Ünlü sinema yazarı, gazeteci ve mimar Atilla Dorsay, T24.com.tr haber sitesinde yer alan son yazısında, cadı avlarının tarihini yazdı.
“Türkiye aldı başını bir yerlere gidiyor. Bunun hayırlı, olumlu bir gidiş olduğunu söylemek kolay değil.” diyen Dorsay, Türkiye’de ‘cadı avı’ adı altında yaşananları dile getirdikten sonra, “Üstelik tüm bunlar koca bir toplumun gözü önünde, gerçekten insafsız biçimde yapılıyor…” dedi.
Atilla Dorsay, ‘cadı avı’ dönemlerini yaşayan Elia Kazan ve Arthur Miller gibi yazarları örnek verdikten sonra, şunları söyledi: “Bizim de Arthur Miller’lerimiz var. Ve günün birinde bugünleri yazacaklar. Orada, o kitaplarda, o anılarda nasıl yer almak isterdiniz?”
At izi it izine karışırken: Cadı avlarının tarihine bakmak…
Türkiye aldı başını bir yerlere gidiyor. Bunun hayırlı, olumlu bir gidiş olduğunu söylemek kolay değil. Özellikle ‘darbe sonrası’, böylesine haince bir planı bozma ve yapanları suçüstü yakalama başarısının getirdiği ortak sevinç ve tüm parti yöneticilerinin aynı noktada buluşmaları (bir diğer deyimiyle Yenikapı Ruhu), ne yazık ki beklenen akıl ve umulan basiret gösterilemediği için, toplumun geleceği için yine hayli karanlık bir ufka doğru yol alıyor.
Olayın kişisel olarak bana hatırlattığı, tarihin içinden süzülüp gelen o meşhur, menfur ve malum Cadı Kazanı olayıdır. Temelleri, Avrupa kültürünün Ortaçağ’da başlayan ve kökenlerini Hıristiyan taassubundan alan o ünlü uygulamaları. Yani çok popüler deyimiyle ‘Cadı Avları’.
(…)
Almanya’da Hitler, ABD’de MacCarthy cadı avı
Ne tuhaftır ve acıdır ki, tüm bunların geride bırakıldığı modern zamanlar tarihi içinde de bu olaylar hep var oldu. En başta, 1930’larda Hitler gibi bir zorbanın Almanya gibi bir kültür ve demokrasi ülkesinde, tek adamlığını inanılmaz biçimde pekiştirerek Nazilik denen insanlık suçunu önce tüm ülkede yaymak, Yahudi soykırımını başlatmak ve sonra tüm dünyayı ateşe atmak gibi marifetleri yürütmesi kolay anlaşılır şey midir? Almanlar ne yaparsa yapsın, bunun utancını hep taşıyacak: tarih boyunca… Ama nasıl açıklanabilir, tüm bir toplumun böylesine körleşmesi ve bir çılgına teslim olması?
Dahası da var. Nazizmin neden olduğu büyük savaştan hemen sonra, bu kez Salem’in ülkesi ABD de benzer bir süreci yaşar. Savaşta Nazizm’e karşı ortak olunsa da sonradan birden artan ‘Komünizm Tehlikesi’, dönemin en tipik popülist siyasetçilerinden, bir erken dönem Donald Trump’ı olan senatör Joseph MacCarthy tarafından öylesine abartılıp sömürülür ki, başta Hollywood dönemin tüm Amerikan solcu, ilerici, hatta liberal vatandaşları, başta entelektüeller ve yazar-çizerler, Amerikan düşmanlığıyla suçlanır. Ve itirafa zorlanır.
(…)
Günümüzün cadı kazanları
İşte böyle…Türkiye’de şu günlerde olup bitenler, sanki tüm bu tarihsel dönemlerin bir uzantısı. (..) Bugüne dek ve birkaç hafta içinde on binlerce memur, öğretmen, polis vb’nin, yüzlerce gazetecinin, yine yüzlerce iş adamının, sayısız akademisyenin, birçok yazarın, tanınmış baletlerden ünlü sporculara birçok seçkin ismin de tutuklanmasına yol açtı, açmaya devam ediyor.
Üstelik tüm bunlar koca bir toplumun gözü önünde, gerçekten insafsız biçimde yapılıyor: Birçoğunun tüm mal-mülklerine ve banka hesaplarına el konuyor, eşleri, ana-babaları, çoluk-çocukları bile gözaltına alınıyor. Aileler çöküyor, soylar kuruyor, o çocuklara bir gelecek kalmıyor. Ve olası gerçekler, açık iftiraların altında eziliyor. Yani tam anlamıyla at izi it izine karışıyor!.
Peki ama, böyle bir dönemde insan normal yaşamını sürdürebilir mi? Hiçbir şey yokmuş gibi alışılmış düzenini devam ettirebilir mi?
Benim için tam bir acı dönemi!
Ben kendi adıma, olup bitenlerden derin bir acıyla dolaşıyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Hatta içimden yazmak bile gelmiyor. Filmleri izlemek, bunun için hemen her gün yapılan basın gösterilerine gitmek bile zor geliyor. Ki bu benim yarım yüzyıldır yaşam tarzım olmuş!…
Ben toplumsal durumun ve özellikle siyasetteki gelişimlerin beni kişi olarak böylesine etkilediği bir dönem hatırlamıyorum. Peki, ya bunları gerçekten yaşayanların, bu durumların gerçek kurbanlarının ne yapması gerek?
Bunu bilemiyorum. Ama elbette iş temelde bizi yönetenlerin sorumluluklarını idrak etmeleri, görevlerinin getirdiği şeyleri daha iyi yapmalarıyla bağlantılı.
Tarihi günler yaşıyoruz. Ve sorun artık sorumluluk sahibi, vicdan sahibi, özellikle makam sahibi herkesin bilinçle, akılla, vicdanla davranmasına bağlı.
Bizim de Arthur Miller’lerimiz var. Ve günün birinde bugünleri yazacaklar. Orada, o kitaplarda, o anılarda nasıl yer almak isterdiniz?