[Tarık Toros]
Ülkede darbe oldu. Geçen bakıyoruz, garsonu, sıvacıyı bile “darbecilikten” atmışlar. Genelkurmay Başkanı görevde, komutanlar görevde, MİT müsteşarı görevde, hükümet işinin başında… Fatura, sıvacıya garsona kesildi.
“Artık otobüs duraklarını bile halka soracağız” diye söz verdiler, dünya ile makasın daha da açılması pahasına “saat ayarını” sormadan sabitlediler. Gelecek ay şikâyetler başlar, hoş yazacak medya kalmadı.
Kalan mevkuteler, “Kürt siyasetçiler tutuklandı meydanlar boş kaldı” diye sıkılmadan haber yapıyor. İnternet kesilmiş, medya kapanmış, iletişim bloke edilmiş, giden yaka paça tutuklanıyor, bahseden yok!
Tıpkı, “Hadi referanduma gidelim, halka soralım, niye korkuyorsunuz” deme sersemliği gibi. Halka bu koşullarda gitsen ne olacak, gitmesen ne olacak?
Seçmen, vereceği oyun renginden dolayı çıkışta fişlenmeyeceğinden emin mi, acaba?
Cumhuriyet bayramını geçen sene İPEK MEDYA baskınından beri kutlayamıyorum. Hafta sonu bakıyorsunuz, sadece TV ekranlarının köşesindeki bayraklı logoya indirgenmiş… Cumhuriyetin tüm kazanımları lime lime edilirken, balolardan “sevinç” kareleri Twitter’a düşüyor. Aynı dakikalarda on binlerce insan daha kıyılıyor, akademisyen, yargıç, gazeteci, sıvacı, garson!
Tuhaflık her yerde; Atatürk Cumhuriyetinde taş taş üzerinde bırakılmazken… Bir duvardan Atatürk tablosu indirildi diye ortalık ayağa kalkıyor!
Kürt siyasetçilerin tutuklanmasının şoku atlatılamadan Cumhuriyet gazetesinin tepe kadrosunu, yazarlarını gözaltına aldılar. Umarım İstanbul Barosu, “Savunmayacağız, aptal mıyız” demez, avukat yollar.
Ne çare, artık o fasıl da bitti. Emniyete, mahkemeye, cezaevine ne gidebilen var, ne de gidip dönebilen! Baro avukatları anca kendi lokallerinde okeye dönebilirler.
Cumhuriyet gazetesine koşan siyasetçilerin ilk demeci, “Susturmalarına izin vermeyeceğiz!”
Peki, bu nasıl olacak?
Cevabı yok.
Basıldığında desteğe gidecek medya kalmadı gibi bir şey.
Parlamento, devre dışı.
Bakanlar Kurulu, altına imza attığı kararları okumuyor bile.
Partiler, teker teker düşürülüyor.
Yargı, sizlere ömür.
Emniyet de bu rejimin kolluk gücü!
Egemenler, devletin dağıttığı basın kartlarını iptal edip, “Tutuklu gazeteciler arasında sadece ikisinin basın kartı var” aymazlığı içinde!
Tüm bunlar gün yüzü gibi ortadayken… Yarın, o siyasiler hiçbir hükmü kalmamış Meclis’e gidecek, gazeteciler ceplerindeki kartın son kullanma tarihi dolana kadar sesini çıkarmayacak.
Demokrasi, matematik değildir. Yüzde 50’nin karşısında yüzde 50 yoktur. Olsaydı, 7 Haziran’da 40’ın karşısındaki 60’ın dediği olurdu.
Muhalif blok parçalı ve birbirine düşman olduğu müddetçe, değil 40’a 60, yüzde 30 bile yüzde 70’ten büyüktür!
Türk halkı, sürecin sonunda bağımsız medyanın ne demek olduğunu anlayacak. Yara bere içinde kalacak belki ama anca o zaman kafasına dank edecek!
Dostoyevski demiş ki, “Şu anda aklı başında davranmak sonradan aklı başına gelmekten iyidir.”
Gerçi kime anlatıyorsun!
Fuzuli misal; “Ne senden rüku artık ne de benden kıyam. Bundan sonra selamün aleyküm aleyküm selam.”
İçerideki gazeteci arkadaşlarım, tanıdıklarım, dostlarım için üzgünüm. Onları yaşlı gözlerle demir parmaklıkların ardında bekleyen yüzbinler için kalbim paramparça.
Bırak okumayı, yazmayı… İfade edilmeyen “düşünce” dahi suç! Kanaatle işlem yapılıyor.
Bunu dile getirenlere bile muazzam bir hazımsızlık var: “Şurada görüldü, burada görüldü…”
Bu yazıyı kaleme alırken eşim fotoğrafımı çekti, siz zahmet buyurmayın “resimaltı”nı ben vereyim: En son makale yazarken görüldü, dersiniz.
