15 Temmuz darbe girişimi sonrasında çıkarılan KHK ile ihraç edilen akademisyenlerden Prof.Dr. Nilay Etiler, akademisyenlerin Koceli’nde kurduğu Dayanışma Akademesi açılışından yola çıkarak antidemokratik uygulamalara ses çıkartmayan, suç ortağı olan vatandaşların psikolojisini yazdı.
Kocaeli Dayanışma Akademisi açılışında konuşan akademisyen Ruhi Demiray’ın yazısından alıntı yapan Etiler, Hitler Almanyası’nda Yahudileri toplama kamplarına götüren Karl Adolf Eichmanndiye’nin İsrail’de yargılamasından yola çıkarak yaşananları yazdı. Türkiye’de iktidarın OHAL koşullarıyla yaptığı hukuksuzlukları şöyle tanımladı: “15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin hali şöyle görünüyor: 15 Temmuz öncesinde biriktirilen ne kadar nefret, hukuksuzluk, antidemokratik uygulama varsa OHAL koşulları ile sel olmuş ve Türkiye toplumunun üzerinden geçiyor. Ne varsa önüne katıyor! Bu selin karşısında durmak zor ama imkansız değil elbette. (…)
‘Kötülüğü gerçekleştiren şey şeytani ve canavar ruhlar değil, sıradan insanlardır. İçinde yaşadığımız dünyanın insani sorunlarına ve felaketlerine duyarsız kaldığımızda, hiçbir şey yapmadığımızda aslında kötülüğe katılmış oluyoruz. Bize dayatılan sahte gerçekliği sorgulamadan kabul ettiğimizde, onu kanıksadığımızda ve duyarsız kalarak ona biat ettiğimize biz de kötü oluyoruz.’ Dolayısıyla ancak iyi olmak için çaba gösterdiğimizde iyiliğe yaklaşabiliriz. Öncelikle gerçek ve doğru olanı bulmak için çaba göstermeliyiz.”
Prof.Dr. Nilay Etiler’in Evrensel gazetesinde yayınlanan yazısı şöyle:
Kötülüğün sıradanlığı ve iyilik
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin hali şöyle görünüyor: 15 Temmuz öncesinde biriktirilen ne kadar nefret, hukuksuzluk, antidemokratik uygulama varsa OHAL koşulları ile sel olmuş ve Türkiye toplumunun üzerinden geçiyor. Ne varsa önüne katıyor!
Bu selin karşısında durmak zor ama imkansız değil elbette. Geçtiğimiz hafta 672 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiş akademisyenlerin öncülüğünde Kocaeli Dayanışma Akademisinin açılışı gerçekleşti. Kendi cephemiz adına umut verici, coşkulu bir o kadar da duygulu bir gün idi. Bir şölendi!
Bugün sizlerle bu şölende yapılan bir konuşmayı aktarmak istiyorum. Kocaeli Üniversitesi Siyaset ve Kamu Yönetimi Bölümünden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Ruhi Demiray, hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir konuyu dile getirdi. Konuşma, her şeyi önüne katıp giden bu sele kendini kaptıranları analiz ediyordu: Kötülüğün sıradanlığı.
Ruhi Hoca şunları söyledi konuşmasında:
“İnsanlar nasıl oluyorlar da siyasal iktidarın suçlarına ortak oluyorlar, ses çıkartmıyorlar? Bu soruya ışık tuttuğunu düşündüğüm bir kitap, insanların niye ve nasıl kötülüğün parçası olduğunu, siyasal iktidarların suçlarına sessiz kaldığını anlatıyor bana.
Kitap bir yargılama üzerine. Karl Adolf Eichmanndiye Nazi Almanyası’nda bir görevi olan biri ile ilgili. Bu adamın işi Yahudileri toplayıp Nazi kamplarına göndermek. Savaş sonrası Arjantin’de yakalanıyor ve İsrail’de yargılanıyor.
Kitabın yazarı Hannah Arendt, bu yargılamayı izliyor, notlar alıyor ve bir rapor yayımlıyor.
Yazar Arendt, Eichmann’ı dinlerken iddiası o ki, Eichmann karakteri itibariyle sıradan birisi. Onun karakteri üzerinden Arendt, sıradan insanın nasıl olup da Nazizmin uygulamalarına seyirci kalabildiğini, bu uygulamalarda yer alabildiğini anlatmaya çalışıyor. Yazar şöyle söylüyor:
İnsan onu dinledikçe onun konuşma yetisinin yokluğunun, düşünmeme yetisi, daha doğrusu kendisini başkalarının yerine koyarak düşünememe yetisi ile ilgili olduğunu anlıyor.
Eichmann kendisini savunurken diyor ki:
Ben basit bir insanım ve devlet görevlisiydim. Yapabileceğim şeyleri yaptım, yapmam gerekenleri yaptım. Hatta insan olarak da Yahudilere karşı kibar ve yardımsever birisi oldum.
