Hz. Peygamber (SAV) ve sahabenin uygulamalarındaki “sadaka ve sadaka-i cariye” kavramlarına vakfiyelerde mutlaka yer veriliyordu.
Vakıflar sayesinde Müslümanların yaşadığı yerler binlerce cami, mescit, hastane, medrese, köprü, kütüphane, han, hamam, imaret ve kervansarayla donatıldı. Bu eserlerin ayakta kalabilmesi için “akar” olarak arazi, bina, dükkân, çarşı ve nakit para gibi gayrimenkul ve menkuller tahsis edildi. Vakıflar böylece köylü, şehirli, tüccar, esnaf, çiftçi, bürokrat ve ulemayı ilgilendiren bir yapıya dönüştü. Vakıfların ilk bölümünde cami, eğitim kurumları, misafirhane, çeşme, şadırvan, türbe, mezarlık ve aşevi yer alıyordu. İkinci bölümde dükkân, han, hamam, çarşı gibi ilk bölümdeki yapılara gelir sağlayan yerler; üçüncü bölümde ise meskenler bulunmaktaydı.
Vakıflar şehirlerin gelişiminde de önemli bir rol oynadı. Fetihten Cumhuriyet devrine kadar kurulan 10.000’e yakın vakıfla İstanbul, vakıflarla kurulmuş bir hayrat şehirdi. Osmanlı devlet adamları ve zenginler, fethedilen yerlerde vakıflar kurarak o bölgeleri şenlendirmeyi ve İslam kültürünü taşımayı amaçlamışlardı. Bugün belediyelerin yaptığı; şehirlerin su ihtiyacının karşılanması, çeşmeler ve sebillerin inşası, sokakların temizlenmesi ve aydınlatılması gibi işler vakıflar tarafından yerine getiriliyordu.
Vakıflar İslam’ın yaygınlaştırılması, gayrimüslimlerin Müslüman olmaya teşvik edilmesi, sınır boylarındaki dervişlerin desteklenmesi gibi roller de üstlenmekteydi. Bunun yanı sıra yolculukların güvenli bir şekilde yapılması için yol, köprü, deniz fenerleri, kaleler, hanlar ve kervansaraylar inşa edilmekteydi. Kuşlar için kuş evleri yapılması veya sakatlanıp uçamayan ve yiyecek bulamayan kuşlara darı serpilmesi gibi hayvanlara yönelik faaliyetleri de vardı.
“Vakıflar Cenneti” olan Osmanlılarda, bir kişi vakıf evde dünyaya gelir, vakıf evde yaşar, vakıf sıbyan mektebi ve medresede öğrenim görürdü. Vakıf kitapları okur, vakıf bir medresede hocalık yapar, vakıftan maaş alarak geçimini sağlar, vakıf darüşşifada tedavi olur, öldüğünde vakıf mezarlığa defnedilirdi. Vakıflar bu yönüyle her türlü ihtiyacı karşılamak üzere faaliyet göstermekteydi.
VAKFİYELERDEKİ DETAYLAR
Vakıfların işleyişi vakfiyelerde belirtilmiştir. Giriş bölümünde hamdele, salvele, vakıfla ilgili ayet ve hadisler, sonraki bölümde vakfedilen mallar, vakfın idare şekli, gelirler ve masraflar, vakıf personelinin görevleri yer almıştır. Son kısımda ise dua, beddua, şahitlerin isimleri ve kadının onayı bulunmaktaydı. Son kısım olan beddua bölümü çok ağır ifadelerden oluşmakta, vakfın işleyişini bozan veya değiştiren kişilere lanet okunmaktaydı.
Molla Fenari’nin Bursa’daki medresesinde “Her kim bu vakfı değiştirmeye niyetlenirse Allah’ın, meleklerin ve Resullerin laneti üzerine olsun”, Pertevniyal Valide Sultan’ın vakfiyesinde “Şayet vakfı değiştirmeye, bozmaya temayül eden olursa veya vakfın bozulmasına sebep olursa, Allah’ın kahır ve gazabına uğrasın. Dünyada ve âhirette rahat yüzü görmesin, iki cihanda rezaletten kurtulmasın” ifadesi vardı.
