31 Mart 1909 darbesi, Türkiye’deki darbelerin anası ve şablonudur. Onu anlama adına, Ahmet Kabaklı’nın Temellerin Duruşması’nda Rıza Tevfik’ten naklettiği bir hadise çok önemlidir: Darbeden sonra Rıza Tevfik ve Talât Paşa bir iltifat ve teşekkür alır mıyız diye İngiliz Büyükelçiliği’ne giderler.
Soğuk bir karşılama ve Büyükelçi’yle görüşemezler. Yıllar geçer; Rıza Tevfik sürgündedir. İngiltere’ye oğlu Said’i ziyarete gider. 31 Mart günlerinde İstanbul’da İngiliz büyükelçisi olan Lord Nicolson’u da ziyaretle, ona darbe sonrası adem-i kabulünün sebebini sorar: Büyükelçi’nin cevabı şudur: “Jön Türklere çok destek verdik. Sizden sadece Abdülhamid’i indirmenizi değil, Hilâfet’i kaldırmanızı da bekliyorduk, ama yapmadınız. Hilâfet’in kaldırılması bizim için çok önemliydi. Biz, Hindistan’da, Mısır’da Müslüman kitleleri tam idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık fakat başaramadık. Fakat Sultan yılda bir defa ‘selâm-ı şahane’ ile Hafız Osman hattı Kur’ân gönderiyor, bütün İslâm ümmetini hudutsuz bir hürmet duygusuyla emrinde tutuyordu.” 31 Mart şablonu şudur: Hangi gruba, ülkeye, topluma karşı bir darbe veya harekât yapılacaksa o grup, ülke veya toplum içinde bazıları suça tahrik edilir ve bunları cezalandırma gerekçesiyle o grup, ülke veya topluma operasyon yapılır. Bir diğer yandan, boyutlarını, derinliğini ölçmek için içlerinden bazılarını suça tahrikle muhalefet yüzeye çıkarılır ve sonra bastırılır. Her yerde bazı Müslüman gruplar bu tuzağa 31 Mart şablonu, Şeyh Said ayaklanmasında, 1925 İzmir Suikasti’nde, 1930 Serbest Fırka hareketiyle Menemen hadisesinde ve askerî darbelerde hep tekrarlandı. Beynelmilel arenada da uygulanan aynı taktiktir. 1974 Kıbrıs çıkarması için dönemin Başbakanı Ecevit İngiltere’de gerekli muvafakatı aldı ama arkasından yıllarca silah ambargosuyla cezalandırıldık. 1990’ların ortasında 2 yıl Boşnaklar’ın Hırvatlar ve Sırplar tarafından ezilmesi seyredildi; sonra ABD kurtarıcı olarak geldi. 1990 yazında Saddam’ın Kuveyt’e girme çılgınlığına başta “karışmayız” dendi, fakat arkasından Irak cezalandırıldı.
Mahut 11 Eylül hadisesi de Afganistan ve Irak’ın işgaliyle neticelendi. 28 Şubat postmodern darbesinin aynı zemini bazı aktörler ve provokasyonlarla hazırlandı. Şimdi 15 Temmuz “darbe” tiyatrosu da farklı değil. Hatırlayalım: İsrailli diplomat Alon Liel, 2003’te ne demişti? “Kemalizm lâik fundamentalizme dönüştü ve artık iş yapmıyor. Erdoğanizm, Kemalizm’in güncellemesi olarak Kemalizm’in daha uzun yıllar ayakta kalmasını sağlayacaktır. İsrail olarak buna ihtiyacımız vardı.”
AKP projelendirilirken iktidara getirilmesi, muhaliflerine operasyon ve kendilerine malî yardım karşılığında BOP’a destek, İsrail’in güvenliği ve İslâm’ın yeniden yorumlanması sözü alınmamış mıydı? Bazıları, “siyasal İslâmcı AKP, adım adım İslâm devletine gidiyor” diyor. Oysa, sıklıkla yazmaya çalıştığım üzere, Türkiye Baas tipi bir diktatörlüğe götürülüyor ve IŞİD, Nusra, el-Kaide terör örgütleriyle olduğu gibi, AKP ile de İslâm, İslâm olmaktan çıkarılıyor, dünyada menfur hale getiriliyor. 15 Temmuz “darbe” tiyatrosuyla İsrail’le anlaşma, Yargı’ya darbe, Suriye gibi meseleler birden gündemden düşürüldü ve Ordu içinde şimdiye kadar yapılamayan tasfiyeye olduğu gibi, Yargıyı da, bütün devleti de yeniden dizayna tam zemin hazırlandı. Artık hakimiyet, kayıtsız şartsız Erdoğan’ındır. Tarihi boyu darbelerden hep çekmiş, sokaktan, anarşiden, terörden daima en uzakta durmuş Hizmet de bütünüyle şeytanlaştırılmış oldu. Evet, Asker içine bir darbe ile birlikte ülkeye kaçıncı darbeyi yaşıyoruz.
Bunlar, ağır bir emaneti taşıma yolunda “Allah ve Rasûlü’nün va’dettiğidir.” Kur’ân, bu yolun yolcularına sabır, sabırda yardımlaşma, teyakkuz, kurşundan bina gibi olma ve daima takvayı emrediyor.