Haber-İnceleme: Mehmet Dinç/Strasbourg
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü, bir tarafta insan onuruna yakışır şekilde yaşamanın mücadelesi verilirken, diğer tarafta kendi gelecekleri için insanı hiçe sayan bir zihniyetler, iktidarlarını koruma hırsıyla hukuksuzlukların altına imzalarını atıyor.
Türkiye, dünyanın en geniş kapsamlı demokratikleşme kurumu olan, bir yandan da insan hakları mücadelesi veren Avrupa konseyine, 1949 yılında kurulusunun hemen başında adını yazdırdı. Askeri darbelerle inişli çıkışlı dönemler yaşandı. Bir türlü gerçek ve çoğulcu demokrasi, eşitlik, insan hakları ifade özgürlüklerine kavuşamadı fakat bu ortaklık sayesinde ilerlemesini devam ettirdi. Özellikle 2004 yılından 2011 yılına kadar 7 sene gibi kısa bir dönemde bile yaptığı reformlarla bir anda Avrupa standartlarına yaklaşıktı, AB kapısında son eşiğe kadar geldi. Suriye’de patlayan krizle göçmen krizini bir koz olarak kullanarak vize serbestisine bir adım mesafeye kadar yaklaştı. (Avrupa açısından bakıldığında ise mülteci meselesi, Suriyeli göçmelerin pazarlık masasına yatırılması savunduğu insan hakları değerleriyle çelişiyor).
Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının kırılması noktası, kuşkusuz 2013 yılının Aralık ayı. 17/25 Aralık belki de dünya tarihin gördüğü en büyük yolsuzluk ve kirli para ağının gün yüzüne çıktığı tarihtir. Kirli tezgahın bakanlar başbakan ve çocuklarının da olması skandalın boyutunu ortaya koyuyor. Avrupa standartlarında demokrasi ve insan haklarına adım adım ilerlerken, ters şeride geçip yoluna devam etti. 15 Temmuz’dan sonra ise freni patlamış ağır vasıta gibi ters şeritte önüne ne gelirse deviriyor. İfade özgürlükleri, temel insan hakları, yerle bir olurken, insan onurunu zedeleyici muamele ve işkenceler ayyuka çıktı. Bunları sorgulayabilecek savcı, hakim veya avukatlar ise cezaevlerinden işkence altında ifadelerini veriyorlar. 2013’ten sonra parti devletine dönen ülke 15 Temmuz’dan sonra tek adam rejimine dönüştü.
Avrupa’nın çağrıları siyasi malzeme olarak kullanıldı
Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa insan Hakları Mahkemesi, İnsan hakları komisyonu gibi Türkiye’nin göbekten bağlı olduğu kurumlar Türkiye’nin kötü gidişine endişelerini dile getirseler de, bu iyi niyet çağrıları Türkiye’de iktidar tarafından malzeme olarak kullanılarak, batı düşmanlığı altında oy olarak geri döndü. Son 3 yıldır Türkiye’de artarak devam eden nefret diline muhatap olmayan kesim kalmadı, Erdoğan’ın vitesi her yükseltmesinde oyları arttı. Ülke içindeki ve dışındaki her iyi niyetli yaklaşım, uyarılar, çağrılar bu nefret dilinin altından ezildi. Son olarak Avrupa Parlamentosu, genel kurulda Türkiye’yi AB’ye davet eden en büyük grup artık Türkiye ile müzakerelerin dondurulmasını talep etti ve bu talep parlamentoda kabul gördü. Cevap ise yine gecikmedi “sen kimsin ya”. Avrupa Konseyi’nin anayasal konulardaki danışma organı Venedik komisyonu da kendi lisanıyla yaptığı açılamalarda OHAL adı altında Türkiye’de zulüm yapılıyor demek istedi. Keyfi uygulamalarla, 100ninlerce insanın hukuksuz şekilde tasfiyenin edildiğini dile getirdi.
