Hz. Mevlânâ, Mesnevî’sinde kendisinden önce Ezop, Pançatantra ve Kelile ve Dimne’de farklı varyasyonları ile anlatılan insanlık tarihinin müşterek öykülerinden/ tecrübelerinden birini aktarır. Öykü özet olarak şöyledir:
“Bir çiftçinin gecelere kadar otsuz kayalıklarda dolaşıp duran beli yaralı, karnı boş, arık bir eşeği vardır. Yakındaki bir ormanda da, işi gücü avlanmak olan bir aslan ve aslanın artıklarıyla geçinen başka hayvanlar…
Aslan bir fil ile savaşmış, zayıf düşmüştür. Tilkiye çiftçinin eşeğini kandırıp getirmesini, ancak onun etiyle iyileşebileceğini, artıklarıyla da kendilerinin doyacağını söyler. Tilki hemen o zayıf eşeğin olduğu yere gider ve bin bir hile ile onu kandırıp aslanın yanına getirir. Fakat eşeğin yaklaştığını gören aslan, heyecanlanıp vakitsiz hücum edince eşek kaçıp uzaklaşır.
Aslan tilkiye eşeği tekrar getirmesini emreder. Tilkinin işi bu kez daha zordur. Eşeğin yanına varınca ondan çok ağır sözler işitir, fakat yılgınlık göstermez. Kurnazlık ve hilekârlıkla eşeği tekrar aslanın yanına getirmeyi başarır. Zaten açlıktan gücü kalmayan eşek, “Böyle ölmektense öyle ölmek daha iyidir!” diyerek gafilane tilkinin vaat ettiği yeşilliklere gelmiş, tuzağa düşmüştür.
Aslan bu kez avını ıskalamaz ve eşeği parçalar. Biraz yedikten sonra su içmek ihtiyacı ile ırmağın kenarına iner. Tilki de bu arada fırsatı değerlendirip eşeğin ciğerini ve yüreğini yer. Aslan dönüşünde avının ciğersiz ve yüreksiz olduğunu görünce öfkeyle tilkiye döner. Tilki eşeğin zaten ciğer ve yüreğinin olmadığını söyleyerek kendini savunur:
“Eşekte hiç ciğer veya yürek olsaydı buralara bir daha gelir miydi?”
Kötülük Biçimleri
Aslan, tilki ve eşek üç “kötülük prototipi”ni temsil ediyor ve Hz. Mevlana, anlattığı öyküde bütün zamanlarda boy gösteren bu üç tip kötüyü, akıl ve vicdan nazarında yargılayıp mahkûm ediyor.
Aslan boyunu aşan işlere giriştiği için zayıf düşmüş zalim muktedirlerin temsilcisi. Hırs, hâkimiyet ve gücün esiri. Daima haklı ve üstün olduğunu zannetmenin. Bu yüzden izzetinde zillet, hâkimiyetinde korku ve endişe var. Nitekim eşeği aldatan tilki, onu da aldatıyor.
Tilki, muktedire yakınlıktan beslenen ve görevi, toplumu güce boyun eğdirmek olan yalancı ve yancıların timsali. Komplocu. Riya, tasannu, düzen kurma, aldatma, hakikati gizleme, başka türlü göstermenin ustası. Bu kötülük prototipi hizmet edeceği bir efendi bulamazsa, değersiz ve kimliksiz kalıyor. Zira sadece başkalarını değil, kendisini de kandırarak yaşıyor.
Eşekse aynı akıl almaz yalanlara tekrar tekrar kandığı için ciğersiz ve yüreksiz yaşamaya mahkûm olanları, ruhen zayıf düşürülmüşleri sembolize ediyor. Rahat yaşama arzusunu… Güçte ve makamda keramet arama halini. Kader ona bir fırsat daha vermişken, aynı tuzağa bilerek ve isteyerek yeniden düşenleri. Zulmü sorgulamayan, mesuliyet almayanları.
Kimliklerin Tasnifi
Toplum, vicdanen düşüp ahlaken çürüdükçe, kimlikler her sınav ve yoklamada birbirinden ayrışıp tasnif oluyor. Dünün avları fırsat bulur bulmaz, bugünün yalancı ve yancılarına, onlar da avcılara dönüşüyor. Roller Hz. Mevlana’nın kurguladığından daha keskin, daha kötücül ve tahripkâr hale geliyor.
Tüm kelimeleri gücü merkeze alarak yeniden tanımlayanlar, dini siyasete alet ettikleri ve değerleri yağmaladıkları için asgari de olsa toplumsal bir müşterek bırakmıyor.
Hırsız ve teröristle iş tutup masumlara kükreyenler, çoluk çocuğun hukukunu koruyamayan, ama tecavüzcülere arka çıkanlar, cürmü işleyeni değil, lanetleyeni mahkûm ediyor.
Amnofis’e söz bırakmayan saldırgan bir belagatle halkı efsunlayanlar, etrafta kendilerinden başka iman edilecek rükün kalsın istemiyor.
Zalime toz kondurmayanlar mazluma biteviye akıl veriyor.
Kaybetmekten korkanlar zarar gelip kendisine dokunmadığı sürece cümle kuramıyor; görse gözünü ve gördüklerini, işitse kulağını ve işittiklerini yalanlıyor.
Son kertede Hz. Mevlana’nın dediği gibi “küstahlıkları ile şeytanları bile ürpertip kaçırıyor,” şaşkına çeviriyor, Mefistolukta bile rakip tanımıyorlar.
Hakkın Hatırını Ali Tutmak
İrfanî gelenek kimlikleri aslan, sırtlan, çakal, goril, maymun, yılan, akreple sembolleştirirken bu mecaz diliyle vasıflara dikkat çekmeye çalışıyor. Aksi takdirde kurulan cümleler, Mevlana öyküsünde tilkinin kurduğu cümleler gibi, eyleme göre değil, özneye göre değişebiliyor. Meşruiyet önce düşüncede terk ediliyor. Fıkhî hükümlerle birlikte gündelik kelimeler de anlam kaymasına uğruyor.
Zulme rıza göstermenin adı ulu’l emre itaat, menfaatte ittifak etmenin adı birlik ve beraberlik, hak etmediğin makamı başkasından alıp sana verene duyduğun minnetin adı sadakat, olmadığın gibi görünmenin adı yetenek, çirkefliğin adı cesaret oluyor.
Ne Hakk’ın ne de kardeşliğin ,komşuluğun, arkadaşlığın hatırı sayılıyor…
Oysa öznesine göre hakikati eğip bükmek, hakikati değil sadece söz sahibini dönüştürüyor.
Hırsızı savunurken müstebite, gücü savunurken kapı kuluna evriliyor insan.
Güzel bir coğrafyaya, büyük bir tarihi mirasa, zengin bir kültüre sahip olmak anlamını yitiriyor. Müslüman olmak bile ahlakı ile ahlaklanarak değil söylemler üzerinden kabul görüyor. “Yalan rayiç, hıyanet mültezem, her yerde hak meçhul” olunca ciğersizlik ve yüreksizlik alışıldık bir şeye dönüşüyor.
Ve son sözü söylemek yine Hz. Mevlana’ya kalıyor.
Tut ki, Ali’den miras kaldı sana Zülfikâr
Sende Ali’nin yüreği yoksa Zülfikâr neye yarar?!..