Romanya Haber

Seyyid Kutup’tan Bugüne (2)

[Veysel Ayhan]

Bediüzzaman hazretleri geçiş durağı olan dünya için iki tür ‘ekin’den bahseder:
“Silsile-i Nübüvvetin bir şecere-i tûba-i ubûdiyyet hükmünde bulunan küre-i zemin bağındaki mübarek dalları: Kuvve-i akliye dalında Enbiya ve Mürselîn ve Evliya ve Sıddıkîn meyvelerini yetiştirdiği gibi…” diyerek nübüvvet’în meyvelerini işaret eder.
“O şecerenin (Küfür) kuvve-i gadabiye dalında; bîçâre beşerin başında küçük-büyük Nemrudlar,  Firavunlar, Şeddadlar meyvelerini yetiştirmiş.” diyerek diğer şer kutbunu işaret eder.
Eşyanın tabiatı bu. Yeryüzü her zaman diliminde bu iki tür ekini verecek. İstisnası yok.
“Enbiya ve Mürselîn ve Evliya ve Sıddıkîn” veya  “Nemrudlar,  Firavunlar, Şeddadlar”
Dünya var olduğu günden beri bu mücadele sürüyor. Ana konsept bu. Dünya gaye değil, bir seçme ve elenme güzergahı. Asıl varılacak yer değil. İnsanın, gerçek insan olmaya, kemâlata ve velayete yol alması için yaratılmış bir geçiş durağı. Hadiste dendiği gibi kısa bir imtihan süresi.  Dünyanın mutlak tanımı hadisi şerifte şudur: “Dünya ile benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terkedip giden yolcunun misali gibidir.” [Tirmizî, Zühd 44]
Bizlerin imtihanı ise bu iki uç, iki kutup arasında doğru yerde durabilmek, doğru kutba yönelebilmek.
KUTUP’UN BUGÜNE IŞIK TUTAN SÖZLERİ
Merhum müfessir Seyyid Kutup, İbrahim süresi 24,25,26. ayetlerin mealini şöyle verir: “Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. İğrenç söz de kökü yerden kesilmiş, dik duramayan acı meyvalı bir ağaca benzer.”
Ve ayetleri şöyle tefsir eder:
“Surenin atmosferinden, peygamberler ile onları yalanlayanların hikâyesinden, özelde de her iki grubun akıbetinden alınmış bir sahnedir. Burada peygamberlik ağacı ve bu ağaca yansımış peygamberlerin babası Hz. İbrahim’in gölgesi net bir şekilde görülmektedir. Bu ağaç her dönemde güzel ve tatlı meyveleri vermektedir… Peygamberlerden biridir bu meyve… İman, iyilik ve canlılık meyvesini vermektedir…
BİTME, YOK OLMA TEHLİKESİ
Hiç kuşkusuz güzel söz -yani gerçek söz- tıpkı güzel bir ağaç gibidir. Sağlam, görkemli ve bol meyvelidir. Sağlamdır, kasırgalar ne kadar amansız olurlarsa olsunlar onu yerinden sökemez. Batıl rüzgârları onu sarsamaz. Tağutların balyozları onu etkilemez. Kimi dönemlerde bazılarınca yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zannedilse bile sağlamdır, uludur. Kötülükten, zulümden ve azgınlıktan hep yüksektir. Kimi zamanlar onun batıl tarafından yerinden sökülüp boşluğa atıldığı sanılsa bile meyvesini vermeye devam eder. Bu ağaç ve meyveleri hiç eksik olmaz. Çünkü bu ağacın tohumları gün geçtikçe artan ruhlarda yeşermektedir.
ALLAH ZALİMLERİ SAPTIRIR
Aynı şekilde iğrenç söz -yani batıl söz- tıpkı iğrenç bir ağaç gibidir. Kabarır, yükselir, dal-budak salar. Bu yüzden bazı insanlar onun güzel ağaçtan daha iri, daha güçlü olduğunu sanabilirler. Hatta toprağın dışındadır. Onun bu görkemi geçici bir süre içindir, sonra tekrar yere yıkılacaktır. Sağlamlığı, kalıcılığı sözkonusu değildir. Toprağın üstünde dik duramayan, sağlamlığı ve dayanıklılığı sözkonusu olmayan iğrenç ağacın gölgesinde… ‘Allah zalimleri ise saptırır.’ İfadelerin ve anlamların gölgeleri ayetin akışı içinde birbirleriyle bir ahenk oluşturmaktadırlar… Zulmedeni, aydınlığı görmezlikten geleni, arzu ve hevesine uyanı sapıklığa, bataklığa ve bedbahtlığa mahkûm eden değişmez yasası uyarınca onları saptırır…”
EFENDİMİZİN (SAV) İFTİHAR EDECEĞİ BİR MAHSUL…
“Evliya ve Sıddıkîn” olacaksa  “Nemrudlar,  Firavunlar” da olacak. Bu nedenle de zulüm her dönem mukadder. Zâlim zulüm yapmak için birilerinin hata yapmasını beklemez. Hataların muhasebesi yapılmalı. Yanlışlardan ders alınmalı. Ama atfı cürmlerde bulunmak, “sen şu hatayı yaptın” “siz bu günahı işlediniz” demek boş ve gereksiz. Terbiye süreci böylesine önemli bir gereklilik ve lütufsa buna neyin sebep olduğunun bir önemi yok. Belki o hatalar yapılmasa da böyle ağır bir terbiyeden geçmek gerekiyordu. Efendimizin(sav) iftihar edeceği bir “mahsul / ekin” elde edilmesi için bu ağır potalardan geçilmesi şart.
Ekinler yeşilken mahsul alınmaz. Rüzgârla, kasırgayla, borayla savrulmadan başaklar çer-çöpten, buğdaylar samandan ayıklanmaz. Değirmen taşlarından geçmeden, yoğrulmadan, mayalanmadan, sabırla beklemeden ve sonra fırınlarda pişmeden bugdaydan ekmek olmaz.
Allah bu “mahsul” ve “ekin”i öyle seviyor ki 7’den 70’e hatta 90’a kadar Rububiyetiyle terbiye ediyor, cüzi irademize bırakmadan insani kemalâta yükseltiyor, sahabiye ve mukarrebine yaşattığı çile ve ıstıraplarla taziz ediyor, onurlandırıyor. Bundan daha büyük bir şeref olabilir mi? Bundan daha büyük bir sevinç olabilir mi? Geri kalan her söz boş ve anlamsız.