[Mehmet Yıldız]
‘Başkanlığın kapısı 15 Temmuz gecesi açılmıştır.’ diyen Binali yıldırım aslında farkında olmadan bir şeyi ağzından kaçırmış oldu. Bütün olan bitenler aylardır bir türlü ikna edemediği kamuoyuna ‘başkanlık’ sistemini kabul ettirmek içinmiş meğer! Belli ki, darbe girişimin çok önceden öğrenen Erdoğan ve çevresi, krizi fırsata çevirerek 16 Temmuz günü asıl darbeyi yapmış, olağan dönemde asla yapamayacağı birçok icraatı OHAL KHK’larıyla kolayca uygulamaya sokuvermiş. Ülke o gün bugündür zaten fiilen ‘Tek Adam’ sistemiyle yönetiliyor.
Bildiğiniz gibi 20.07.2016 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01:00’dan itibaren doksan (90) gün süreyle olağanüstü hal ilan edildi ve bu OHAL, sonrasında 3 ay daha uzatıldı. Aslında 15-16 Temmuz’dan sonrası için OHAL’ in ilanını ve devamını gerektiren, ülke genelinde rutin asayiş olayları dışında kamu düzenini bozan ve darbe teşebbüsü ile irtibatlandırılabilecek hiçbir karışıklık, karmaşa, kalkışma, şiddet ve yaygın şiddet olayı yaşanmadı. Hatta ‘ikinci darbe’ söylentileri, Başbakan ve askerler tarafından birkaç kez yalanlandı. Buna rağmen OHAL uzatıldı. Öyle anlaşılıyor ki, uzatmanın darbe teşebbüsü ile alakası yok, amaç meclisi bypass ederek yasal düzenleme yapmak.
29 Ekim resmi tatil olduğu için Resmi Gazete yayınlanmaz normalde ama 675 ve 676 sayılı KHK’lar için yayınlanmıştır. Milletin Cumhuriyet Bayramında bu KHK’ların yayınlanması ayrıca manidardır.
Son KHK’lar ne gibi düzenlemeler getiriyor?
1) Avukat seçme ve adil yargılama hakkı ihlal edilecek
676 sayılı KHK’nın 2-a/b maddesi gereğince kovuşturma aşamasında müdafilikten el çektirme soruşturma aşamasına alınmış. Bu bir anlamda şüpheli ve sanığın müdafi seçme hakkına müdahale demektir. Çok basit bir şikâyet ile hakkında soruşturma açtırılan müdafiin soruşturmadan el çektirilmesi mümkün olacaktır. Aynı zamanda bu düzenleme AİHS 6/c’de düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlaline kapı açmaktadır.
676 sayılı KHK’ nın 3 maddesinde “gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmi dört saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz.” maddesinin niçin düzenlendiği anlaşılamamakta. Zira bu düzenleme gözaltında işkenceye davetiye niteliğindedir. İfade almadan gözaltında tutulmanın ve hiçbir işlem yapmamanın hukuki bir tarafı da olamaz. Müdafii ile görüştürülmemesi AİHS 6/c’de düzenlenen adil yargılanma hakkının da ihlali demektir.
2) Yargılamaya avukatsız devam edilebilecek
676 sayılı KHK’nın 5. maddesi ile avukatsız duruşma yapma düzenlemesi getirilmiştir. Bu konjonktürde tamamen siyasi iradenin güdümünde hareket eden yargı mensuplarının adaletsiz yargılamasına karşı, müdafilerin zaman zaman duruşmayı terk etmesi etkisiz hale getirilmiştir. Bununla birlikte duruşmaya devam edilmesi ayrı bir faciadır. Olması gereken sanığa yeni bir müdafi hakkı tanınmasıdır. Bunun yapılmayarak müdafiin hareketi için sanığın cezalandırılması ayrı bir garabettir.
3) Savunma hakkı ve avukat seçme hakkı ağır saldırıya uğramıştır
676 sayılı KHK’nın 6. maddesi ile müdafiin hükümlü müvekkili görüşmesinin kayda alınması, görüşmelerin kısıtlanması, belgelere el konulması, hükümlü ile müdafiin görüşmesinin 6 ay süre ile yasaklanması ve müdafiin hükümlünün isteği dışında değiştirilmesi savunma hakkına ve avukat seçme hakkına ağır saldırıdır.
4) Bir Cumhuriyet Bayramında 10 bin 130 kişi meslekten atılmıştır
Aynı gün yayınlanan 675 sayılı KHK ile değişik mesleklerden 10.130 kişi mesleğinden ihraç edilmiştir. Öyle ki ihraç edilenlerin içinde sıvacı ve garson vardır. Bu bile ihraç vahşetinin hangi noktaya geldiğini, medyanın da buna çanak tutarak ihraç edilen kişi sayısını değil de iade edilen 74 kişiyi haber yapması, ülkemizde diktatörlüğün geldiği noktayı göstermektedir.
5) Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim biçimi değiştirilmiştir
Ülkemize başkanlık siteminin gelmesine gerek yok. Zaten her istediğini kural, yasa, anayasa tanımadan yapan bir kral, pardon Cumhurbaşkanımız var. Tek eksiğimiz idam cezası. O da geldiğinde her şey tastamam olacaktır. Şu ana kadar ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı bir şekilde yaklaşık 110.000 kişi mesleğinden çıkarılmış. Bu durumun izah edilebilir bir tarafı yok. Bu kadar kişinin suç işleme ve darbe kastı olsa zaten darbe gerçekleşirdi. Bu durum ‘Allah’ın lütfu’ olan ve ‘başkanlık yolunu açan darbenin’ gerçekten kimin tarafından organize edildiğinin sorgulanması gerektiğini göstermektedir. (TR724)
Bildiğiniz gibi 20.07.2016 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01:00’dan itibaren doksan (90) gün süreyle olağanüstü hal ilan edildi ve bu OHAL, sonrasında 3 ay daha uzatıldı. Aslında 15-16 Temmuz’dan sonrası için OHAL’ in ilanını ve devamını gerektiren, ülke genelinde rutin asayiş olayları dışında kamu düzenini bozan ve darbe teşebbüsü ile irtibatlandırılabilecek hiçbir karışıklık, karmaşa, kalkışma, şiddet ve yaygın şiddet olayı yaşanmadı. Hatta ‘ikinci darbe’ söylentileri, Başbakan ve askerler tarafından birkaç kez yalanlandı. Buna rağmen OHAL uzatıldı. Öyle anlaşılıyor ki, uzatmanın darbe teşebbüsü ile alakası yok, amaç meclisi bypass ederek yasal düzenleme yapmak.
29 Ekim resmi tatil olduğu için Resmi Gazete yayınlanmaz normalde ama 675 ve 676 sayılı KHK’lar için yayınlanmıştır. Milletin Cumhuriyet Bayramında bu KHK’ların yayınlanması ayrıca manidardır.
Son KHK’lar ne gibi düzenlemeler getiriyor?
1) Avukat seçme ve adil yargılama hakkı ihlal edilecek
676 sayılı KHK’nın 2-a/b maddesi gereğince kovuşturma aşamasında müdafilikten el çektirme soruşturma aşamasına alınmış. Bu bir anlamda şüpheli ve sanığın müdafi seçme hakkına müdahale demektir. Çok basit bir şikâyet ile hakkında soruşturma açtırılan müdafiin soruşturmadan el çektirilmesi mümkün olacaktır. Aynı zamanda bu düzenleme AİHS 6/c’de düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlaline kapı açmaktadır.
676 sayılı KHK’ nın 3 maddesinde “gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmi dört saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz.” maddesinin niçin düzenlendiği anlaşılamamakta. Zira bu düzenleme gözaltında işkenceye davetiye niteliğindedir. İfade almadan gözaltında tutulmanın ve hiçbir işlem yapmamanın hukuki bir tarafı da olamaz. Müdafii ile görüştürülmemesi AİHS 6/c’de düzenlenen adil yargılanma hakkının da ihlali demektir.
2) Yargılamaya avukatsız devam edilebilecek
676 sayılı KHK’nın 5. maddesi ile avukatsız duruşma yapma düzenlemesi getirilmiştir. Bu konjonktürde tamamen siyasi iradenin güdümünde hareket eden yargı mensuplarının adaletsiz yargılamasına karşı, müdafilerin zaman zaman duruşmayı terk etmesi etkisiz hale getirilmiştir. Bununla birlikte duruşmaya devam edilmesi ayrı bir faciadır. Olması gereken sanığa yeni bir müdafi hakkı tanınmasıdır. Bunun yapılmayarak müdafiin hareketi için sanığın cezalandırılması ayrı bir garabettir.
3) Savunma hakkı ve avukat seçme hakkı ağır saldırıya uğramıştır
676 sayılı KHK’nın 6. maddesi ile müdafiin hükümlü müvekkili görüşmesinin kayda alınması, görüşmelerin kısıtlanması, belgelere el konulması, hükümlü ile müdafiin görüşmesinin 6 ay süre ile yasaklanması ve müdafiin hükümlünün isteği dışında değiştirilmesi savunma hakkına ve avukat seçme hakkına ağır saldırıdır.
4) Bir Cumhuriyet Bayramında 10 bin 130 kişi meslekten atılmıştır
Aynı gün yayınlanan 675 sayılı KHK ile değişik mesleklerden 10.130 kişi mesleğinden ihraç edilmiştir. Öyle ki ihraç edilenlerin içinde sıvacı ve garson vardır. Bu bile ihraç vahşetinin hangi noktaya geldiğini, medyanın da buna çanak tutarak ihraç edilen kişi sayısını değil de iade edilen 74 kişiyi haber yapması, ülkemizde diktatörlüğün geldiği noktayı göstermektedir.
5) Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim biçimi değiştirilmiştir
Ülkemize başkanlık siteminin gelmesine gerek yok. Zaten her istediğini kural, yasa, anayasa tanımadan yapan bir kral, pardon Cumhurbaşkanımız var. Tek eksiğimiz idam cezası. O da geldiğinde her şey tastamam olacaktır. Şu ana kadar ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı bir şekilde yaklaşık 110.000 kişi mesleğinden çıkarılmış. Bu durumun izah edilebilir bir tarafı yok. Bu kadar kişinin suç işleme ve darbe kastı olsa zaten darbe gerçekleşirdi. Bu durum ‘Allah’ın lütfu’ olan ve ‘başkanlık yolunu açan darbenin’ gerçekten kimin tarafından organize edildiğinin sorgulanması gerektiğini göstermektedir. (TR724)