AP ve Avrupa Yargı kurulusu hak ihlallerine dayanamadı
2013’te AKP yolsuzluk skandalını yürüten savcı ve hakimlerin görevden alınmasıyla Türkiye’de yargı bağımsızlığı büyük darbe aldı. Ardından yüzlerce tasfiye ve tayinler yapıldı. 15 Temmuz’dan sonra yargı feshedildi, savcı, hakim ve avukatlar cezaevinde. Adalet bakanı Bozdağ’ın ifadesiyle 3659 hakim savcı işten atıldı. Tüm bu sürecin sonunda Avrupa Yargı Kurumu (ENJC), Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK’yı) gözlemci statüsünü iptal etti.
İnsan Hakları Komiseri uyardı
Avrupa İnsan Hakları komiseri Nils Muizniek 15 Temmuz sonrası Türkiye ziyareti gerçekleştirdi. 100binlerce insanın tasfiyesi, hapishanelerde işkenceler, yargı bağımsızlığı, keyfi uygulamalar gibi konularda uyarılarda bulundu. Muiznieks, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi CPT’nin hazırladığı raporun bir an önce yayınlaması konusunda çağrıda bulundu.
Uluslararası Af Örgütü’nün raporu korkunç tabloyu ortaya çıkardı
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty inernetional) 15 Temmuz darbe girişiminin ardından on binlerce insanın hapishanelerde ağır şartlar altına kaldığını, tecavüz, işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını ortaya çıkaran bir rapor yayınladı. Af Örgütü’nün raporuna göre , gözaltı merkezlerinde tutulanların dayak, işkence hatta tecavüze maruz kalıyor. Ankara ve İstanbul’da gözaltında 48 saat ayak parmak uçlarında bekletiliyor. Sözlü hakaret ve tehditlere maruz kalan mahkûmlara yiyecek, su ve tıbbi tedavi verilmiyor. Ankara’da iki avukat, müvekkillerinin kendilerine “üst düzey askeri yetkililere tecavüz edildiğini gördüklerini” söylediğini belirtiyor. Üst düzey askerlere diğerlerine kıyasla daha kötü muamele edildiği, işkencenin gözaltındakileri “konuşturmaya yönelik” öldüğü kaydediliyor. Bir kadın avukat, Çağlayan Adliyesi’nin 6. katındaki pencereden kendisini atmaya çalışan bir tutuklu gördüğünü aktarıyor.
Af Örgütü’nün Avrupa Direktörü John Dalhuisen ise “Türkiye şu anda anlaşılır biçimde kamusal güvenlikle ilgili endişeler taşıyor. Ancak işkence, kötü muamele ve keyfi tutuklamaya hiçbir gerekçe olamaz” şeklinde konuştu. Dalhuisen, Türk yetkilileri bu “nefret uyandırıcı” uygulamaları durdurmaya ve uluslararası gözlemcilerin gözaltı merkezlerine erişimine izin vermeye çağrıda bulundu.
İşkenceyi Önleme Komitesi, Türkiye raporunu hala yayınlamadı
Avrupa Konseyi genel sekreteri Thorbjorn Jagland’ın çağrısı üzerine Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen OHAL’le birlikte cezaevlerinde hak ihlalleri ve işkence iddialarını incelemek üzere Türkiye’yi ziyaret etti. Fakat henüz rapor yayınlanmadı. Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Strasbourg’u ziyareti sırasında, önceki raporlar gibi bu raporunda yayınlanmasını istediklerini söylese de ziyaretin üzerinden 3 ay geçmesine rağmen hala rapor yayınlanmadı. Raporun yayınlanmaması Türkiye’nin Avrupa konseyi üzerinde baskısı sonucu şeklinde yorumlanıyor.
Sonuç olarak 2016 yılında Dünya insan hakları günü kutlanırken Türkiye, tarihinin en büyük haksızlıklarıyla, insan hakları ihlalleriyle, ifade özgürlükleri kısıtlamalarıyla karşı karşıya. Ve bunu duyuracak gazeteciler ise hapishanelerde tutsak. Hak ihlallerini Türkiye’de sadece iktidara yakın kesim hissetmiyor onun dışında neredeyse tüm kesimler bu hukuksuzluklardan az ya da çok nasibini alıyor.
Özet olarak
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü, bir tarafta insan onuruna yakışır şekilde yaşamanın mücadelesi verilirken, diğer tarafta kendi gelecekleri için insanı hiçe sayan bir zihniyetler, iktidarlarını koruma hırsıyla hukuksuzlukların altına imzalarını atıyor.
