Romanya Haber

Saray’ın Asıl ‘Başağrısı’ Reza Zarrab Dosyasıdır, Gerisi Sadece Teferruattır

Yavuz Baydar: Saray’ın asıl ‘başağrısı’ Reza Zarrab dosyasıdır, gerisi sadece teferruattır

Şüpheye mahal yok:
Türk-Amerikan ilişkilerinde çok sert bir yol kazasına doğru hızla gidilmekte.
Türk tarafı, söylemindeki dozu hiç durmaksızın artırıyor, medyasını akla hayale gelmesi güç yalan ve suçlamalar için kullanarak var gücüyle Washington’a yükleniyor.
Hürriyet’te Tolga Tanış’ın analizindeki ifadesiyle:
‘… iş gittikçe tırmanıyor. Ve Erdoğan da bunu devam ettiriyor… Mesele ABD’yi ilgilendirdiğinde, Erdoğan’ın eskiden gözettiği bazı ölçüleri terk ettiği gözleniyor. Erdoğan’ın ABD karşısındaki tonunun daha da sertleştiğini, diplomatik kontrolü bir tarafa bıraktığını söylemek mümkün. ‘
70 yıllık ittifakın faylarını yerinde hoplatacak bir depremin gitgide kuvvetlenen öncü sarsıntıları bunlar.
Ve hiçbir şüpheniz olmasın, yaklaşan depremin merkez üssünün kod adı epeydir belli:
Reza Zarrab.
Altını çizeyim ki, kayda geçsin:
Reza Zarrab dosyasını büyük resmin içine, resmin göbeğine koymadan yapılacak her türlü 15 Temmuz darbe girişimi analizi, ve bunun ABD ile ilgili boyutuyla ilgili değerlendirmeler eksik kalır, kalmaya mahkumdur.
Bu resmin içindeki Zarrab kısmının hemen yanı başına, her gün havuz ve ihaleci patron medyasına papağan korosu gibi tekrar ettirilen ‘…’ ve ‘Gülen’in iadesi’ gibi unsurları da katarsanız, bulmacayı deşifre etmenin çok daha kolay olacaktır.
Açık: Miami’de tutuklanalıberi, Erdoğan’ın aklında hep Zarrab var, ve asla çıkmayacak.
Çünkü, ülke içinde ne denli popüler destek tahkimi sağlarsa sağlasın, ne denli devlet yapılarını, hatta ana muhalefet üzerindeki dolaylı kontrolü ele geçirirse geçirsin, Erdoğan ve 17-25 Aralık dosyalarının çemberi içine alınmış olan Saray çevresi, en zayıf noktasının New York Federal Bölge Mahkemesi’nde başlayan bu dava olduğunu adı gibi biliyor.
New York dönüşünde (kendisi için stenograf gibi çalışan sözde gazetecilere) belli ki öfkesine hakim olamayarak, ağzından çıkardığı bakla da bunun teyidi.
Diken’in haberine göre, şöyle konuşuyor Cumhurbaşkanı:
 
 ‘(ABD Başkan Yardımcısı) Biden ile görüşmemizde yargı konusu açıldığında Rıza Sarraf konusunu da gündeme getirdim.
 
ABD Adalet Bakanlığı’nın bu davayı havale ettiği mahkeme de ilginç. Savcı Bharara da hâkim Richard Berman da Türkiye’de daha önce (…) tarafından ağırlanmış isimler.
 
Enteresandır, mesela tutup iddianameye eşimin TOGEM’in kurucusu olduğu, benim o dernekle ilişkim olduğu falan yazılıyor. Ama o derneğin kurucuları arasında ne eşim var ne de ben. Böyle bir şey olmamasına rağmen, bunun söz konusu edilmesi adamların art niyetlerinin ne istikamette olduğunu gösteriyor.
 
Halbuki Dışişleri Müsteşarımın da gayet güzel ifade ettiği üzere, ABD hukuk sisteminde ‘egemen bağışıklık’ diye bir madde var. Buna göre devlet başkanlarının herhangi bir mahkemeye konu yapılabilmesi mümkün değil. Buna rağmen iddianamede adımızın geçirilmeye çalışılması, işin içinde art niyet olduğunu ortaya koyuyor.
Bunları aktardıktan sonra, artık alışılagelmiş o başyargıç edasıyla kendince ‘noktayı koyuyor’: Bu kişi (Reza Zarrab) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Eşi ve çocuğu ile birlikte ABD’ye giriş yaptığı anda kendisi tutuklandı, eşi ve çocuğu da hemen Türkiye’ye gönderildi.
 
Bu tutuklama hangi kurala göre yapıldı?’ diye sordum.
 
Neticede bizim vatandaşımız olduğu için, hukukunu aramak zorundayız. Bu Rıza Sarraf değil de bir başka vatandaş da olabilirdi. ABD, Türkiye’de bir vatandaşının tutuklanmasına nasıl duyarsız kalamıyorsa, biz de herhangi bir vatandaşımızın bir başka ülkede tutuklanmasına duyarsız kalamayız.
 
Kaldı ki gerek Adalet gerek Ekonomi bakanlığımızın yaptıkları çalışmalara göre, bu kişinin bir suçu da bulunmuyor. İran da aynı şeyi söylüyor.
 
