KERİM BALCI
Havaların ısınmaya başlamasıyla birlikte Akdeniz de ısınıyor. Bu ikinci ısınma mülteci hareketliliği anlamına da geliyor. Mayıs ayıyla birlikte daha fazla mülteci Akdeniz ve Ege’yi geçme cesaretini buluyor. Geçen iki yılın istatistikleri Akdeniz ve Ege’deki ölümlerin de Haziran’dan başlayarak Ekim ayına kadar yükseldiğini sonra yeniden düşmeye başladığını gösteriyor.
Bu yıl farklı bir şey olmayacak gibi. Mayıs’ın ikinci yarısında Afrika’dan İtalya’ya geçmeye çalışan teknelerin alabora olması sonucu yüksek sayılı ölüm haberleri gelmeye başladı. Alınan bütün tedbirlere rağmen 2016’nın ilk beş ayında denizde ölen veya kaybolan mülteci sayısı (1,512), geçen yılın toplam rakamının (3,771) yarısına yaklaşmış durumda.
Oysa bu sene Akdeniz’i geçmeye çalışan mülteci sayısı geçen yıla göre azalmış görünüyordu. Söz gelimi, geçen yıl Mayıs ayında 40,000’e yakın mülteci Akdeniz’den (Ege dâhil) Avrupa kıtasına ulaşırken, bu sene bu rakam 20,000’i ancak son hafta gelen yüklü sayıda göçmenle birlikte aştı. Bu durumda ölü ve kayıp oranının geçen yıla göre daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Son bir haftanın rakamları Akdeniz’de hareketliliğin henüz yeni başladığını gösteriyor. İtalyan deniz kuvvetlerinin geçen hafta kaydını yaptığı mülteci sayısı 13,000’i aşmış mesela. Yine geçen hafta sakin sularda alabora olan bir mülteci teknesinin görüntüleri ölümlerin illa da kötü hava şartlarından kaynaklanmadığını da gözler önüne serdi. 500’ü aşkın insan taşıyan tekne mültecilerin panikleyerek teknenin bir tarafına yüklenmeleri sonucu alabora oldu ve sadece bu olayda beş kişi can verdi.
Türkiye’de mülteci meselesi “Çok para harcadık, Avrupa üzerine düşeni yapmadı.” sığlığında ele alınıyor. Dahası ilticanın tek kaynağı Suriye imiş gibi bir okuma var. Hükümet yanlısı düşünce kuruluşlarının raporlarında imkân, vuku gibi gösteriliyor.
Evet, devletimiz, milletimize yakışan âlicenaplığı göstererek devlet okullarının tamamını Suriyeli çocuklara açmıştır. Ama yasal durum, fiilî duruma dönüşmüyor. Yüz binlerce Suriyeli, Afganlı, Iraklı, Somalili mülteci çocuk var ülkemizde, hiçbir şekilde eğitim alamayan. Evet, devletimiz, mültecilere kendi vatandaşlarına vermediği ücretsiz tedavi hakkını vermiştir. Ama kaç Suriyeli hastaneye gittiğinde konuşabileceği, derdini anlatabileceği Arapça bilen bir hekim veya yardımcı olabilecek bir tercüman bulabiliyor?
İç politikada anayasayı fiilî duruma uydurmaya çalışanlar, keşke şu konuda olsun fiilî durumu yasalara uydurmak için biraz gayret gösterselerdi…
Bizim başımızda dünyanın en büyük mülteci sorunu olabilir. Bu durum Libya’dan Sicilya’ya geçmeye çalışırken boğulan mültecilere karşı duyarsız kalma hakkı vermez bize. Aksine, sorunun en büyüğüyle uğraşanların, bu konudaki mekanizmalarını güçlendirmeleri ve bu mekanizmalarla başka coğrafyalarda çıkan sorunlara müdahil olmaları beklenir. Japon deprem kurtarma ekiplerinin dünyanın her yerindeki depremlere ilk müdahil olanlardan biri olması gibi…
Söz gelimi beş yıldır Türkiye’mizde yaşayan Suriyeli, Afganistanlı, Iraklı ve Nijeryalı mültecilerden yüzme bilen, bünyeleri güçlü bin kadar genci deniz arama kurtarma gönüllüsü olarak yetiştiremez miydik? Bunlara acil vatandaşlık verip, devlet memuru haline getirip, gri pasaportla Yunanistan’a, İtalya’ya, İspanya’ya ilk kabul gönüllüleri olarak yerleştiremez miydik?
Bizim derdimiz başımızdan aşkın diyenler şunu görmüyorlar: Böyle bir küresel vizyonu olmayanlar, yerel çözümler de üretemezler. Küba’dan ABD’ye geçmeye çalışan bir mülteci botundan düşüp boğulan kadını dert edinmeyenlerin, Ege sahillerinde bizi kaybettiğimiz insanlığımıza çağıran Aylan Kürdî’nin cesedi için döktükleri gözyaşı da inandırıcı değildir.