Türkiye, dünyanın en geniş kapsamlı demokratikleşme kurumu olan, bir yandan da insan hakları mücadelesi veren Avrupa konseyine, 1949 yılında kurulusunun hemen başında adını yazdırdı. Askeri darbelerle inişli çıkışlı dönemler yaşandı. Bir türlü gerçek ve çoğulcu demokrasi, eşitlik, insan hakları ifade özgürlüklerine kavuşamadı fakat bu ortaklık sayesinde ilerlemesini devam ettirdi. Özellikle 2004 yılından 2011 yılına kadar 7 sene gibi kısa bir dönemde bile yaptığı reformlarla bir anda Avrupa standartlarına yaklaşıktı, AB kapısında son eşiğe kadar geldi. Suriye’de patlayan krizle göçmen krizini bir koz olarak kullanarak vize serbestisine bir adım mesafeye kadar yaklaştı. (Avrupa açısından bakıldığında ise mülteci meselesi, Suriyeli göçmelerin pazarlık masasına yatırılması savunduğu insan hakları değerleriyle çelişiyor).
Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının kırılması noktası, kuşkusuz 2013 yılının Aralık ayı. 17/25 Aralık belki de dünya tarihin gördüğü en büyük yolsuzluk ve kirli para ağının gün yüzüne çıktığı tarihtir. Kirli tezgahın bakanlar başbakan ve çocuklarının da olması skandalın boyutunu ortaya koyuyor. Avrupa standartlarında demokrasi ve insan haklarına adım adım ilerlerken, ters şeride geçip yoluna devam etti. 15 Temmuz’dan sonra ise freni patlamış ağır vasıta gibi ters şeritte önüne ne gelirse deviriyor. İfade özgürlükleri, temel insan hakları, yerle bir olurken, insan onurunu zedeleyici muamele ve işkenceler ayyuka çıktı. Bunları sorgulayabilecek savcı, hakim veya avukatlar ise cezaevlerinden işkence altında ifadelerini veriyorlar. 2013’ten sonra parti devletine dönen ülke 15 Temmuz’dan sonra tek adam rejimine dönüştü.
Avrupa’nın çağrıları siyasi malzeme olarak kullanıldı
Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa insan Hakları Mahkemesi, İnsan hakları komisyonu gibi Türkiye’nin göbekten bağlı olduğu kurumlar Türkiye’nin kötü gidişine endişelerini dile getirseler de, bu iyi niyet çağrıları Türkiye’de iktidar tarafından malzeme olarak kullanılarak, batı düşmanlığı altında oy olarak geri döndü. Son 3 yıldır Türkiye’de artarak devam eden nefret diline muhatap olmayan kesim kalmadı, Erdoğan’ın vitesi her yükseltmesinde oyları arttı. Ülke içindeki ve dışındaki her iyi niyetli yaklaşım, uyarılar, çağrılar bu nefret dilinin altından ezildi. Son olarak Avrupa Parlamentosu, genel kurulda Türkiye’yi AB’ye davet eden en büyük grup artık Türkiye ile müzakerelerin dondurulmasını talep etti ve bu talep parlamentoda kabul gördü. Cevap ise yine gecikmedi “sen kimsin ya”. Avrupa Konseyi’nin anayasal konulardaki danışma organı Venedik komisyonu da kendi lisanıyla yaptığı açılamalarda OHAL adı altında Türkiye’de zulüm yapılıyor demek istedi. Keyfi uygulamalarla, 100ninlerce insanın hukuksuz şekilde tasfiyenin edildiğini dile getirdi.
AP ve Avrupa Yargı kurulusu hak ihlallerine dayanamadı
2013’te AKP yolsuzluk skandalını yürüten savcı ve hakimlerin görevden alınmasıyla Türkiye’de yargı bağımsızlığı büyük darbe aldı. Ardından yüzlerce tasfiye ve tayinler yapıldı. 15 Temmuz’dan sonra yargı feshedildi, savcı, hakim ve avukatlar cezaevinde. Adalet bakanı Bozdağ’ın ifadesiyle 3659 hakim savcı işten atıldı. Tüm bu sürecin sonunda Avrupa Yargı Kurumu (ENJC), Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK’yı) gözlemci statüsünü iptal etti.
