Türkiye’deki hukuksuzluklar, darbe girişimi / sonrasındaki kitlesel tutuklama ve tasfiyeler beyin göçünü hızlandırdı. Peki bu durum Türkiye’yi nasıl etkiler? Gazete duvar’dan Beril Köseoğlu, Londra Regent’s Üniversitesi’nden uluslararası göç uzmanı Profesör İbrahim Sirkeci’ye sordu.
‘BEYİN EMEKÇİLERİ VE GİRİŞİMCİLER TERK ETME EĞİLİMİNDE’
-Türkiye’nin yeniden ‘beyin göçü’ vermeye başladığına ilişkin tartışma 15 Temmuz ve OHAL ilanı sonrası yeniden gündemde. Çoğunlukla akademisyenlerin ‘kaçışı’ konuşuluyor. Bu göçün akademinin dışındaki eğitimli kişileri de kapsadığını söyleyebilir miyiz?
Öncelikle Türkiye’den beyin göçünün seçici bir biçimde her zaman devam ettiğini unutmamak gerek. Her dönemin muhalifleri arasında yüksek eğitimli ve entelektüel işlerle uğraşanlar Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Bu hiç değişmedi. Değişen, beyin göçünün çeşitliliği. Akademisyenler biraz eşyanın tabiatı gereği baskının arttığı ortamda yapmaları gereken esas işi, yani bilimi yapamadıklarında ülkeyi terk ediyorlar ve belki fazla göze battıkları için gündemdeler.
ELİNİZDE SADECE ‘KELOĞLAN’ KALIR!..
Felaket tellallığı yapmış gibi olmayalım ama bunun aşırı örneklerinden birisi Taliban Afganistan’ıydı. Entellektüel olan, sanata dair, eleştiriye dair her şeyi baskılamaya çalışmanın, aşağılamanın ve siyasete tabi kılmanın varacağı nokta, Ege’de Akdeniz’deki eski Yunan ve Roma kalıntılarını bombalamaya kadar gidebilir. Çoraklaşmanın tam karşılığı budur. Beethoven, Marx, Balzac, Tolstoy, Çehov, Fazıl Say, Nazım Hikmet, Aziz Nesin devreden çıktığında elinizde sadece Keloğlan kalır.
Ancak dediğiniz gibi kutuplaşmış siyasetin hayatın her alanına bu kadar girmiş olduğu bir ülkede sadece akademisyenlerin yurtdışına kaçtığını düşünmek buzdağının geri kalanını ıskalamak olur. Belki bu kategoriye beyin emekçileri demek de mümkün. Çünkü akademisyenler ve mühendislerin yanında sinema ve tiyatro sanatçıları, müzisyenler de ülkeyi terk ediyor. Ancak entelektüel işler kategorisine sokamayacağınız girişimciler de terk ediyor; NATO’da görevli Türk subayların iltica ettiğini biliyoruz. Daha kapsayıcı biçimde beşeri sermayesi yüksek kişilerin baskının arttığı ortamlardan kaçtığını söylemek uygun olabilir. İngiltere’ye Türkiye’den gelen göçe baktığımızda bu grupların her birinden çokça örnek görüyoruz; akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar, iş adamları, siyasetçiler…
‘ÜCRETSİZ İŞ ARAYAN AKADEMİSYEN BİLE VAR’
-‘Kaçış’ eğilimi ne zaman başladı?
Dediğim gibi bu kaçış hiç durmadı. En son Migration Letters dergisinde yayımlanan bir çalışmamda bunun detaylarını aktardım. Türkiye OECD ülkeleri içinde kitlesel sığınmacı göçü veren tek gelişmiş ülke! 12 Eylül’den bu yana bir milyondan fazla Türk vatandaşı sanayileşmiş ülkelere gidip sığınma başvurusu yapmış durumda. 1990’lar ve 2000’lerin ortasına dek her yıl sığınma başvurusu yapanlar 30 bin gibi sayılara ulaşıyor. 2006 – 2016 arasında ise yılda ortalama 6 bin 640 Türk vatandaşı yurtdışına gidip sığınma başvurusu yapmış. 2016’da bu sayı ilk 10 ayda 9 bin 600 oldu. Temmuz-Ağustos aylarında bir önceki yıl 1300 iken 2016’da 5 bin 160 oldu. Özetle hiç durmayan kaçış darbe girişimi sonrasında aniden üç dört katına çıktı.
Bunların hepsi beyin göçü kapsamına girmez tabii ki ama bu siyasi korkuya/tehdide dayalı göç akınları beyin göçünün boyutuna ilişkin önemli bir göstergedir. 18 yıldır İngiltere’de akademisyenim ve temmuzdan bu yana, Türkiyeli akademisyenlerden iş arayan, ücretsiz dahi olsa pozisyon arayan, referans isteyen e-maillerin sayısı önceki 18 yılın toplamından fazla! Bunların içinde işten atılmış olanlar var ancak bir o kadar da işine devam eden ama ortamı dayanılmaz bulan insan var. Özetle 15 Temmuz ara milatlardan birisi.
‘YÜZLERCE SAHTE ÜNİVERSİTE, BİNLERCE SAHTE AKADEMİSYEN…’
-Eğitimli, birçoklarınca ‘rahatının yerinde olduğu’ düşünülen insanlar neden ülkelerini, ailelerini ve dostlarını bırakma kararı alacak noktaya gelir?
