American Enterprise Institute’e yazan Michael Rubin, Türk basınının içinde olduğu vahim durumu ortaya koyabilmek için “Türk gazetecilerin soramadığı 12 soru” diye bir makale kaleme almış. Sorulamayan üçüncü soru “Darbe girişimin arkasında farklı bir hikâye var mı?” sorusu. Rubin’e göre darbeye katılan bazı subayların Gülen’den çok Erdoğan’a yakın oldukları gerçeği, veya Erdoğan’ın o gün 17:00 ila gece 1:30 arasında nerede olduğu konusunun hala netlik kazanamamış olması, ve tabi o gece öldürülen sivillerin çoğunun kimler tarafından öldürüldüğü henüz sorgulanamamış durumda.
Soru sorunca FETÖ’cü deniliyor
Aslında böyle zor sorular hiç sorulmuyor değil. Ama sorulduğunda, ya Bahçeli’nin ANKA muhabirine dediği gibi, “Siz zaten böyle bir soru sorarsınız. Karıştırıcısınız!” cevabı alınıyor; veya El-Cezire muhabirine Bakan Mehmet Şimşek’in dediği gibi, “Besbelli Gülen’in gazetelerini okuyorsunuz,” cevabı. Daha acısı, ertesi gün sarayın kadrolu ve gönüllü sözde-gazetecileri bu meslektaşlarını ‘FETÖ propagandası yapmakla’ itham ediyor ve sözgelimi Bahçeli’nin edep yoksunu cevabını “FETÖ sorusuna tokat gibi cevap!” başlığıyla verebiliyorlar. Vahamet orada bitmiyor; bir önceki gün mağdur olan gazeteci, ertesi gün, “Aman FETÖ’ye vurayım da başım daha fazla belaya girmesin; bize bu şartlarda namus falan lazım değil,” refleksi gösterip, “FETÖ’yle alakamız yok,” açıklaması yapıyor, veya “Biz aslında FETÖ soruşturmasına destek vermiştik,” lafazanlığına soyunuyor.
Sözüm Hürriyet’in ByLock haberini yapan İsmail Saymaz’a: Yaptığın iş bir gazetecilik başarısı ve fakat sen bunu gazetecilik için değil, FETÖ soruşturmasına destek vermek için yaptığını söyleyerek hem kendini rezil ediyorsun, hem haberinin değerini tüketiyorsun…
Can Ataklı’nın sorularının cevabı var mı?
Bakalım Can Ataklı geçen gün Sözcü’de yayınladığı “Erdoğan o gece Marmaris’ten mi geldi?” makalesinden pişmanlık duyup, “Ben aslında Erdoğan’ın ne kadar büyük bir lider olduğunun anlaşılmasını sağlamaya çalışıyordum,” diyecek mi? Zira Ataklı’nın sorduğu cesur sorular, sadece “Erdoğan sanıldığı kadar büyük bir kahramanlık yapmış olmayabilir,” sonucunu çıkarmıyor; darbenin çok daha erken bir saatte engellenmiş olabileceğini ve fakat (aynıyla aktarıyorum), “bu durumda darbe girişimi konusunda halkı inandırmak zorlaşabilirdi. Bu nedenle küçük bir grubu tahrik ederek sokağa salmış ve bunu da halk eliyle bastırmış” olabileceğini tekraren söylüyor. Ataklı bu iddiasının şu anlama da geldiğini anlayamayacak biri değil: Aslında hiç kan akıtılmadan darbe bastırılmıştı. Fakat Erdoğan, darbeye kalkışma suçunu yeterli bulmadığından, darbecilerin sivilleri öldürmesi sonucunu verebilecek bir çağrıda bulunarak halkı askerlerle çatışmaya teşvik etti.
Şimdi soruyorum: O gece şehit olan 241 insanın kanı kimin elinde?
Polisin Ankara garı saldırısıyla alakalı ihbar geldiği halde hiçbir tedbir almamış olduğu iddiası bir vahim ise, bu iddia bin kat daha vahimdir. Zira burada devlet halkını korumamış veya koruyamamış değil, bilerek, isteyerek, taammüden ölmeye göndermiştir.
ByLock’u yeniden ısıtacağız derken
İsmail Saymaz’ın ByLock’un sahibi olduğu iddia edilen David Keynes’le yaptığı röportaj, ByLock’un 16 Ocak 2016 tarihinden itibaren kullanılmadığını ortaya koyunca, Cem Küçük’ün ifade ettiği üzere çok kızmış olan MİT karşı haber atağına geçmiş görünüyor. Dün, Sabah gazetesinde çıkan iki haber ‘Darbecilerle aynı iletişim yazılımını kullanan herkes darbecidir’ mantıksız-mantığının delili olan ByLock’u kurtarmaya yönelikti. Haberlerden biri darbenin tarihinin ta 11 Ocak’ta ByLock’tan örgütün ağabeyleri tarafından verildiğini iddia ediyordu, diğeri ise ByLock’un darbe günü ve sonrasında da kullanıldığını.
Ben de gazeteci merakı ile soruyorum: ByLock’u MİT tam olarak hangi tarihte kırmış? Her örgüte sızmış olan, KCK örneğinde gördüğümüz üzere örgütlerin silahlı unsurlarında dahi yer alan MİT, Cemaate sadece ByLock’u kırarak mı sızmış? ByLock kullanıcıları arasında bir taraftan Cemaat üyesi gibi görünürken, diğer taraftan MİT’e bilgi sızdıran hiç kimse yok muymuş? Yoksa yazıklar olsun böyle MİT’e! Varsa, darbenin tarihini 11 Ocak 2016’dan bu yana bilen MİT, buna engel olmak için ne yapmış? Yoksa onlar da 15 Temmuz gecesi devletin zirvesinin yaptığı gibi, “Hele bekleyelim, suçu bir işlesinler, ondan sonra tepelerine bineriz” mi yapmışlar?
16 Temmuz sabahı başlayan sivil darbe
Bu sorulara net ve tatmin edici cevaplar verilmediği müddetçe darbe gecesi Başkanlık Sarayı’nın yakınlarını ve TBMM’yi bombalayan pilotların bu talimatı gece yarısından önce bastırıldığı anlaşılan birinci darbenin komutanlarından mı aldığını, yoksa gece yarısından sonra başlayan ikinci darbenin bir numarasından mı aldığını sorgulamanın sırası gelmeyecek. 16 Temmuz sabahı başlayan sivil darbenin dikta atmosferinde olduğumuz müddetçe bu sorular cevapsız kalacaklar…
Sorulamayan ve cevaplanamayan daha o kadar çok soru var ki…