[Haber-Yorum: Semih Ardıç]
‘Millî içki’ tartışmasının arasında kaynayıp gitmesin. Savrulmaları gösterir berrak ve ibretamiz bir fotoğraf verdi büyük sermaye…
Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın Sütaş’ın İzmir Tire’deki tesislerinde ayran içerken şirketin sahibi Muharrem Yılmaz’ın bakanlardan bile atik davranıp olup biteni ayakta alkışlayan halini görünce dilim tutuldu. Ne diyeceğimi bilemedim.
TÜSİAD Başkanı sıfatı ile 24 Ocak 2014’te kürsüden sarf ettiği sözlere Erdoğan’ın cevabı ağır olmuştu. Erdoğan’ın nazarında Muharrem Yılmaz bir vatan haini idi. O günlerde Türk CNN’i gazetecilik yapma gayretinde idi. Erdoğan’ın hışmına uğramış da olsa TÜSİAD Başkanı’na ekranlarını açtı.
Muharrem Bey, kanalın Ekonomi Müdürü Emin Çapa’ya net bir dille sözlerinin arkasında olduğunu ve vatanseverliğini kimseye sorgulatmayacağını şöyle ifade etmişti: “Hukukun güvenliğinden şüphe edilen bir yere kimse yatırım yapmaz. Kafamızı kuma gömmeyelim, tüm dünya Türkiye’de yaşananları konuşuyor.”
BÖYLE BİR ÜLKEYE YABANCI SERMAYE GELMEZ
Yılmaz haklıydı. “Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka tür cezalarla şirketler üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen. Böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir” şeklindeki makul çıkışına Erdoğan’ın mukabelesi hakkaniyet ve insaf ölçülerinden uzaktı.
Olup bitene mânâ veremiyordu. Erdoğan’dan özür bekliyordu.
GAZETELER ÜZERİNDEN ŞANTAJ
O özür gelmediği gibi birkaç ay sonra Yılmaz, 4 Haziran 2014’te hükümete yakın Akşam ve Star gazetelerinin 1. sayfasından “TÜSİAD Başkanı’ndan işçilere tezekli zulüm” başlığı ile hedefe konuldu. Sütaş’ın işten atılan işçilerin önüne hayvan gübresi attığını iddia ediyordu iki gazete. Muharrem Yılmaz, aynı gün TÜSİAD başkanlığından istifa etti.
O günlerde istifadan TÜSİAD’ın akil insanlarının dahi haberinin olmadığı çok konuşulmuştu. Yılmaz, karalama kampanyasının devamının geleceğini biliyordu ve şirketinin iflasa sürüklenebileceği korkusu ile istifa kararını tek başına almıştı.
TÜSİAD’ın Mayıs 2014 tarihli aylık Görüş dergisinde Türkiye’de sosyal medya yasaklarından duyduğu rahatsızlığı ifade ettiği makalenin mürekkebi kurumadan Muharrem Yılmaz yasakların, tehditlerin mağduru olmuştu. O makaleden birkaç cümle;
“Umarım siz bu yazıyı okurken sona ermiş olur ama bu yazı yazılırken YouTube hala kapalıydı; Twitter’ın, 15 gün kadar kapalı kaldıktan sonra ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla açılabilmesinin üstünden ise birkaç gün geçmişti.”
“Bu gibi uygulamaların, Türkiye toplumunu en temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bıraktığı, insani, sosyal, ticari ve ekonomik faaliyetleri sekteye uğrattığı açık. Tabii uluslararası kamuoyu nezdinde Türkiye’yi baskıcı ve yasakçı rejimlerle aynı statüye indirgemesine razı olmak, kabullenmek de mümkün değil.”
“Türkiye’nin, sosyal medyayı tehdit algıları üzerinden değil, katılımcı, özgürlükçü ve demokratik yanıyla değerlendirebilen bir siyasi yaklaşımı hayata geçirmesi, her geçen gün daha fazla önem ve aciliyet arz etmektedir. Zamanın ruhu bunu gerektiriyor.”
NE DEĞİŞTİ Kİ ALKIŞLADI?
Makalenin son cümlesinde zamanın ruhu kavramından bahseden Muharrem Yılmaz, Erdoğan’ı ayakta alkışlarken ne yazık ki 148 gazeteci sadece hakikatin peşine düştükleri için mahpustu. Haklarında dava bile açılmadığı halde 57 gazetecinin mallarına, banka hesaplarına el konulmuştu. 7 bine yakın kişi düşüncelerini sosyal medyada paylaştığı için demir parmaklıkların ardında güneşe hasretti.