İnsan Hakları Komiseri uyardı
Avrupa İnsan Hakları komiseri Nils Muizniek 15 Temmuz sonrası Türkiye ziyareti gerçekleştirdi. 100binlerce insanın tasfiyesi, hapishanelerde işkenceler, yargı bağımsızlığı, keyfi uygulamalar gibi konularda uyarılarda bulundu. Muiznieks, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi CPT’nin hazırladığı raporun bir an önce yayınlaması konusunda çağrıda bulundu.
Uluslararası Af Örgütü’nün raporu korkunç tabloyu ortaya çıkardı
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty inernetional) 15 Temmuz darbe girişiminin ardından on binlerce insanın hapishanelerde ağır şartlar altına kaldığını, tecavüz, işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını ortaya çıkaran bir rapor yayınladı. Af Örgütü’nün raporuna göre , gözaltı merkezlerinde tutulanların dayak, işkence hatta tecavüze maruz kalıyor. Ankara ve İstanbul’da gözaltında 48 saat ayak parmak uçlarında bekletiliyor. Sözlü hakaret ve tehditlere maruz kalan mahkûmlara yiyecek, su ve tıbbi tedavi verilmiyor. Ankara’da iki avukat, müvekkillerinin kendilerine “üst düzey askeri yetkililere tecavüz edildiğini gördüklerini” söylediğini belirtiyor. Üst düzey askerlere diğerlerine kıyasla daha kötü muamele edildiği, işkencenin gözaltındakileri “konuşturmaya yönelik” öldüğü kaydediliyor. Bir kadın avukat, Çağlayan Adliyesi’nin 6. katındaki pencereden kendisini atmaya çalışan bir tutuklu gördüğünü aktarıyor.
Af Örgütü’nün Avrupa Direktörü John Dalhuisen ise “Türkiye şu anda anlaşılır biçimde kamusal güvenlikle ilgili endişeler taşıyor. Ancak işkence, kötü muamele ve keyfi tutuklamaya hiçbir gerekçe olamaz” şeklinde konuştu. Dalhuisen, Türk yetkilileri bu “nefret uyandırıcı” uygulamaları durdurmaya ve uluslararası gözlemcilerin gözaltı merkezlerine erişimine izin vermeye çağrıda bulundu.
İşkenceyi Önleme Komitesi, Türkiye raporunu hala yayınlamadı
Avrupa Konseyi genel sekreteri Thorbjorn Jagland’ın çağrısı üzerine Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen OHAL’le birlikte cezaevlerinde hak ihlalleri ve işkence iddialarını incelemek üzere Türkiye’yi ziyaret etti. Fakat henüz rapor yayınlanmadı. Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Strasbourg’u ziyareti sırasında, önceki raporlar gibi bu raporunda yayınlanmasını istediklerini söylese de ziyaretin üzerinden 3 ay geçmesine rağmen hala rapor yayınlanmadı. Raporun yayınlanmaması Türkiye’nin Avrupa konseyi üzerinde baskısı sonucu şeklinde yorumlanıyor.
Sonuç olarak 2016 yılında Dünya insan hakları günü kutlanırken Türkiye, tarihinin en büyük haksızlıklarıyla, insan hakları ihlalleriyle, ifade özgürlükleri kısıtlamalarıyla karşı karşıya. Ve bunu duyuracak gazeteciler ise hapishanelerde tutsak. Hak ihlallerini Türkiye’de sadece iktidara yakın kesim hissetmiyor onun dışında neredeyse tüm kesimler bu hukuksuzluklardan az ya da çok nasibini alıyor.
Özet olarak
- Dünya insan hakları gününde Türkiye’de 50.00O’e yakın insan tutuklu.
- 100.000’lerce insan sebepsiz yere işten atıldı, fişlendi.
- Binlerce hakim, savcı, polis, öğretmen, gazeteci, asker, polis, akademisyen, iş adamı milletvekili cezaevinde.
- Küçük, büyük yüzlerce şirketin mal varlığına çöküldü.
- Bağımsız yayın yapan gazeteler, televizyonlar, dergiler kapatıldı.
- İnsanların pasaportlarına el konuldu yurt dışına çıkışları yasak.
- Hapishaneler insanlık dışı muamele, işkence ve tecavüzler var…