Faust’un alt hikayelerinden birinde ruhunu Mefisto’ya satmışların en kolay feda ettikleri şeyin “insan” olduğunu okuruz.
Sevimli bir kulübeleri, küçük bir kiliseleri ve ıhlamur ağaçları ile dolu bahçeleri olan yaşlı, masum bir çiftin öyküsüdür bu. Noktasına kadar her şeyi hesaplayan Faust, bu yaşlı çifte ve onların ellerindeki araziye takar kafasını. Büyük bir hırsla toprağı ve denizi dönüştürmek için harekete geçer. Kendi kendisine,
“Orada, ıhlamurlar altında kendime bir yer yapmak istiyorum. Benim olmayan şu birkaç ağaç, dünyalara sahip olma arzumu zedeliyor. Zenginlik içinde yüzerken sahip olamadığımız şeylerin de var olduğunu düşünmek gibi bir işkence var mıdır?” der.
Tahmin edileceği gibi yaşlı çift, teklif edilen parayı reddeder. Faust, bu durumda Mefisto ile “güçlü adamları”nı çağırır ve yaşlı çiftin ortadan kaldırılmasını sağlar. Her ne kadar çiftin öldürülmesine karşı çıkıyormuş gibi görünse de Marshall Berman’ın dediği gibi “başkaları kadar kendisini de kandırmaktadır ve yeni bir dünyayı ellerini kirletmeden kurabileceğini sanmaktadır.”
Faustyen Ahlak
Öyküye Mefisto’nun penceresinden bakıldığında yaşlı çift, Faust’un karşı konulmaz bir arzuyla istediği küçük bir araziyi satmamakta direndikleri için suçludur. Faust’a yapacak bir şey bırakmamış, boyun eğmedikleri için başlarının ezilmesini hak etmişlerdir.
Ayrıca her şeyi satın aldığı düşünülen paranın iyi insanlar nezdinde reddedilebilir bir şey olduğunu görmek de Faust için yıkıcı bir tecrübedir. Nihayetinde o da “satılmışlar”dan biridir ve egosuna tutulan bu berrak ayna onu incitmektedir.
Seçimini yapar. Kötülüğü, “varlığın azalması, yokluğun varlığa galebe çalması” olarak tanımlayan Muhyiddin ibn Arabî’nin ifade ettiği gibi, el attığı her şeyi ya kendine benzeterek tahrip eder, ya da yok eder!
Bu arada Mephistopheles’in İbranice “ahlak bozan” anlamındaki mephis ile yalancı sıfatını ifade eden topal (topholes) kelimelerinin birleştirilmesinden meydana geldiğini hatırlatmakta fayda var. İblis kelimesinin kökü ise yeis’tir ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmiş kimse demektir. İbn Arabî’ye göre İblis, iddialı, isyankar ve isyanında sebatkar yaratılışın simgesidir. Bir günah işlemiş, fakat günahında inat ve ısrar ettiği için o bir tek günah onun şirke ve inkâra, dolayısıyla da ebedi şakiliğe düşmesine yol açmıştır.
Bugünün Faust’ları
Zamanımızın Faust’ları koşulsuz hükmedecekleri yeni dünyayı ellerini kirletmeden kuramayacaklarının gayet farkında görünüyorlar. O yüzden Mefisto ile pazarlıkları ortaya dökülse de aldırmıyor, zevahiri kurtarmak zahmetine bile girişmiyorlar. Göz diktikleri mülklere doğrudan çöküyor, muhalif sesleri susturuyor, öldürdükleri, zindana attıkları, yurtlarından yuvalarından ettikleri insan sayısı ile övünüyorlar.
Kalplerinden muhabbet sökülüp alındığı için her şeyden nefret ediyorlar. Kenar mahalleden geldikleri için şehirden. Beton sevdalısı oldukları için yeşilden. Cahil oldukları için mekteplilerden. Aç oldukları için beklentisizlerden. Kompleksli oldukları için müdanasızlardan. Farklılığa tahammül edemedikleri için Alevîlerden, solculardan, Kürtlerden. Ve elbette makam mansıbı paylaşamadıkları için birbirlerinden…
Başarısını yetiştirdiği öğrencilerin kalitesi ile tüm dünyaya ispat etmiş okullar en büyük takıntıları. Diyar diyar geziyor, herkese dil döküyor, kayadan bir şeyler koparmaya çalışan bir yel gibi kendilerini aleme müdhike yapıyorlar.
Faust’un “Zenginlik içinde yüzerken sahip olamadığımız şeylerin de var olduğunu düşünmek gibi bir işkence var mıdır?” cümlesini bitimiz bir boşlukta ve “Hala boyun eğdiremediğimiz insanların var olduğunu düşünmek gibi bir işkence var mıdır?” şeklinde tekrar edip duruyorlar.
Dünyanız Başınızı Yesin ve Yiyecek!
Öylesine kıyıcılar ki, azgın öfkelerini tatmin etmek için “güçlü adamaları”na teslim ettikleri masumların yaşlı, kadın, hasta ya da çocuk olduğuna bakmıyorlar. Apaydınlık simalarına, tertemiz mazilerine, haramsız mallarına, yalansız beyanlarına, vatana millete hizmetlerine de…
Herkesin öncelikli vazifesi işini yapmak değil “yol yapmak” haline geldiği için, bir vakıf 13 yıl boyunca himaye ettiği tecavüzcüsünü fark edemiyor. Pislik kuyudan taştığında da mesuliyet almıyor, vicdani bir ses çıkaramıyor. Cürmü lanetleyerek cürümle kendi arasını ayıramıyor. Alışılageldiği gibi yalan ve iftira ile suç örtülüyor. Tahribat, büyük hokkabazlıklarla küçük gösteriliyor. Virüs sosyal bünyeye öyle bir yerleşmiş ki, hangi uzva dokunsanız iltihap akıtıyor.
İblis’in talim ettiği, “iktidarımıza halel gelir, düzenimiz bozulur” düşüncesi her türlü ahlaki değerin üstünde tutuluyor.
Âdeta tüm zamanları ân’ın içerisinde yeniden yaşar gibiyiz. Toplum, koordinatları helak edilen tüm kavimlerle kesişen lanetli bir sinyal yayıyor.
Âd kavminin kendilerine bildirilen azap yaklaştığında “Bu bize yağmur getiren bir bulut” (Ahkaf 24) dedikleri gibi zalimler güruhu da yaklaşan azabın onları içi boş hurma kütükleri gibi yerlere sereceğini görmüyor.
Savuşturdukları adalet hamleleri için birbirlerini tebrik etmekle meşguller.
Bediüzzaman, böylelerine “Ey dinini dünyaya satan ve mutlak küfür içine düşmüş olan bedbahtlar!” diye sesleniyor.
Dikkat edin, dinsizler değil. Başlangıçları itibariyle Müslüman olup, dinlerini dünyaya sattıkları için kendileri farkında olmasalar da mutlak küfür içine girmiş bedbahtlar…
İşte o bedbahtlara söylenecek bir tek şey var. Üstadım söylüyor:
“Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek!”
Yedi, yiyor ve yemeğe devam edecek…
(Kaynak: Yarınabakış)