Belki unutmuş olabilir, yönetim kurulunda teşrik-i mesaide bulunduğu, yardımcısı Memduh Boydak tek delil sunulmadan gizli şahit hezeyanları yüzünden 9 aydır Sincan Cezaevi’nde ve şirketleri de TMSF’ye devredildi.
Memduh Bey gibi AKP mağduru bütün işadamları, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar, öğretmenler ve memurlar, zamanın ruhunu tam idrak edemediği için mi acı çekiyor? Öyle ya, zamanın ruhunun neyi icap ettireceğini fark etmek de marifet icap ettiriyor!
HANİ YASAKLAR KABUL EDİLEMEZDİ
Muharrem Bey sosyal medya yasaklarını kabullenmek mümkün değil diyordu ya! O salonda ‘millî içki ayran’ komedisi çekilirken Türkiye’nin tamamında internete yine sansür uygulanıyordu. Suriye bataklığında iki askerimizin IŞİD canileri tarafından diri diri yakıldığından kimsenin haberi olmasın diye iktidar ve Saray milyonların iletişim hürriyetini gasp etti.
Halka o iki askerin niye kurtarılamadığını, El Bab’da başka askerlerimizin kaçırılıp kaçırılmadığını, terör örgütünün elinde TSK’ya ait tank, zırhlı araç, silah ve mühimmat olup olmadığını açık bir dille anlatmak yerine şalteri indirdiler. “Kurcalama, yanarsın. Yasak hemşerim!” dediler.
Muharrem Bey o beklediği özürden şahsen vazgeçmiş olabilir, amma velâkin ‘zamanın ruhu’ derken bütün bu tefessühü ayakta alkışlamayı kast etmiş olamaz. Azıcık Türkçe bilen herkes müstafi TÜSİAD Başkanı’nın o satırlarda endişe ile karşıladığı ‘yasakçı rejim’i bile mumla aratacak karanlık günlerden geçtiğimizi söyleyecektir.
Yılmaz’ın TÜSİAD Başkanı iken bir-iki Meclis’te sarf ettiği, “Cemaat AKP ile barışır. Biz açıkta kalırız” sözleri de müteakip makaleye kaldı.
Nasipse müzakere ederiz.
Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın Sütaş’ın İzmir Tire’deki tesislerinde ayran içerken şirketin sahibi Muharrem Yılmaz’ın bakanlardan bile atik davranıp olup biteni ayakta alkışlayan halini görünce dilim tutuldu. Ne diyeceğimi bilemedim.
TÜSİAD Başkanı sıfatı ile 24 Ocak 2014’te kürsüden sarf ettiği sözlere Erdoğan’ın cevabı ağır olmuştu. Erdoğan’ın nazarında Muharrem Yılmaz bir vatan haini idi. O günlerde Türk CNN’i gazetecilik yapma gayretinde idi. Erdoğan’ın hışmına uğramış da olsa TÜSİAD Başkanı’na ekranlarını açtı.
Muharrem Bey, kanalın Ekonomi Müdürü Emin Çapa’ya net bir dille sözlerinin arkasında olduğunu ve vatanseverliğini kimseye sorgulatmayacağını şöyle ifade etmişti: “Hukukun güvenliğinden şüphe edilen bir yere kimse yatırım yapmaz. Kafamızı kuma gömmeyelim, tüm dünya Türkiye’de yaşananları konuşuyor.”
Yılmaz haklıydı. “Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka tür cezalarla şirketler üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen. Böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir” şeklindeki makul çıkışına Erdoğan’ın mukabelesi hakkaniyet ve insaf ölçülerinden uzaktı.
Olup bitene mânâ veremiyordu. Erdoğan’dan özür bekliyordu.
GAZETELER ÜZERİNDEN ŞANTAJ
O özür gelmediği gibi birkaç ay sonra Yılmaz, 4 Haziran 2014’te hükümete yakın Akşam ve Star gazetelerinin 1. sayfasından “TÜSİAD Başkanı’ndan işçilere tezekli zulüm” başlığı ile hedefe konuldu. Sütaş’ın işten atılan işçilerin önüne hayvan gübresi attığını iddia ediyordu iki gazete. Muharrem Yılmaz, aynı gün TÜSİAD başkanlığından istifa etti.
