Güneşin altında çiçekler açar, meyveler olgunlaşır, fakat içten hastalıklı nesneler çürür, kokuşur. Kur’ân-Din güneşinin altında da mü’min, âlim, âdil idareci, ahlâk âbideleri, evliyâ, asfiyâ çiçekleri açar, meyveleri çıkar; ama kalbleri kibir, enaniyet, ucub, gurur, fahr, menfaat, tamah, klikçilik, şöhret, garaz gibi hastalıklara müptelâ, bakış açıları yanlış, yanlış ölçüp yanlış tartan ve inada teslim olanlar çürür, kokuşur; Kur’ân, bunların ancak kaybını arttırır. Hz. Bediüzzaman değerlendirmesiyle, bir tavusun altına konan 100 yumurtadan 80’i çürüyüp, 20’si neticede tavus olsa, ortada büyük kazanç ve güzellik vardır. Zaten seçilme, ayrışma imtihanı olan Din’le imtihanda da belki insanların çoğu kaybeder, fakat öyle güzellikler teşekkül eder ki, onların değeri yeter.
Hz. Bediüzzaman, buyurur: “Kur’ân, Allah Kelâmı oluşunu ispat sadedinde bütün asırlarda bütün insanlara ve cinlere, ‘Tek bir sûremin olsun benzerini getirin!’ diye meydan okur. Bu, şu demektir de: İslâmiyet, Kur’ân kaynaklıdır. Öyleyse, Kur’ân’ın bir benzerini meydana getirebilmek nasıl mümkün değil ve mümkün olmamışsa, Kıyamet’e kadar İslâmiyet’in de bir benzeri meydana getirilemeyecektir.”
İslâmî meselelerin dereceleri, gözetilmesini Kur’ân’ın kalblerin takvasına bağladığı öncelikler, sonralıklar, hakikatlerin kendilerine hizmet etmesi gereken hakikatler hakikatleri vardır. Meselâ, Ta-Ha Suresi’nde “Biz Âdem’e önceden ahid vermiştik, fakat o unuttu ve Biz onda bir azim bulmadık.” buyrulur. Hocaefendi buyurmuştu ki: “Çoğu müfessir, âyete ‘Âdem’de ahdi yerine getirme azmi bulmadık’ manâsı verirler. Ama âyette Cenab-ı Allah’ın Hz. Âdem’de bulmadığı azim mutlak bırakılmış, yani bir manâya tahsis yok. Şu halde, madem lâfız muhtemil ve peygamberlerde ismet bir sıfat, bizim için de bir itikad meselesidir; ben, o ismet sıfatı zihinlerde yara almasın diye bunu ‘Âdem’i unutmasında azimli, ısrarcı bulmadık, zellesinden hemen döndü.’ şeklinde anlarım.” Bilen, Din’de samimî, derdi, himmeti insanların bilhassa iman ve âhiretinin kurtulması olan, böyle düşünür, böyle yapar.
Hz. Bediüzzaman buyurur ki: “Şeriat’ın 100’de 90’ı Din’in kesin, muhkem gerçekleridir. Bunlar, elmas sütunlar hükmündedir. İçtihada konu meseleler ise 100’de 10 kadar olup, altın mesabesindedir. 90 elmas sütun, 10 altının himayesine verilmez. Bid’atların çoğaldığı, zarûrât-ı Dîniyye’nin ihmale uğradığı, münkerlerin ve yabancı âdetlerin etrafı sardığı, dalâletin tahribinin arttığı, Din’in temeli ve gıda hükmündeki iman, ibadet, ahlâk ve hayat esaslarının terke uğradığı bir zamanda bütün dikkat, himmet ve gayreti onların diriltilip, yeniden ikamesine sarfetmek gerekirken, hem de Selef-i salihînin halisane içtihadları bütün zamanların ihtiyaçlarına kâfi gelebilecek kapsamda iken, içtihad adına İslâmiyet sarayında yeni kapılar açmak, tehlikeli bir bid’atçılıktır, İslâmiyet’e cinayettir ve ihanettir. Dünyanın Âhiret’e tercih edildiği, akılların siyasette boğulduğu, kalblerin dünyevîlikle sersemleştiği, zihinlerin maneviyata yabancılaştığı ve dolayısıyla istidatların içtihaddan uzaklaştığı bir zamanda Din adına sâfi, güvenilir ve geçerli içtihadda bulunulamaz. Din’de lâubaliler, ruhsatlarla okşanmaz; azîmetlerle, şiddetle ikaz edilir. Dinî hükümler, değişken değil, sâbit gerçekler ve vâkıalara bina edilir.”
Hz. Üstad, iki talebesinin Erzurum’da Sahabe arasındaki meseleleri tartışmasını Emirdağ’da hisseder ve onlara şöyle yazar: “İkinizden büyük bir Nur hizmeti beklerken, yaptığınız münakaşanın hem Risale-i Nur’a, hem iman hakikatlerinin yayılmasına üç cihetle zarar verdiğini aynı vakitte burada hissettim, müteessir ve müteellim oldum.”
Bilen, Din’de samimî, derdi, himmeti insanlık, insanların bilhassa iman ve âhiretinin kurtulması olan, böyle düşünür, böyle yapar.
a.unal@yenihayatgazetesi.com