Vakıf mallarının satılması, hibe edilmesi, mülk edinilmesi, rehin verilmesi ve varislere intikal etmesi mümkün değildi. Amaç vakfiyedeki esaslarla kıyamete kadar varlığını devam ettirmesi idi. Herhangi bir hükümdar, vali veya kadı kesinlikle vakfiyenin şartlarına aykırı bir uygulama yapamazdı.
VAKIFLARA DEVLET MÜDAHALELERİ
Modernleşme süreciyle birlikte 2. Mahmut döneminde Evkaf-ı Hümayun Nezareti kurularak vakıfların gelirlerine devlet tarafından fiilen el kondu ve paraları hazinenin açıkları için kullanıldı. Bu durum vakıflar için felaket oldu. Çalışanların maaşları ödenemediği gibi harap durumdaki cami ve medreseler tamir edilemedi. Ayrıca vakıf kurmak isteyen kişilerin hevesi kırıldı. Böylece 19. Yüzyılda ekonominin %16’sına ulaşan vakıflar yok olma noktasına geldi. 18. Yüzyıldaki yirmi bin vakıftan Cumhuriyete sadece altı bin vakfın intikal etmesi, devlet müdahalesinin vakıfları nasıl erittiğini açık bir şekilde göstermektedir.
Cumhuriyet idaresinin 3 Mart 1924’de Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’ni kaldırmasıyla vakıflar, genel müdürlükle idare edilmeye başladı. Vakıf yönetimlerinde büyük karışıklıklar ortaya çıktı ve birçok vakıf tasfiye edildi. Vakıf mallarının kiracıları bunları satın almaları için devlet tarafından teşvik edildiği gibi, gayrimenkulleri kamu kurumlarına dağıtılarak sosyal hayattaki rolleri sembolik düzeye indirildi. 1967’ye kadar “tesis” adını taşıyan vakıflardan yeni kurulanların sayısı yüz civarında kaldı.
DEMOKRAT PARTİ DEVRİNDE VAKIFLARIN YOK EDİLMESİ
Vakıflar, en büyük darbelerden birisine Demokrat Parti iktidarında maruz kaldı. 1954 yılında Vakıflar Bankası’nın kuruluşu sırasında Osmanlı’dan kalan “para vakıfları” dağıtılarak nakitleri bankaya sermaye yapıldı. Osmanlı’dan günümüze kadar olan sürece baktığımızda devlet müdahalesinin vakıflara büyük bir darbe vurduğu açıkça görülmektedir. 1967’deki mevzuat düzenlemesi sonrasında vakıfların sayısı 2011’de 4.000’e ulaşmışsa da Osmanlı döneminin hala çok gerisindedir.
Osmanlı döneminin tersine AKP Hükümeti tarafından el konulan vakıflar, bir sivil toplum hareketi niteliği taşımaktadır. Çünkü Bahaeddin Yediyıldız’ın tespitine göre Osmanlı vakıflarının % 65’i toplumun çok az bir kısmını oluşturan yöneticiler tarafından kurulurken, % 35’i tüccar, çiftçi, esnaf gibi toplumun çoğunluğunu oluşturan kişiler tarafından meydana getirilmiştir. Oysa Gülen Cemaati tarafından kurulan vakıflar, devlet desteği olmadan ve birçok engellemeye rağmen Anadolu insanının helal malından ve kazancından yaptığı fedakârlıklarla gelişmiştir. Tespitimize göre bu vakıfların sadece yirmi tanesi AKP iktidarı döneminde kurulmuştur. Bu vakıflar eğitimden sağlığa, sosyal yardımdan meslek edindirmeye kadar çok farklı alanlarda hizmet vermiştir. Bunların nasıl bir motivasyonla kurulduğu ileriki dönemlerde yüksek lisans ve doktora tezi seviyesinde mutlaka incelenecektir.