O günlerde istifadan TÜSİAD’ın akil insanlarının dahi haberinin olmadığı çok konuşulmuştu. Yılmaz, karalama kampanyasının devamının geleceğini biliyordu ve şirketinin iflasa sürüklenebileceği korkusu ile istifa kararını tek başına almıştı.
TÜSİAD’ın Mayıs 2014 tarihli aylık Görüş dergisinde Türkiye’de sosyal medya yasaklarından duyduğu rahatsızlığı ifade ettiği makalenin mürekkebi kurumadan Muharrem Yılmaz yasakların, tehditlerin mağduru olmuştu. O makaleden birkaç cümle;
“Umarım siz bu yazıyı okurken sona ermiş olur ama bu yazı yazılırken YouTube hala kapalıydı; Twitter’ın, 15 gün kadar kapalı kaldıktan sonra ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla açılabilmesinin üstünden ise birkaç gün geçmişti.”
“Bu gibi uygulamaların, Türkiye toplumunu en temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bıraktığı, insani, sosyal, ticari ve ekonomik faaliyetleri sekteye uğrattığı açık. Tabii uluslararası kamuoyu nezdinde Türkiye’yi baskıcı ve yasakçı rejimlerle aynı statüye indirgemesine razı olmak, kabullenmek de mümkün değil.”
“Türkiye’nin, sosyal medyayı tehdit algıları üzerinden değil, katılımcı, özgürlükçü ve demokratik yanıyla değerlendirebilen bir siyasi yaklaşımı hayata geçirmesi, her geçen gün daha fazla önem ve aciliyet arz etmektedir. Zamanın ruhu bunu gerektiriyor.”
NE DEĞİŞTİ Kİ ALKIŞLADI?
Makalenin son cümlesinde zamanın ruhu kavramından bahseden Muharrem Yılmaz, Erdoğan’ı ayakta alkışlarken ne yazık ki 148 gazeteci sadece hakikatin peşine düştükleri için mahpustu. Haklarında dava bile açılmadığı halde 57 gazetecinin mallarına, banka hesaplarına el konulmuştu. 7 bine yakın kişi düşüncelerini sosyal medyada paylaştığı için demir parmaklıkların ardında güneşe hasretti.
Belki unutmuş olabilir, yönetim kurulunda teşrik-i mesaide bulunduğu, yardımcısı Memduh Boydak tek delil sunulmadan gizli şahit hezeyanları yüzünden 9 aydır Sincan Cezaevi’nde ve şirketleri de TMSF’ye devredildi.
Memduh Bey gibi AKP mağduru bütün işadamları, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar, öğretmenler ve memurlar, zamanın ruhunu tam idrak edemediği için mi acı çekiyor? Öyle ya, zamanın ruhunun neyi icap ettireceğini fark etmek de marifet icap ettiriyor!
Muharrem Bey sosyal medya yasaklarını kabullenmek mümkün değil diyordu ya! O salonda ‘millî içki ayran’ komedisi çekilirken Türkiye’nin tamamında internete yine sansür uygulanıyordu. Suriye bataklığında iki askerimizin IŞİD canileri tarafından diri diri yakıldığından kimsenin haberi olmasın diye iktidar ve Saray milyonların iletişim hürriyetini gasp etti.
Halka o iki askerin niye kurtarılamadığını, El Bab’da başka askerlerimizin kaçırılıp kaçırılmadığını, terör örgütünün elinde TSK’ya ait tank, zırhlı araç, silah ve mühimmat olup olmadığını açık bir dille anlatmak yerine şalteri indirdiler. “Kurcalama, yanarsın. Yasak hemşerim!” dediler.
Muharrem Bey o beklediği özürden şahsen vazgeçmiş olabilir, amma velâkin ‘zamanın ruhu’ derken bütün bu tefessühü ayakta alkışlamayı kast etmiş olamaz. Azıcık Türkçe bilen herkes müstafi TÜSİAD Başkanı’nın o satırlarda endişe ile karşıladığı ‘yasakçı rejim’i bile mumla aratacak karanlık günlerden geçtiğimizi söyleyecektir.
Yılmaz’ın TÜSİAD Başkanı iken bir-iki Meclis’te sarf ettiği, “Cemaat AKP ile barışır. Biz açıkta kalırız” sözleri de müteakip makaleye kaldı.
Nasipse müzakere ederiz.