Bir bankanın en tepesindeki bir yetkiliye saat sever bir bakan şöyle der: ‘Sana birini gönderiyorum. Adamın problemini çöz; Patron tanıyor ve yardımcı olmamızı istiyor’.
Aradan birkaç saat geçmemiştir ki sekreter genç bir adamın banka merkezine geldiğini, önemli bir kişiden selam getirdiğini, ziyareti konusunda daha önce aranmış olması gerektiğini vs. söylüyor. Üst düzey bürokrat şaşırıp kalıyor bu şimşek hızına. ‘Peki gelsin’ diyor gönülsüzce.
İçeriye genç bir adam giriyor. Kendini tanıtıyor. Rıza Zarrab ismini ilk defa o gün duyuyor bankacı. Adam, İran asıllı ama Türk vatandaşı olduğunu, hükümet bünyesinde çok üst seviyede insanlarla tanıştığını falan anlatıyor. Selam kelam faslı bitince asıl konuya geçiliyor. Yeni bir tür ticaretten bahsediyor Zarrab. İran’a karşı uygulanan uluslararası ambargodan söz açıyor. Oradaki sıkıntıyı çözecek, Türkiye’ye de para kazandıracak bir sistemden ayrıntılar vermeye başlıyor. Üst düzey bankacı renkten renge giriyor. Her cümle ‘üstat bankacı’ için kara para aklamaktan rüşvete kadar uzanan bir kapalı sistemi deşifre ediyor çünkü.
Sonunda dayanamıyor ‘üstat’ ve ‘Kardeşim biz bunu yapamayız. Sizin söylediğiniz şey resmen kara para aklama; uluslararası hukuka aykırı. Ortaya çıktığında sadece bizim banka değil, aynı zamanda Türkiye ciddi problemler yaşar.’ diyor.
Zarrab’ın yüzü düşüyor. Hükümetin zirvesinde yer alan bazı isimleri tekrar hatırlatıyor ama usta bankacının tecrübesi karşısında söylenecek çok söz kalmadığını anlıyor. Müsaade alıp makam odasını terk ediyor.
Aradan bir iki saat geçiyor ki Zarrab’a ‘hayır’ diyen bankacıya haber ulaşıyor ve deniyor ki ‘Falan bakan sizi Meclis’e çağırıyor.’ Az önceki genç İranlı ile bu seferki davet arasında herhangi bir irtibat kuramıyor. Bakanlar farklı, gündemler farklı. Meclis’e geçiyor. Bir de ne görsün; kendisi gibi birçok banka üst düzey görevlisi de davet edilmiş aynı makam tarafından. Meselenin mahiyetini anlamaya fırsat bulamadan kendilerini davet eden kişi çıkageliyor.
Bir oda aranıyor önce. İlk girilen odada başka bir toplantının olduğu anlaşılınca başka bir yere bakılıyor. Orası da dolu. Sonra bir başka oda. Neyse ki orası müsait. Ekonomide etkili ve yetkili olan kişi söze giriyor. Genç bir işadamının İran’daki sıkıntıyı çözme formülünden bahsediyor ve beklenmedik bir şekilde Zarrab’a kapıyı gösteren bürokrata dönüyor: ‘Neden Bakan Bey’in size gönderdiği kişi ile yakından ilgilenmediniz?’
Bürokrat, teklif edilen işin hileli bir konu olduğunu, böyle bir işlem yapılması halinde Türkiye’nin sıkıntılar yaşamasının kaçınılmaz olacağını izah ediyor. Kamu banka yöneticilerinden biri lafı bölüyor ve ‘Ben yaparım bu işi.’ diyor. Davet sahibinin yüzünde beliren gülücükler toplantının rotasını çizmiş oluyor.
Ta başta ‘olmaz’ diyen bankacı, meslektaşına itiraz ediyor ve şöyle izah ediyor endişesini: Eğer biz böyle bir işlem yapacaksak bunun üç yolu var. Bu üç yolun ilki üç günde, ikicisi üç ayda diğeri de bir yıl içinde anlaşılır. Her hâlükârda zor durumda kalırız. Bu riski almaya, kayıt dışı işlem yürütmeye, karadelikler eşliğinde yol yürümeye, bunu yapabilmek için uluslararası hukuku çiğnemeye gerek yok. Toplantının ev sahibi, ‘Tamam sen yapma, ama madem ben yaparım diyen biri var; bırak onlar yapsın, karışma…’ diyor.
Tecrübeli bürokrat kaygılı bir şekilde makamına dönmek için yola koyulur. Daha bir kaç kilometre gitmemiştir ki sekreteri ulaşır kendine. Amerikalı bir yetkilinin acil randevu istediğini söyler. ‘Tamam’ cevabını verir üstat. Makamına ulaştığında şoke olur; çünkü o çok önemli Amerikalı yönetici kendisinden önce gelmiştir. İçeri geçerler misafir lafı hiç uzatmadan tek cümle söyler: Üstat o üç yolun tamamı da kapalı, sakın bu suçu işlemeyin başınız çok ağrır…
Yukarda özetlediğim hadiseyi bankacılığın duayenlerinden biri anlatıyor. Doğru mu, doğruysa bile abartılı mı; bilemiyorum. Bildiğim bir şey var ki ona siz de vakıfsınız: Zerrab ile ilgili Amerikan savcılığı tarafından açılan soruşturmaya sadece bazı bakanlar ve siyasetçilerin ismi karışmadı; aynı zamanda 6 Türk bankası da soruşturma kapsamına alındı. Rüşvet, kara para, yolsuzluk suçlamalarının en esrarengiz halkası da bu. Vaktiyle uyarıları dinlemeyenler mutlu mudur acaba?