AYŞE ÖZKALAY
Cömertliğiyle meşhur Hatem-i Tai’ye “Senden daha cömerdini gördün mü?” diye sormuşlar. Hatem “Evet gördüm!” demiş ve başından geçen bir hadiseyi anlatmış: “Bir gün yetim bir çocuğun evine gitmiştim. Onun 15 koyunu vardı. Birini kesti pişirdi, yedim. Bir parçasının çok hoşuma gittiğini söyledim. Çocuk dışarı çıktı. Meğerse koyunları bir bir kesip hoşuma giden tarafını pişirmiş, getirip önüme koydu. Bunu bilmiyordum. Dışarı çıkıp gideceğim sırada baktım ki çok fazla kan akmış. Dikkatimi çekti sordum. Çocuk bütün koyunları kestiğini söyleyince bu hareketi doğru bulmadığımı söyledim. Dedi ki: ‘Sizin hoşunuza giden, bende bulunan bir şeyi sizden nasıl esirgerim? Sübhanallah! Nasıl olur da kendimde bulunan bir şeyi sizden kıskanırım?’”
Bunun üzerine Hatem’e, “Peki karşılık olarak sen ne verdin?” diye sormuşlar.
Hatem-i Tai 300 baş kızıl tüylü deve ile 500 koyun verdiğini söylemiş. “Demek ki sen daha cömert çıktın.” dediklerinde ise Hatem, “Hayır, yanlış düşünüyorsunuz. O nesi varsa verdi. Ben ise ona malımın bir cüzünü verdim.” demiş.
Bu hikâyedeki yetim çocuk bana, ilk dinleyene biraz mübalağalı gibi gelen ama bizzat tanıma şerefine nail olduğum, aralarında adınızın anılmasını en güzel iltifat kabul edeceğiniz, iki dünyada da başınızı dik alnınızı ak getirecek derneğimizin gönüllülerini hatırlattı.
Onları her anışımda yüreğim çırpınmaya gözlerim nemlenmeye başlar… “Her kim kendisine gereken şeyi, kendi arzu ve ihtiyacını tehir edip başkasına verirse, Allah-u teâlâ onun günahlarını affeder.” hitabının muhatabı gönüllülerimiz, kendilerini Allah’ın rızasına ulaştıracak huzuru, mağdurun yanında hissetmiş ve onları her zaman bağırlarına basmışlar, verene değil, verdiğine sevinen cömertlerden olmuşlardır. Hatta daha da ötesi; onlar îsar ruhlu adanmışlardır.
Cömertlik, kendine ihtiyacı olmayan şeyleri başkalarına vermek, îsâr ise, kendine gereken şeyleri vermek yani başkalarını kendine tercih etmektir ve bu ancak büyük insanların işidir. Onların akıbetleri Kalem Suresi’nde ifade edildiği gibi, “Ya Musa, ömründe bir kere îsâr edene, îsâr ahlakı ile bana kavuşana hesap sormaktan hayâ ederim!” olacaktır.
Dünyanın neresinden bir feryat yükselse, sebebine değil sonucuna bakarak, kimlik bilgilerini değil sadece çığlığını duyarak canla başla imdada yetişen, yalnız acil çözümler değil, gittiği her ülkede kalıcı değerler bırakmak için projeler üreten, bunu yaparken devletinden onaylı ama tüm maddi gücünü gönüllülerin desteğinden alarak çalışan Kimse Yok Mu’yu dünyanın en iyi sivil toplum kuruluşlarının arasına taşıyan önemli bir etken de, gönüllülerinin toplumun çeşitli kesimlerinden olmasıdır.
Zaman zaman kolundaki bilezikten kulağındaki küpeye kadar veren, sağdığı ineğinin sütünü satarak biriktirdiği parayla su kuyusu açtıran, kâğıt toplayıp katarakt ameliyatları yaptıran, kimselerin cesaret edip gidemediği iç savaşın, salgın hastalıkların, açlığın olduğu coğrafyalara ‘mesleğimin zekâtı olsun’ diyerek giden, tatillerini bayramlarını ihtiyaç sahiplerinin yarasını sarmaya ayıran civanmert Anadolu insanını arkasına alarak yola çıkmış ve hâlâ onlarca engele rağmen yürümeye devam etmektedir.
Her türlü vefayı hak eden güzel gönüllülerimiz, Mevlana gibi “Ne olursan ol gel!” demiyor, bilakis ne olursa olsun nerede bulunursa bulunsun bir insan ihtiyaca düştüyse, bir çocuk yetim kaldıysa öylece kimsesiz, gözleri tüm dünyanın renklerine kapandıysa bir Afrikalının, ülkesinden bilinmezliklere sürüldüyse bir mülteci yahut okumak için tüm çareleri tükettiyse bir yavrucak, susuzluktan çatlıyorsa sineler kara kıtada, çaresiz bir anne “Kimse yok mu?” diye feryat ediyorsa; hiç çekinmeden, yargılamadan sadece insana duydukları derin hürmetle ve var güçleriyle “Biz varız!” diyor ve gidiyorlar, yanlarına en büyük sermayeleri muhabbetlerini alarak. Ve görünen o ki gitmeye, gönüller dermeye de devam edecekler.
Geçtiğimiz yıllarda Kurban Bayramı münasebetiyle Burkina Faso’ya ulaşan gönüllülerimiz, Türk halkının sevgisini kurban etleri eşliğinde bir bir dağıtmış, ihtiyaç sahiplerine yardımseverlerin selamını ulaştırmıştı.
Bölgenin Şefi olan İdrisi Savadoru adlı kişi, “Bizim paramız, ikram edeceğimiz bir şey yok; ama size köyümüzün adını Türkiye olarak değiştirip kardeşliğimizi göstermek istedik. Bundan 3 yıl öncesine kadar köyümüzde hastalık ve sefillik vardı. Şimdi siz Türk hayırseverler var. Senede bir kez olsun yediğimiz kurban eti var. Artık bu köyün bir adı da Türkiye. Bunu herkes böyle bilecek.” diyordu.
Gittikleri her yerde “Geleceğinizi biliyorduk!” diye karşılanan, vefalılarla haşr olmaları en büyük duamız olan gönüllülerimiz, Anadolu’dan Afrika’ya kardeşlik destanını işte böyle yazıyorlar. Diyardan diyara, bizzat sahada kurulan bu kardeşlik köprüleri inanıyoruz ki insanlık namına en güzel örnek ve miras olacaktır.
Sözün bittiği yerler vardır bazen, insan olmanın verdiği ağır bir yük ve mesuliyetleri yükler omuzlarınıza. İşte Kimse Yok Mu gönüllüleri dünyanın bir köşesinde öylece kapısının çalınmasını bekleyeni hatırlamak ve hatırlatmak için çalışmaktadır.
Çünkü acının rengi aynıdır her kıtada ve “Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun, kalmasın el uzatmadığın bir mahzun gönül!” diyerek yola çıkan ama uzun zamandan beri sürekli derneğimize atılan iftiralar, karalama kampanyaları ve türlü engellemelerle yürekleri mahzun edilen, boynu bükülen gönüllülerimiz! Küresel huzur, barış ve insanlık için atılan her adımda sizinle birlikte yürümek en büyük zenginliğimizdir. Başınız dik, kalbiniz korkudan uzak ve müsterih, simanız hep mütebessim olsun. Sizler çok iyi biliyorsunuz ki hayatın tadı birilerinin gülümsemesinin sebebi olmaktadır. Hep var olun…