Toplumsal duyarlılık ve dini hassasiyetlerle oluşturulan bu tür vakıfların fonksiyonlarını icra edememesi, sosyal hayatta büyük boşluklar meydana getirecektir. İhale alma, milletvekili veya belediye başkanı olma gibi beklentiler sonucu yapılan bağışlarla varlığını sürdüren ve siyasi iktidarla bütünleşerek sivil toplum hareketi niteliğini kaybeden vakıfların aynı fonksiyonu icra etmesi beklenemez.
GÜNÜMÜZDEN KANUNİ VAKFİYESİ’NDEKİ BEDDUAYA BAKMAK
Kanuni vakfiyesinin beddua bölümünde şu ifadeler vardı: “Şunu herkes bilmelidir ki bu vakfı bozup değiştirmek kimseye helal değildir. Allah değiştirmeye veya bozmaya çalışan kimsenin farz ve nafile ibadetlerini kabul etmesin. Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti onun üzerine yağsın. Yeri cehennem olsun. Orada kaynamış kızgın su ve Cehennemliklerin yanıklarından gelen irinler içirilsin”.
Halkın varından yoğundan artırarak bugünlere getirdiği ve Anadolu insanına sahip çıkma adına önemli bir konumu olan vakıflara el koyanlar, elbette bu tür beddualardan haberi olan kişilerdir. Örneğin bir vakıf üniversitesi olan İpek Üniversitesi’nin devlet üniversitesine geçmesi sonrasında yönetici odasını eşine tahsis edecek kadar pervasızca davrananlar, İslam medeniyetinin temel unsurlarından birini yok ederek tam bir “mirasyedi” olarak tarihe geçeceklerdir.
Vakıflar, İslam medeniyetinin bir nişanı olarak yüzlerce yıl baş tacı edildi. Geçmişleri 7. ve 8. Yüzyıllara kadar götürülen vakıflar, bir hayır kurumu olarak her zaman teşvik edildi. Vakfın temelinde, kişilerin insanlığa karşı şefkat, iyilik ve yardımlaşma duygusu ile mal ve parasını menfaat beklemeden vakfetmesi duygusu vardı. “Vakıf” kelimesi Kur’an’da doğrudan geçmese de Allah yolunda infak etmek, yardımlaşmak, hayırda yarışmak gibi ifadeler vakıf kurmanın dayanağı olarak gösterilmekteydi. Hz. Peygamber (SAV) ve sahabenin uygulamalarındaki “sadaka ve sadaka-i cariye” kavramlarına vakfiyelerde mutlaka yer veriliyordu.
Vakıflar sayesinde Müslümanların yaşadığı yerler binlerce cami, mescit, hastane, medrese, köprü, kütüphane, han, hamam, imaret ve kervansarayla donatıldı. Bu eserlerin ayakta kalabilmesi için “akar” olarak arazi, bina, dükkân, çarşı ve nakit para gibi gayrimenkul ve menkuller tahsis edildi. Vakıflar böylece köylü, şehirli, tüccar, esnaf, çiftçi, bürokrat ve ulemayı ilgilendiren bir yapıya dönüştü. Vakıfların ilk bölümünde cami, eğitim kurumları, misafirhane, çeşme, şadırvan, türbe, mezarlık ve aşevi yer alıyordu. İkinci bölümde dükkân, han, hamam, çarşı gibi ilk bölümdeki yapılara gelir sağlayan yerler; üçüncü bölümde ise meskenler bulunmaktaydı.
Vakıflar şehirlerin gelişiminde de önemli bir rol oynadı. Fetihten Cumhuriyet devrine kadar kurulan 10.000’e yakın vakıfla İstanbul, vakıflarla kurulmuş bir hayrat şehirdi. Osmanlı devlet adamları ve zenginler, fethedilen yerlerde vakıflar kurarak o bölgeleri şenlendirmeyi ve İslam kültürünü taşımayı amaçlamışlardı. Bugün belediyelerin yaptığı; şehirlerin su ihtiyacının karşılanması, çeşmeler ve sebillerin inşası, sokakların temizlenmesi ve aydınlatılması gibi işler vakıflar tarafından yerine getiriliyordu.