Ancak buna rağmen bu kişi altı aydır ABD’de tutuklu durumda.
(Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın haberine göre konuyla ilgili açıklama yapan Bharara’nın sözcüsü James Margolin, Bharara’nın daha önce Türkiye’ye hiç gitmediğini söyledi. Ancak Berman’ın 2014’te Gülen Cemaati’ne yakın olduğu öne sürülen YKK avukatlık bürosunun İstanbul’daki bir sempozyumuna davet edildiği ortaya çıkmıştı. Erdoğan, ABD’nin İran’a karşı ambargosunu delmek ve kara para aklamak suçlamalarıyla karşı karşıya olan Sarraf’ın  suçsuz olduğunu da savunmuştu.)
*****
Murat Belge T24’teki yazısında herkesin sorması gereken soruyu soruyordu:
”Niçin Tayyip Erdoğan Amerika’ya yüklenme gereğini ya da ihtiyacını duyuyor?”
Ve, “Şöyle bir rasyonel açıklaması olabilir mi?” diyerek cevabını arıyordu:
 
“Zarrab” demek istiyorum. Gene Tayyip Erdoğan’ın bu son Amerika ziyaretinde söylediği bazı sözler de bendeki bu “acaba”yı destekledi. “Biden’a sordum” demiş Erdoğan. “Bu kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Bu tutuklama hangi kurala göre yapıldı?” diye sormuş.  Bizim bakanlıklarımızın yaptığı çalışmalara göre “bu kişinin bulunmuyor”muş.
 
İş bununla da bitmiyor:
 
Savcı Bharara da hâkim Richard Berman da Türkiye’de (…) tarafından ağırlanmış isimler. Yani Adalet Bakanlığı Sarraf’ı yani Adalet Bakanlığı Sarraf’ı tutup orada (…)’nün yedirip içirdiği isimlere teslim ediyor.”
 
Yani bir zaman içinde Amerika’da devam eden bu Zarrab davasında bizim “milât” ilan ettiğimiz 17 Aralık’ın perde arkasıyla ilgili bazı çarpıcı bilgiler ortaya çıkarsa, iktidar da bunun “Son (…)’cü komplo” olduğunu söyleyecek, Türkiye’nin bir “dünya önderi” (Erdoğan’ın kişiliğinde kristalize olmuş bir durum) olmasından tedirgin olan Amerika’nın onu zayıflatmak için örgütlediği bir dolap olduğunu ilan edecek.
 
Böylece, o taraftan gelebilecek bir takım şeylere karşı buna kamuoyu şimdiden hazırlanacak.
Tablo gerçekten de böyle gözüküyor.
Suriye, İncirlik, Türkiye’de iyice püsküren anti-Amerikanizm, DAEŞ, YPG, PKK, aklınıza ne gelirse, hangi ikili konu olursa olsun, Erdoğan’ın özellikle 15 Temmuz sonrasında Amerikalılarla her buluşması esnasında aklını asıl meşgul eden konu, Zarrab dosyasıdır. Erdoğan ve yakın çevresi, ‘başımıza ne gelecekse bu dava yüzünden gelecek’ diye düşünmektedirler ve kendilerince de haklıdırlar.
Medyayı ele geçirip, yargıya eşi görülmemiş bir diz çöktürme sayesinde 17-25 dosyalarını – hiç değilse bir süre – sıfırlatmayı evde başaran Erdoğan, şimdi aynı şeyi uluslararası yargı sistemini de alabora ederek sınır ötesinde de sağlamak kararlılığındadır.
Öfke ve sıkıntı da, ABD’de yürütmenin yargıya – tamamen demeyelim – hemen hemen hiçbir müdahale yetkisinin olmadığını Erdoğan’ın bilmesinden, ama anlamak istememesinden kaynaklanıyor. Aslında, Bharara ve Berman’ı hedef alan, gösteren her ifade, her yandaş medya yayını, bu iki hukuk adamını, özellikle de savcıyı daha da bilemektedir.
Erdoğan’ın kabaran öfkesinin derinliklerine baktığımızda, 15 Temmuz ardından fışkıran ve dinmek bilmeyen ‘darbenin arkasında ABD var’ söylemini Gülen ve Zarrab dosyaları arasında kendince bir pazarlık dengesi kurarak, ve Suriye kartlarını sürekli açıkta tutarak şekillenmiş bir düze çıkma çabası görmemek mümkün değil.
‘Ne mahkemesi ya! Teröristin mahkemesi mi olurmuş!’ seviyelerine kadar inen…
‘Gülen suçludur iade edin!’, ‘Zarrab suçsuzdur iade edin!’ gibi ifadelerle adalet sistemine nasıl baktığını özetleyen diliyle Erdoğan, ABD ile ikili ilişkilerin menteşelerini söküp atma noktasına gelip dayanmış durumdadır.
Ama belki de ‘durum’ nedeniyle bunu da göze almıştır:
Kurumun internet sitesinde açıkça ilan edildiği halde, kendisi ve eşinin TOGEM ile ilişkisi olmadığını öne sürme ihtiyacını hissetmesi, Zarrab dosyasına girmiş olmanın uyku kaçırıcı olduğunun, tarafınca asla hazmedilmeyeceğinin işaretidir.
İki müttefik arasında kurulan şey, çıkışı henüz belli olmayan bir ‘dehşet dengesi’dir.
 
Bu durum, esas olarak, Türkiye’ninkilerden ziyade, Erdoğan ve yakın çevresinin çıkarları ve cezai muafiyetinin teşkiline dair Saray kaygılarından kaynaklanmaktadır.
Ama olan, Türkiye’nin onyıllar boyu iyi kötü oturttuğu uluslararası dengelere, konumuna, ve geleceğine oluyor.
Tolga Tanış da yazısında altını çizmiş:
‘Ne kadar daha tırmanacak göreceğiz şimdi… Türk-Amerikan ilişkilerinin, tam ABD’deki kasım seçimlerinden evvel çok kritik bir kavşaktan geçtiğine şüphe yok. Kavşakta ışık yok. Ve iki taraf da hız kesmeden giriyor.’
Yavuz Baydar’ın kişisel blogundan alınmıştır