Geçen cumartesi 94 yaşındaki bir adam mahkemeye hesap verdi. Suçun üzerinden 70 yıl geçmişti oysa. ‘Utanıyorum’ dedi; ama yakayı kurtaramadı. 170 bin kişinin katledilmesine seyirci kaldığını, ‘suç örgütünün bir parçası olduğu için’ nedamet duyduğunu ifade etti; ama pişmanlığı fayda sağlamadı ona. Nazi toplama kampı muhafızı Auschwitz ile ilgili nihai karar 27 Mayıs’ta verilecek.
Birileri devletin gücünü şehvani bir hisle kullanıp korku salarken, insanlar sanır ki bu karanlık dönem hiç bitmeyecek. Oysa hiç bir despot idare sonsuza kadar ayakta kalamaz. Naziler, faşistler, komünistler… Hangisi dayanabildi ki!
Sadece kapalı rejimler değil; açık sistemlerin kapalı dönemlerinde de benzer bir tablo çıkar karşımıza. Amerika’da öyle olmadı mı? McCarthy döneminde insanlar komünist olmakla, casusluk yapmakla, ihanet etmekle çarçabuk suçlanıyordu. Öyle sert bir rüzgâr esiyordu ki ‘özgürlükler ülkesi’nde, hiç kimse kalkıp da ‘Yahu siz aklınızı mı kaçırdınız?’ diyemiyordu.
Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi herkese korku salıyordu. Pek çok büyük yazar ve sanatçı diyet ödedi; hapse girdi, sürgün hayatı yaşadı. Charlie Chaplin, Bertold Brecht, Artur Miller…
Bazıları da despotizme boyun eğmek hatta ‘muhbir’ olmak zorunda kaldı. Büyük sinema ustası Elia Kazan’ın durumu (mesela) ne hazindir. Meslektaşlarını ihbar etmenin ve onların hayatını karartmanın utancı, hayatının sonuna kadar yakasını bırakmadı. 90 yaşına ulaştığında Akademi bir jest yaptı ve Kazan, Oscar Onur Ödülü’ne layık görüldü. Ne var ki hiç kimse onun bir ‘Cadı Avcısı’ karşısında iki büklüm oluşunu unutmamıştı ve protestolar göze çarpıyordu törende…
Bir de ta baştan beri hakkı hukuku rafa kaldırmış sistemler gördü dünya. O rejimler korku ve kıyım üzerine kurulmuştu. Mesela Çekoslovakya’da herkes susmayı kendine bir vazife sayar, en yakın aile ferdi ile konuşmazdı. Hemen herkes soluğu ‘chata’ denilen dağ evlerinde alır, orada fısıltı ile söyleşirler, dert yanarlardı. Sistem, sıkı polis takibi ve ihbarlar üzerine kuruluydu. O kesif hava sonsuza kadar bulutları esir alamadı…
Karanlık günlerin ifşa edilme korkusu o kadar derindir ki, KGB arşivleri hala açılabilmiş değil. Buna rağmen KGB belgelerinin bir kısmı Churchill Koleji arşivleri tarafından İngiltere’de kamu erişimine açıldı. Nasıl mı? 1972 ila 1984 yılları arasında KGB arşivlerinde görev yapan Vasili Mitrokhin senelerce arşiv binası dışına kaçırdığı belgeleri Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra İngiltere’ye götürdü. İşte o belgeler iki sene önce erişime açık hale geldi…
Doğu Almanya’daki diktatörlük yıkılırken en büyük panik istihbarat örgütü Stasi’de yaşandı. Gerçeklerin ortaya çıkacağını anlayan ve korkuya kapılan eski istihbarat yetkilileri belgeleri yok etmek için kâğıt öğütücüleri kullandı. Makinalar yetersiz kalınca elleriyle imha etmek istediler. Son anda kurtarılabildi o belgeler. Geriye büyük bir utanç tablosu kalmıştı çünkü.
İsteyen o arşivlerde kendisi ile ilgili ne olduğunu bulabiliyor şimdi. Manzara çok vahim. Kimi muhbirler kod isimle kaydedilmiş, gizli tanık şeklinde kayda geçirilmiş olsa bile mağdur kişiler anlatılan olaydan yola çıkarak gerçeğe ulaşıyor. Evlere, ailelere, iş yerlerine kadar herkesi kuşatmış ispiyoncu çetesi. Aileler parçalandı, komşuluklar sona erdi, ortaklıklar yıkıldı arşivler ortaya çıkınca. Toplumun her kesiminden (zamanla kendi taraftarı da dâhil) kuşkulanan bir rejim geriye acıdan başka ne bırakabilir ki!
Tarih binlerce kere şahittir ki birileri, insanları baskı altında tutar, herkesi zindana atarsa saltanatlarının devam edeceğini sanır. Hayır efendim; olmaz öyle bir şey. Olamaz. Korku rejimleri er ya da geç kendini bitirir. Şöyle olur: Haset fesat işler ayyuka çıkar, iktidar kapışması mide bulandırır, yalan- dolan- talanla göz boyanmak istenir, hırsızlık yolsuzluk genel ahlak haline gelir… Ve bir gün kapalı kapılar arkasında hangi haksız hukuksuz planların yapıldığı ortaya çıkar. Olan, karanlığı ebedi sananlara olur; çünkü gün doğduğunda utançtan dolayı sığınacak yerleri kalmaz…