Duruşma sonrası Arendt Alman toplumuna yönelik şu tespiti yapıyor:
80 milyonluk Alman toplumu gerçeğe ve doğruya karşı 1) kendi kendini kandırma, 2) yalan ve 3) aptallık zırhını kuşanmıştı. Eichmann aslında bu genel özelliklerin basit bir taşıyıcısından başka bir şey değildi. Yalanların içeriği zamanla değişti, sıklıkla birbiriyle çelişti. Hatta halkın ve parti hiyerarşisi içindeki insanların dile getirdiği yalanlar birbirinden farklılaştı. Ama o dönemin Alman toplumunda değişmeyen tek şey, yalanın hayatta kalabilmenin bir zorunlu koşulu haline gelmiş olmasıydı.
Daha fazla uzatmaya gerek yok. Arendt bu raporda temel olarak bize şunu söylüyor:
Kötülüğü gerçekleştiren şey şeytani ve canavar ruhlar değil, sıradan insanlardır. İçinde yaşadığımız dünyanın insani sorunlarına ve felaketlerine duyarsız kaldığımızda, hiçbir şey yapmadığımızda aslında kötülüğe katılmış oluyoruz. Bize dayatılan sahte gerçekliği sorgulamadan kabul ettiğimizde, onu kanıksadığımızda ve duyarsız kalarak ona biat ettiğimize biz de kötü oluyoruz.”
Dolayısıyla ancak iyi olmak için çaba gösterdiğimizde iyiliğe yaklaşabiliriz. Öncelikle gerçek ve doğru olanı bulmak için çaba göstermeliyiz. Bunun için de Kant’ın ‘düşünmenin üç ilkesi’ni yaşamlarımızın düsturu haline getirmeliyiz.
1. Kendin düşüneceksin,
2. Kendini herkesin yerine koyarak düşüneceksin,
3. Düşüncelerinin bütününde hem kendin hem de başkalarının açısından kapsayıcı, tutarlı bir perspektif ortaya koymaya çalışacaksın.
Sonrasında da gerçek ve doğru olduğumuz şeyler için mücadele edeceğiz, gerekirse bedel ödemeyi göze alacağız.
Ancak o zaman kötülüğün sıradanlığının yol açtığı iç sıkıntısından darlanmadan, insanlıktan uzak düşmüş olmanın verdiği ızdıraptan bir nebze kurtulup azıcık gönül ferahlığı, iç huzur bulabiliriz belki.”
Ruhi Hoca’nın sözleri, hepimizin kulağına küpe olsun. En çok da kendini bu sele kaptıranlara!
Kocaeli Dayanışma Akademisi açılışında konuşan akademisyen Ruhi Demiray’ın yazısından alıntı yapan Etiler, Hitler Almanyası’nda Yahudileri toplama kamplarına götüren Karl Adolf Eichmanndiye’nin İsrail’de yargılamasından yola çıkarak yaşananları yazdı. Türkiye’de iktidarın OHAL koşullarıyla yaptığı hukuksuzlukları şöyle tanımladı: “15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin hali şöyle görünüyor: 15 Temmuz öncesinde biriktirilen ne kadar nefret, hukuksuzluk, antidemokratik uygulama varsa OHAL koşulları ile sel olmuş ve Türkiye toplumunun üzerinden geçiyor. Ne varsa önüne katıyor! Bu selin karşısında durmak zor ama imkansız değil elbette. (…)
‘Kötülüğü gerçekleştiren şey şeytani ve canavar ruhlar değil, sıradan insanlardır. İçinde yaşadığımız dünyanın insani sorunlarına ve felaketlerine duyarsız kaldığımızda, hiçbir şey yapmadığımızda aslında kötülüğe katılmış oluyoruz. Bize dayatılan sahte gerçekliği sorgulamadan kabul ettiğimizde, onu kanıksadığımızda ve duyarsız kalarak ona biat ettiğimize biz de kötü oluyoruz.’ Dolayısıyla ancak iyi olmak için çaba gösterdiğimizde iyiliğe yaklaşabiliriz. Öncelikle gerçek ve doğru olanı bulmak için çaba göstermeliyiz.”
Prof.Dr. Nilay Etiler’in Evrensel gazetesinde yayınlanan yazısı şöyle:
Kötülüğün sıradanlığı ve iyilik
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin hali şöyle görünüyor: 15 Temmuz öncesinde biriktirilen ne kadar nefret, hukuksuzluk, antidemokratik uygulama varsa OHAL koşulları ile sel olmuş ve Türkiye toplumunun üzerinden geçiyor. Ne varsa önüne katıyor!
Bu selin karşısında durmak zor ama imkansız değil elbette. Geçtiğimiz hafta 672 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiş akademisyenlerin öncülüğünde Kocaeli Dayanışma Akademisinin açılışı gerçekleşti. Kendi cephemiz adına umut verici, coşkulu bir o kadar da duygulu bir gün idi. Bir şölendi!