Birçokları birçok konuda bir çok kez yanılırlar. Bu da o konulardan birisi. Gerçek bilim insanları para, pul ve şöhret için hayatlarını bu işlere adayan insanlar değil. Birçoğumuz hiç maaş almasak da, sokağa atılsak da bugün üniversitelerde, laboratuvarlarda yaptığımız işleri ölene dek keyifle ve ısrarla yapacak kadar deliyiz. Bunun titr, makam veya parayla ilgisi yok. İstatistik modelleme yaparken orada virgülden sonra bir basamak değişecek diye heyecanla beklersiniz ve dünya yıkılsa duymazsınız. Zurnanın zırt dediği yer de budur: Dünyanın yıkılmaması ve sarsıntıların sizin o minimal derviş hayatınızı tehdit etmeyeceğinin garanti edileceği bir yerde olmak istersiniz. Hep rahatsızsınız ve tek rahatlığınız gördüğünüzü, düşündüğünüzü dillendirebilmek ve tartışabilmektir. Bu konuşma ve tartışma ortamı tehdit edildiğinde bilim falan olmaz. Yüzlerce sahte üniversitede binlerce sahte akademisyenle ancak kötü bir müsamere yapabilirsiniz. Zaten olan da bu. Akademik konferansların açılışlarını bakanlar ve valiler yaparsa, marşlar ve saygı duruşlarıyla ancak yerinizde sayarsınız ve maalesef beyin göçü devam eder.
‘KAPILAR KAPANSA DA KAÇIŞ ARTACAK’
-Türkiye’deki bu eğilimin hızlanacağını düşünüyor musunuz?
Zaten hızlandı. Daha da hızlanacak. Çünkü şimdi OHAL ve süren davalar nedeniyle yurtdışına çıkamayanların önemli bir kısmı bu kısıtlamalar kalkar kalkmaz kaçacaktır. Kapıları kapatsanız da kaçacak bu insanlar. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında sıkıyönetim olmasına rağmen 100 bin kişi yurtdışına kaçıp iltica ettiğini hatırlatırım.
‘BİR ADAMI HER KOŞULDA ÖVMEKTEN BİLİM VE SANAT ÇIKMAZ’
–Beyin göçünün bir ülkenin toplumu ve kalkınması üzerindeki somut etkileri ne yönde olur? Eğitimli, ‘kalifiye’ insanların gidişi ve özellikle üniversitelerdeki değişim, toplumu nasıl dönüştürür?
Bu darbe girişimi ve sonrasındaki kitlesel tutuklama ve işten çıkarmalar Türkiye’yi en az 20-30 yıl geriye götürdü. Bu ara sıkça dillendirildiği üzere akademi çoraklaştı. Kalifiye insanların gidişi hem ekonomik, hem sosyal, hem de kültürel gelişmeyi sekteye uğratır. Paranız varsa yatırım yapmazsınız, kitap yazıyorsanız yayımlamazsınız, sürekli baskı görürseniz ders veremezsiniz, eleştirmezseniz buluş olmaz, fikir üretilemez. Otosansür ve bir adamın her koşulda ve her konuda övülmesi çabasından bilim, sanat, teknoloji çıkmaz. Maalesef Türkiye çok kısa sürede demokratikleşme yönünde çok radikal bir değişim görmezse, daha muhafazakâr ve tüketici bir ülkeye dönüşür.
Felaket tellallığı yapmış gibi olmayalım ama bunun aşırı örneklerinden birisi Taliban Afganistan’ıydı. Entellektüel olan, sanata dair, eleştiriye dair her şeyi baskılamaya çalışmanın, aşağılamanın ve siyasete tabi kılmanın varacağı nokta, Ege’de Akdeniz’deki eski Yunan ve Roma kalıntılarını bombalamaya kadar gidebilir. Çoraklaşmanın tam karşılığı budur. Beethoven, Marx, Balzac, Tolstoy, Çehov, Fazıl Say, Nazım Hikmet, Aziz Nesin devreden çıktığında elinizde sadece Keloğlan kalır.
İRAN VE AFRİKA NEYİ KAYBETTİ?
-Beyin göçü denince akla ilk İran ve Afrika ülkeleri gelir. Bu ülkelerin en dikkat çeken kayıpları nedir?
Bu ülkelerin en dikkat çeken yanı, bu ülkelerde doğmuş binlerce sanatçının, aydının, bilim insanının ve girişimcinin başka ülkeleri zenginleştirmeleridir. Dünyadaki patent başvurularına bakıp bunu görebilirsiniz. Türklerin en çok patent başvurusu yaptığı ülkeler ABD ve Almanya’dır. Pek çok Afrika ülkesinde durum bundan daha vahimdir.
‘TRUMP, ENTELEKTÜEL SERMAYEYİ YENİDEN DAĞITABİLİR’
-Son olarak, ABD’de Donald Trump yönetiminin Müslümanları hedef alan vize kısıtlamaları –devam etmesi halinde- dünyanın geri kalanına nasıl yansır?
Bu da başka bir çoraklaşma tehlikesi. ABD’nin hâlâ çok güçlü demokratik kurumları var. O yüzden çok kaygılanmıyorum ancak durum iç açıcı değil. Müslümanlara yönelik vize kısıtlamaları en çok bu Müslüman ülkelerden kaçan iyi eğitimli kişileri, yani beyin göçünü olumsuz etkileyecek. Kaçabileceğiniz hedef ülkelerden birinin kapıları kapanmış olacak. Asıl tehlikeyse şu: ABD’de hızla güçlenen ırkçılık nedeniyle azınlık ve yeni göçmen gruplara mensup pek çok kişi başka ülkelere kaçmaya çalışacaktır. Diğer ülkelerin tavrına bağlı olmakla birlikte bu dünyadaki entelektüel sermayenin yeniden dağıtımı anlamına gelebilir.
(Gazete Duvar)