Vakıflar İslam’ın yaygınlaştırılması, gayrimüslimlerin Müslüman olmaya teşvik edilmesi, sınır boylarındaki dervişlerin desteklenmesi gibi roller de üstlenmekteydi. Bunun yanı sıra yolculukların güvenli bir şekilde yapılması için yol, köprü, deniz fenerleri, kaleler, hanlar ve kervansaraylar inşa edilmekteydi. Kuşlar için kuş evleri yapılması veya sakatlanıp uçamayan ve yiyecek bulamayan kuşlara darı serpilmesi gibi hayvanlara yönelik faaliyetleri de vardı.
“Vakıflar Cenneti” olan Osmanlılarda, bir kişi vakıf evde dünyaya gelir, vakıf evde yaşar, vakıf sıbyan mektebi ve medresede öğrenim görürdü. Vakıf kitapları okur, vakıf bir medresede hocalık yapar, vakıftan maaş alarak geçimini sağlar, vakıf darüşşifada tedavi olur, öldüğünde vakıf mezarlığa defnedilirdi. Vakıflar bu yönüyle her türlü ihtiyacı karşılamak üzere faaliyet göstermekteydi.
VAKFİYELERDEKİ DETAYLAR
Vakıfların işleyişi vakfiyelerde belirtilmiştir. Giriş bölümünde hamdele, salvele, vakıfla ilgili ayet ve hadisler, sonraki bölümde vakfedilen mallar, vakfın idare şekli, gelirler ve masraflar, vakıf personelinin görevleri yer almıştır. Son kısımda ise dua, beddua, şahitlerin isimleri ve kadının onayı bulunmaktaydı. Son kısım olan beddua bölümü çok ağır ifadelerden oluşmakta, vakfın işleyişini bozan veya değiştiren kişilere lanet okunmaktaydı.
Molla Fenari’nin Bursa’daki medresesinde “Her kim bu vakfı değiştirmeye niyetlenirse Allah’ın, meleklerin ve Resullerin laneti üzerine olsun”, Pertevniyal Valide Sultan’ın vakfiyesinde “Şayet vakfı değiştirmeye, bozmaya temayül eden olursa veya vakfın bozulmasına sebep olursa, Allah’ın kahır ve gazabına uğrasın. Dünyada ve âhirette rahat yüzü görmesin, iki cihanda rezaletten kurtulmasın” ifadesi vardı.
Vakıf mallarının satılması, hibe edilmesi, mülk edinilmesi, rehin verilmesi ve varislere intikal etmesi mümkün değildi. Amaç vakfiyedeki esaslarla kıyamete kadar varlığını devam ettirmesi idi. Herhangi bir hükümdar, vali veya kadı kesinlikle vakfiyenin şartlarına aykırı bir uygulama yapamazdı.
VAKIFLARA DEVLET MÜDAHALELERİ
Modernleşme süreciyle birlikte 2. Mahmut döneminde Evkaf-ı Hümayun Nezareti kurularak vakıfların gelirlerine devlet tarafından fiilen el kondu ve paraları hazinenin açıkları için kullanıldı. Bu durum vakıflar için felaket oldu. Çalışanların maaşları ödenemediği gibi harap durumdaki cami ve medreseler tamir edilemedi. Ayrıca vakıf kurmak isteyen kişilerin hevesi kırıldı. Böylece 19. Yüzyılda ekonominin %16’sına ulaşan vakıflar yok olma noktasına geldi. 18. Yüzyıldaki yirmi bin vakıftan Cumhuriyete sadece altı bin vakfın intikal etmesi, devlet müdahalesinin vakıfları nasıl erittiğini açık bir şekilde göstermektedir.
Cumhuriyet idaresinin 3 Mart 1924’de Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’ni kaldırmasıyla vakıflar, genel müdürlükle idare edilmeye başladı. Vakıf yönetimlerinde büyük karışıklıklar ortaya çıktı ve birçok vakıf tasfiye edildi. Vakıf mallarının kiracıları bunları satın almaları için devlet tarafından teşvik edildiği gibi, gayrimenkulleri kamu kurumlarına dağıtılarak sosyal hayattaki rolleri sembolik düzeye indirildi. 1967’ye kadar “tesis” adını taşıyan vakıflardan yeni kurulanların sayısı yüz civarında kaldı.