Bugün sizlerle bu şölende yapılan bir konuşmayı aktarmak istiyorum. Kocaeli Üniversitesi Siyaset ve Kamu Yönetimi Bölümünden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Ruhi Demiray, hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir konuyu dile getirdi. Konuşma, her şeyi önüne katıp giden bu sele kendini kaptıranları analiz ediyordu: Kötülüğün sıradanlığı.
Ruhi Hoca şunları söyledi konuşmasında:
“İnsanlar nasıl oluyorlar da siyasal iktidarın suçlarına ortak oluyorlar, ses çıkartmıyorlar? Bu soruya ışık tuttuğunu düşündüğüm bir kitap, insanların niye ve nasıl kötülüğün parçası olduğunu, siyasal iktidarların suçlarına sessiz kaldığını anlatıyor bana.
Kitap bir yargılama üzerine. Karl Adolf Eichmanndiye Nazi Almanyası’nda bir görevi olan biri ile ilgili. Bu adamın işi Yahudileri toplayıp Nazi kamplarına göndermek. Savaş sonrası Arjantin’de yakalanıyor ve İsrail’de yargılanıyor.
Kitabın yazarı Hannah Arendt, bu yargılamayı izliyor, notlar alıyor ve bir rapor yayımlıyor.
Yazar Arendt, Eichmann’ı dinlerken iddiası o ki, Eichmann karakteri itibariyle sıradan birisi. Onun karakteri üzerinden Arendt, sıradan insanın nasıl olup da Nazizmin uygulamalarına seyirci kalabildiğini, bu uygulamalarda yer alabildiğini anlatmaya çalışıyor. Yazar şöyle söylüyor:
İnsan onu dinledikçe onun konuşma yetisinin yokluğunun, düşünmeme yetisi, daha doğrusu kendisini başkalarının yerine koyarak düşünememe yetisi ile ilgili olduğunu anlıyor.
Eichmann kendisini savunurken diyor ki:
Ben basit bir insanım ve devlet görevlisiydim. Yapabileceğim şeyleri yaptım, yapmam gerekenleri yaptım. Hatta insan olarak da Yahudilere karşı kibar ve yardımsever birisi oldum.
Duruşma sonrası Arendt Alman toplumuna yönelik şu tespiti yapıyor:
80 milyonluk Alman toplumu gerçeğe ve doğruya karşı 1) kendi kendini kandırma, 2) yalan ve 3) aptallık zırhını kuşanmıştı. Eichmann aslında bu genel özelliklerin basit bir taşıyıcısından başka bir şey değildi. Yalanların içeriği zamanla değişti, sıklıkla birbiriyle çelişti. Hatta halkın ve parti hiyerarşisi içindeki insanların dile getirdiği yalanlar birbirinden farklılaştı. Ama o dönemin Alman toplumunda değişmeyen tek şey, yalanın hayatta kalabilmenin bir zorunlu koşulu haline gelmiş olmasıydı.
Daha fazla uzatmaya gerek yok. Arendt bu raporda temel olarak bize şunu söylüyor:
Kötülüğü gerçekleştiren şey şeytani ve canavar ruhlar değil, sıradan insanlardır. İçinde yaşadığımız dünyanın insani sorunlarına ve felaketlerine duyarsız kaldığımızda, hiçbir şey yapmadığımızda aslında kötülüğe katılmış oluyoruz. Bize dayatılan sahte gerçekliği sorgulamadan kabul ettiğimizde, onu kanıksadığımızda ve duyarsız kalarak ona biat ettiğimize biz de kötü oluyoruz.”
Dolayısıyla ancak iyi olmak için çaba gösterdiğimizde iyiliğe yaklaşabiliriz. Öncelikle gerçek ve doğru olanı bulmak için çaba göstermeliyiz. Bunun için de Kant’ın ‘düşünmenin üç ilkesi’ni yaşamlarımızın düsturu haline getirmeliyiz.
1. Kendin düşüneceksin,
2. Kendini herkesin yerine koyarak düşüneceksin,
3. Düşüncelerinin bütününde hem kendin hem de başkalarının açısından kapsayıcı, tutarlı bir perspektif ortaya koymaya çalışacaksın.
Sonrasında da gerçek ve doğru olduğumuz şeyler için mücadele edeceğiz, gerekirse bedel ödemeyi göze alacağız.
Ancak o zaman kötülüğün sıradanlığının yol açtığı iç sıkıntısından darlanmadan, insanlıktan uzak düşmüş olmanın verdiği ızdıraptan bir nebze kurtulup azıcık gönül ferahlığı, iç huzur bulabiliriz belki.”
Ruhi Hoca’nın sözleri, hepimizin kulağına küpe olsun. En çok da kendini bu sele kaptıranlara!