İftihar ederim.
“Artık otobüs duraklarını bile halka soracağız” diye söz verdiler, dünya ile makasın daha da açılması pahasına “saat ayarını” sormadan sabitlediler. Gelecek ay şikâyetler başlar, hoş yazacak medya kalmadı.
Kalan mevkuteler, “Kürt siyasetçiler tutuklandı meydanlar boş kaldı” diye sıkılmadan haber yapıyor. İnternet kesilmiş, medya kapanmış, iletişim bloke edilmiş, giden yaka paça tutuklanıyor, bahseden yok!
Tıpkı, “Hadi referanduma gidelim, halka soralım, niye korkuyorsunuz” deme sersemliği gibi. Halka bu koşullarda gitsen ne olacak, gitmesen ne olacak?
Seçmen, vereceği oyun renginden dolayı çıkışta fişlenmeyeceğinden emin mi, acaba?
Cumhuriyet bayramını geçen sene İPEK MEDYA baskınından beri kutlayamıyorum. Hafta sonu bakıyorsunuz, sadece TV ekranlarının köşesindeki bayraklı logoya indirgenmiş… Cumhuriyetin tüm kazanımları lime lime edilirken, balolardan “sevinç” kareleri Twitter’a düşüyor. Aynı dakikalarda on binlerce insan daha kıyılıyor, akademisyen, yargıç, gazeteci, sıvacı, garson!
Tuhaflık her yerde; Atatürk Cumhuriyetinde taş taş üzerinde bırakılmazken… Bir duvardan Atatürk tablosu indirildi diye ortalık ayağa kalkıyor!
Kürt siyasetçilerin tutuklanmasının şoku atlatılamadan Cumhuriyet gazetesinin tepe kadrosunu, yazarlarını gözaltına aldılar. Umarım İstanbul Barosu, “Savunmayacağız, aptal mıyız” demez, avukat yollar.
Ne çare, artık o fasıl da bitti. Emniyete, mahkemeye, cezaevine ne gidebilen var, ne de gidip dönebilen! Baro avukatları anca kendi lokallerinde okeye dönebilirler.
Cumhuriyet gazetesine koşan siyasetçilerin ilk demeci, “Susturmalarına izin vermeyeceğiz!”
Peki, bu nasıl olacak?
Cevabı yok.
Basıldığında desteğe gidecek medya kalmadı gibi bir şey.
Parlamento, devre dışı.
Bakanlar Kurulu, altına imza attığı kararları okumuyor bile.
Partiler, teker teker düşürülüyor.
Yargı, sizlere ömür.
Emniyet de bu rejimin kolluk gücü!
Egemenler, devletin dağıttığı basın kartlarını iptal edip, “Tutuklu gazeteciler arasında sadece ikisinin basın kartı var” aymazlığı içinde!
Tüm bunlar gün yüzü gibi ortadayken… Yarın, o siyasiler hiçbir hükmü kalmamış Meclis’e gidecek, gazeteciler ceplerindeki kartın son kullanma tarihi dolana kadar sesini çıkarmayacak.
Demokrasi, matematik değildir. Yüzde 50’nin karşısında yüzde 50 yoktur. Olsaydı, 7 Haziran’da 40’ın karşısındaki 60’ın dediği olurdu.
Muhalif blok parçalı ve birbirine düşman olduğu müddetçe, değil 40’a 60, yüzde 30 bile yüzde 70’ten büyüktür!
Türk halkı, sürecin sonunda bağımsız medyanın ne demek olduğunu anlayacak. Yara bere içinde kalacak belki ama anca o zaman kafasına dank edecek!
Dostoyevski demiş ki, “Şu anda aklı başında davranmak sonradan aklı başına gelmekten iyidir.”
Gerçi kime anlatıyorsun!
Fuzuli misal; “Ne senden rüku artık ne de benden kıyam. Bundan sonra selamün aleyküm aleyküm selam.”
İçerideki gazeteci arkadaşlarım, tanıdıklarım, dostlarım için üzgünüm. Onları yaşlı gözlerle demir parmaklıkların ardında bekleyen yüzbinler için kalbim paramparça.
Bırak okumayı, yazmayı… İfade edilmeyen “düşünce” dahi suç! Kanaatle işlem yapılıyor.
Bunu dile getirenlere bile muazzam bir hazımsızlık var: “Şurada görüldü, burada görüldü…”
Bu yazıyı kaleme alırken eşim fotoğrafımı çekti, siz zahmet buyurmayın “resimaltı”nı ben vereyim: En son makale yazarken görüldü, dersiniz.
İftihar ederim.