DEMOKRAT PARTİ DEVRİNDE VAKIFLARIN YOK EDİLMESİ
Vakıflar, en büyük darbelerden birisine Demokrat Parti iktidarında maruz kaldı. 1954 yılında Vakıflar Bankası’nın kuruluşu sırasında Osmanlı’dan kalan “para vakıfları” dağıtılarak nakitleri bankaya sermaye yapıldı. Osmanlı’dan günümüze kadar olan sürece baktığımızda devlet müdahalesinin vakıflara büyük bir darbe vurduğu açıkça görülmektedir. 1967’deki mevzuat düzenlemesi sonrasında vakıfların sayısı 2011’de 4.000’e ulaşmışsa da Osmanlı döneminin hala çok gerisindedir.
Osmanlı döneminin tersine AKP Hükümeti tarafından el konulan vakıflar, bir sivil toplum hareketi niteliği taşımaktadır. Çünkü Bahaeddin Yediyıldız’ın tespitine göre Osmanlı vakıflarının % 65’i toplumun çok az bir kısmını oluşturan yöneticiler tarafından kurulurken, % 35’i tüccar, çiftçi, esnaf gibi toplumun çoğunluğunu oluşturan kişiler tarafından meydana getirilmiştir. Oysa Gülen Cemaati tarafından kurulan vakıflar, devlet desteği olmadan ve birçok engellemeye rağmen Anadolu insanının helal malından ve kazancından yaptığı fedakârlıklarla gelişmiştir. Tespitimize göre bu vakıfların sadece yirmi tanesi AKP iktidarı döneminde kurulmuştur. Bu vakıflar eğitimden sağlığa, sosyal yardımdan meslek edindirmeye kadar çok farklı alanlarda hizmet vermiştir. Bunların nasıl bir motivasyonla kurulduğu ileriki dönemlerde yüksek lisans ve doktora tezi seviyesinde mutlaka incelenecektir.
Toplumsal duyarlılık ve dini hassasiyetlerle oluşturulan bu tür vakıfların fonksiyonlarını icra edememesi, sosyal hayatta büyük boşluklar meydana getirecektir. İhale alma, milletvekili veya belediye başkanı olma gibi beklentiler sonucu yapılan bağışlarla varlığını sürdüren ve siyasi iktidarla bütünleşerek sivil toplum hareketi niteliğini kaybeden vakıfların aynı fonksiyonu icra etmesi beklenemez.
GÜNÜMÜZDEN KANUNİ VAKFİYESİ’NDEKİ BEDDUAYA BAKMAK
Kanuni vakfiyesinin beddua bölümünde şu ifadeler vardı: “Şunu herkes bilmelidir ki bu vakfı bozup değiştirmek kimseye helal değildir. Allah değiştirmeye veya bozmaya çalışan kimsenin farz ve nafile ibadetlerini kabul etmesin. Allah’ın, meleklerin ve insanların laneti onun üzerine yağsın. Yeri cehennem olsun. Orada kaynamış kızgın su ve Cehennemliklerin yanıklarından gelen irinler içirilsin”.
Halkın varından yoğundan artırarak bugünlere getirdiği ve Anadolu insanına sahip çıkma adına önemli bir konumu olan vakıflara el koyanlar, elbette bu tür beddualardan haberi olan kişilerdir. Örneğin bir vakıf üniversitesi olan İpek Üniversitesi’nin devlet üniversitesine geçmesi sonrasında yönetici odasını eşine tahsis edecek kadar pervasızca davrananlar, İslam medeniyetinin temel unsurlarından birini yok ederek tam bir “mirasyedi” olarak tarihe geçeceklerdir.
Kaynaklar: C. Baltacı, “Vakıf Senetleri”, Vakıf Haftası (1985); A. Ertem, “Osmanlıdan Günümüze Vakıflar”, Vakıflar Dergisi (2011); M. Çizakça, Osmanlı Dönemi Vakıflarının Tarihsel ve Ekonomik Boyutları, B. Ü. Yayınları; B. Yediyıldız, “Vakıf”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 42.