Romanya Haber

Popülizm Neden Bu kadar Başarılı?

[KEMAL AY]

Kolombiya’daki barış anlaşmasına referandumda halkın ‘hayır’ demesi, bir kez daha “demokrasi” kavramını tartışmaya açtı. “Acaba her konuyu halka sormasak mı?” diyenlerin sayısı artıyor. İngiltere’deki Brexit, ABD’de Trump’ın başkan olma ihtimalinin hayli yüksek olması, Avrupa genelinde yükselen popülist politikacılar, Macaristan, Polonya ve Türkiye’de illiberal demokrasinin hâkimiyeti, birçoklarını hayal kırıklığına uğratmış durumda.
Popülist siyasetin yükselişi
Bu konuları soğukkanlı bir biçimde değerlendiren az sayıdaki akademisyenden birisi de, Hollandalı araştırmacı Cas Mudde. Avrupa’da radikal sağın yükselişi ve popülizm alanında çalışmalarını yürüten Mudde’ye göre popülizmin bu kadar başarılı olmasının 5 sebebi var.
Bunların ilki, gerçekten önemli meselelerin elitler (gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler…) tarafından dile getirilmemesi. “Sokağın gerçek gündemi” denilen ve demokrasi, haklar ve özgürlükler konuşulurken pek de dikkate alınmayan meseleler, halkla elitler arasına ciddi bir bariyer çekmiş durumda. Avrupa’da bu, uzunca bir süre için göçmen meselesiydi. Mudde’ye göre Avrupa’daki yerleşik merkez partiler göçmen problemini hiç gündeme taşımamıştı ama vatandaşların çok sık karşılaştıkları bir meseleydi bu.
Saf halk, yozlaşmış elitlere karşı!
İkinci sebep, yukarıda sayılan elitlerin “hep aynı” olarak algılanması. Herhangi bir kesimi, “bunlar hep aynı!” cenderesine koyduğunuz andan itibaren, oradan “iyi” bir şey çıkacağına dair umudu yok etmiş oluyorsunuz. Popülistler de, halkın gözündeki “halkı düşünmeyen elitler” algısını sömürerek, kendilerine yer açıyor. Buna karşılık anti-popülist yaklaşımlar da, halkı “aynı” görme hatasına düşüyor.
Üçüncü sebep, insanların daha “etkili” olduklarını hissetmeleri. Bu aslında pozitif bir gelişme. Ancak mesela Türkiye’de insanlar sosyal medya üzerinden daha “etkin” olduklarını düşündükleri andan itibaren, daha keskin görüşlere sahip oluyor. Bu da popülizmin faydalandığı durumlardan. Buna bağlı dördüncü sebep de, popülist siyasî aktörlerin daha “çekici” olması. Karizmatik etki de diyebilirsiniz buna.
Ve beşinci sebep olarak Cas Mudde, özel medya sektörünün “pazarlama tekniği” açısından popülist söylemlere pozitif ya da negatif anlamda daha çok ilgi duymasını sayıyor. ABD’de Başkan Obama, medyayı Trump haberlerine çok iştahla yaklaşmakla suçlamıştı sözgelimi. Türkiye’de de popülist söylemler, dalga geçmek için dâhi olsa medyada yer aldıkça, kazancını arttırıyor.
Kutuplaşmadan en çok kim faydalanır?
Peki bu başarı, yani popülist söylemlerin sandıkta kazanmasının sonucu olarak demokrasiler neye dönüşüyor? Cas Mudde’nin 5 sonucu da şöyle:
Popülist tartışmalar (1) bazı konuların yeniden politikleşmesine yol açıyor. Mesela AB’nin yasaları gereği idam cezası koymak mümkün değil ancak popülist politikacı idamı yeniden tartışmaya açarak toplumu AB’den uzaklaştırabiliyor.
Bununla birlikte (2) politik tartışmalar kutuplaştırıyor. Mudde’ye göre popülist bir söylemin merkezinde “halkın saf ve haklı bir kitle olduğu, elitlerin ise tamamen yozlaştığı” fikri yatıyor. Yani saf bir kesimle, yozlaşmış bir kesim arasında “uzlaşma” kültürü kayboluyor. Buna karşılık anti-popülist partiler de marjinalleşmeye açık hâle geliyor.
İlk darbe hukuka ve medyaya
(3) Referandumlar, fırsatçı amaçlar için kullanılıyor. Çoğu zaman toplumu mobilize etmek ve popülist fikirleri yeşertmek için referanduma ya da seçime gidiliyor. Bu da, kutuplaşmayı ve toplumsal gerilimi arttırıyor. Yunanistan’da SYRİZA’nın AB’den gelen ekonomik reçeteyi referanduma götürüp sonucunu uygulamaması ve Türkiye’de 12 Eylül 2010 referandumunun tamamen geri döndürülmesi gibi…
Mudde’ye göre, popülist yönetimler (4) çoğunlukçuluk karşısında azınlıkların haklarını koruyan kurumları zayıflatırlar. Bu noktada en önemli iki kurum yargı ve medyadır. “Seçilmemiş olan beş tane yargıç bizim geleceğimize karar veremez!” söylemi kulağa hoş geliyor. Ya da “medyanın sandıkta bedel ödemediği” gibi haklı görünen itirazlar karşılık buluyor. Ancak sansürle, otosansürle, tehditle ya da yapıyı değiştirerek zayıflatılan bu kurumlar, çoğunluğun tahakkümünü hayata geçirir.
Nihayet, (5) popülist yönetimlerin ülkede başardığı şey yavaşça bir “illiberal demokrasi”ye geçiş oluyor.
Ders çıkarmak mümkün mü?
Cas Mudde gibi uzmanlar, popülizmin “iyileştirici” etkisi olabileceği kanaatinde. Liberal demokrasilerin yanlışlarının daha iyi görünmesini sağlıyor zira. Bazı yorumcular da, mesela Die Zeit’ın politika editörü Jochen Bittner, liberal demokrasilerin komünizm ve sosyalizmden ders çıkardığı gibi, illiberal demokrasilerden de ders çıkarabileceğini düşünüyor.
Tabi teorik tartışmalar nihayetinde yeni çözümler sunacaktır ancak illiberal demokrasilerin geçerli olduğu ülkelerde toplumsal, kültürel ve ekonomik çöküntüler yaşandığını da görmek ve buna yönelik önlemler almak gerekir.
NOT: Yukarıdaki karikatürde öğretmen, “Demokrasi nedir?” diye soruyor. Aldığı cevapsa manidar: “Demokrasi, kendi diktatörümüzü seçme özgürlüğüdür.”
(TR724)