Rusya ile yaşanan kriz için hasar tespiti gerekiyor. Meseleyi sadece ‘özür utancı’na bağlamak yanlış olur. Çok daha kötü bir durum söz konusu Türkiye için. Bu kriz esnasında ortaya konan siyasetten daha fecisi, onca yıldır güdülen dış politikanın iflasını gözler önüne sermesidir.
Açık konuşmak gerekirse: Orta Asya Cumhuriyetleri bu krizde kibar bir diplomatik dille Rusya’nın yanında yer almayı tercih etti. Bunun vebali o cumhuriyetlerde değil, Türkiye’nin son 10 yıllık Orta Asya politikasındadır. Ortadoğu bataklığına balıklama atlayan dış politikamız sadece o coğrafyada değil, ihmal ettiği dünyada da hezimet yaşamaktadır.
Ortada Avrasya değil; Avrusya vardır ve bunun sebebi basiretsiz dış politikamızdır. Abilik havası taslamanın yol açtığı gönül burukluğu bir yana; radikal örgütlerle Türkiye yöneticileri arasındaki sıkı bağ, ‘kardeş ülkeler’ de de endişeye neden olmuştur.
Türkiye’deki otoriterleşme bütün dünyada kaygı ile karşılanmakta. Ülke tek parti rejimine doğru savruldukça sadece Batı rahatsız olmuyor. Orta Asya ve Orta Doğu ülkeleri bile ters istikamete doğru freni patlamışçasına giden ülke hakkında endişe duyuyor. Daha birkaç sene öncesine kadar ‘model ülke’ diye bahsedilen Türkiye artık yolsuzluk, rüşvet, kara para, hukuksuzluk gibi suçlarla anılmakta.
İşte size bir örnek: Orta Asya cumhuriyetlerinden birinde bir lider dedi ki “Türkiye’yi anlamakta zorluk çekiyoruz. Biz size özenirdik. Demokratik, reformcu; aynı zamanda Müslüman kimliği ile uyumlu idiniz. Şimdi bakıyorum da sizin reis bize özeniyor.”
Bu çarpıcı cümleleri dinleyen ve Ak Parti’ye en baştan beri her türlü desteği veren kişi sohbetin nereye varacağını merakla bekliyordu. Kardeş ülkelerdeki havanın her geçen gün değiştiğini görüyor, eksen kayması yaşandığını düşünüyordu; ama kimseciklere derdini anlatamıyordu.
Orta Asya’nın saygın lideri devam etti: “Reise söyleyin; Türkiye bizim gibi olamaz, boşuna uğraşmasın. Biz çürümüş bir sistemin üzerinden yükseldik. Demokrasi tecrübemiz yoktu; hala da tam bir tecrübe edinmiş değiliz. Oysa Türkiye acı tecrübeler eşliğinde demokrasi yolunda ilerledi. Bazen bedel de ödedi; ama insanlar asgari bir özgürlük standardına alıştı. Bu noktadan sonra Türkiye’nin rotasını eski Demir Perde ülkelerine doğru çevirmek intihar olur.”
Bu keskin nasihatleri dinleyen AKP’li, meseleyi muhatabına dobra dobra nakletti mi bilemiyorum; ancak parti içinde hemen herkese bu görüşmeden bahsetti. Durumun kötüye gittiğini, dünyanın her köşesinde itibar kaybının yaşandığını, böyle giderse Türkiye’nin demokrasi liginde küme düşme cezasına maruz kalacağını, Türk ekonomisinin buna dayanmasının mümkün olmadığını söyledi. Dinleyen var mı? Çoook! Lakin herkes bu tehlikeli gidişata sebep olan(lar)dan korkuyor, kimsenin ağzını bıçak açmıyor…
Radikal örgütlerle bağlantı iddialarını sakız gibi çiğnemeyen devlet neredeyse kalmadı. Başta enerji ve inşaat olmak üzere pek çok sektörün aile menfaatlerine göre dizayn edildiğine dair yaygın bir kanaat oluştu. O yüzden Rusya, kriz esnasında doğrudan Türkiye’deki yöneticilerine ve aile fertlerine yüklendi. Üzücüydü, yıpratıcıydı; hatta onur kırıcıydı iddialar. Buna rağmen dönüp özür dilemek, bir nevi o iddiaları kabullenmek gibi algılandı. Orta Asya’dan başlayın, dünya devletlerinin nabzını tutun; herkes tansiyonun düşmesinden memnun; çünkü bu krizin riskinden rahatsızdılar. Madalyonun öbür yüzünde başka bir manzara var: Rusya’nın akla hayale sığmaz ithamlarına karşı sus pus olmanın, ardından da özür dilemenin o korkunç iddiaları güçlendirdiği düşünülüyor.
Türkiye’de yasaları ayaklar altına alarak hukuksuzluk yolunda yürüyenlerin umut bağladığı son kapıya bakar mısınız! Eski Maocu ve karanlık dönemlerin fabrikatörleri, Ergenekon davasında adları faili meçhullerle özdeşleşmiş kişiler. Bu mudur çıkış yolu! Demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dönerek ancak elde edilebilecek itibar, karanlık bir mağarada aranıyor. Asıl büyük hasar da budur. Bu hasarla ne itibar kalır yeryüzünde, ne adalet sağlanır ülke içinde…
apak@yenihayatgazetesi.com