Gazeteci –Yazar Ahmet Altan, Karaman’da 10 çocuğa cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle meslekten ihraç edilen öğretmenin AKP’ye yakın olduğu belirtilen Ensar Vakfı’nda 5 ay çalışmış olmasına ilişkin “Tacizciliği AKP başlatmadı. Ama, ‘bizden olan her şeyi yapabilir, her suçu işleyebilir, cezasız kurtulur’ inancını toplumun damarlarına öldürücü bir zehir gibi zerk etti ve bütün damarları patlattı” dedi.
Benim gençliğimde, aynı zamanda çok önemli bir siyasi figür olan Çernişevski’nin hapishanede yazdığı “Nasıl Yapmalı” isimli romanı çok ünlüydü.
Tabii ondan da ünlü olan, Çernişevski’ye hayran olan Lenin’in, onun romanının adından esinlenerek ismini “Ne Yapmalı” koyduğu kitabıydı… O kitabında, sert polemiklere girerek “partinin” nasıl örgütlenmesi ve nasıl çalışması gerektiğini anlatıyordu.
Toplumların “ne yapmalı” sorusunu sormak zorunda kaldığı zamanlar vardır.
Büyük altüst oluşlara, büyük kırılmalara yaklaşıldığında bu soru hayati bir önem ve aciliyet kazanır.
1900’lerin başındaki Rusya’yla bugünkü Türkiye arasında çok büyük farklar var, biz devrime ekonominin gerçekleri mi yol versin ya da devrime işçi mi yoksa köylü mü öncelik etmeli türünden tartışmalar yapmıyoruz bugün.
Bizim sorumuz daha yalın.
Büyük bir dağılmaya giden bu toplumun korkunç acılar çekmesini önlemek için ne yapmalı?
Bu soruyu sormalıyız çünkü yaşanacak acıdan bu toplumda yaşayan herkes payını alacak.
Bu soruyu, gözlerini kapatırsa bütün dünyanın kaybolacağına inanan çocuklar gibi gerçekler karşısında gözlerini yuman AKP’liler de sormalı çünkü onlar da rastlanılmadık acılar çekecekler.
Önce içinde bulunduğumuz durumu gerçekçi bir şekilde değerlendirelim, değerlendirelim ki neye karşı çare aradığımızı iyice görelim.
Biz bugüne dek hep “devletin” nasıl olması gerektiğini tartıştık.
AKP iktidarı bize bu konunun “lüks” olduğunu, yaranın çok daha derinlerde bulunduğunu gösterdi.
Biz, henüz bir “toplum” olamadığımızı gördük, bir kalabalığı “toplum” haline getirecek ortak değerlerin, asgari düzeyde bir “ahlak” anlayışının bu topraklarda henüz yerleşmediğini anladık.
Bugün, tacizciler “kendilerinden” olduğu için bu korkunç suç karşısında susan, çocukların kurban edilmesine ses çıkarmayan, isyan etmeyen, “bir kereden bir şey olmaz” diyen milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede.
AKP’nin kendi “cemaatinin” nüvesini oluşturmak için kurduğu bir vakfın üyeleriyle ilgili her gün yeni “taciz” haberleri çıkıyor… Bugüne kadar görmediğimiz boyutta bir rezillikle karşı karşıyayız.
Bu topraklarda yaşayan insanların neredeyse yarısı, kurban edilen çocukların yanında durmuyor.
Bu olay, bize büyük bir ahlaki çöküşle karşı karşıya olduğumuzu sarsıcı biçimde anlatıyor.
“Tacizciliği” AKP başlatmadı.
Ama, “bizden olan her şeyi yapabilir, her suçu işleyebilir, cezasız kurtulur” inancını toplumun damarlarına öldürücü bir zehir gibi zerketti ve bütün damarları patlattı.
Bugüne kadar derinlerde gizli duran, saklanmaya uğraşan her canavarlık, birden büyük bir özgürlük ve güven yaşayarak su üstüne çıktı.
Bu tacizlerin hepsinin aynı odaklar civarında toplanması, oralarda her istediklerini yapabileceklerine, ceketinin iliğine bir AKP rozeti sokuşturup Cumaları namaza gidersen artık “dokunulmaz” olacağına inanmalarından.
Buna inanıyorlar çünkü AKP civarı suçla ve cezalandırılmayan suçlularla dolu.
Ve, bu suçları görmezden gelen milyonlar, çocuklarının kurban edilmesine bile göz yumarak sessiz duruyorlar.
Birinci sorumuz kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Bu topluma, en azından çocukları korumalarını sağlayacak bir “ahlak” anlayışını kazandırmak için ne yapmalı?
İkinci soru ise, tarihinde rastlanılmayacak ölçüde yolsuzluklara, hırsızlıklara, tacizciliklere bu toplumun neden “din” görüntülü bir kalabalığın iktidarında rastladığıdır?
Dinle ahlak arasında kurulması gereken doğal ilişki nasıl oldu da dinle ahlaksızlık arasında kuruldu?
Din, Türkiye’de ne tür bir evrimden geçerek ahlaksızlığın kamuflajı haline geldi?
Buna, “onlar zaten hep öyleydi” diye eskiden beri tanıdığımız bir cümleyle cevap verebilirsiniz.
Dinin ve dindarların baskı altına alınması gerektiğini, bugüne kadar bunun yapılmış olmasının ahlaksızlıkları önlediğini de söyleyebilirsiniz.
Ama ben de size, “öyle yapmış olmanız, bu korkunç yaraların, bu rezilce ahlaksızlıkların toplumun derinlerinde mayalanmasına engel olmadı” derim.
Bugün bastırırsınız yarın gene çıkar.
O zaman gene soralım.
Dinin, ahlaksızlığın kılıfı olmasını önlemek için ne yapmalı?
Sanırım bu soruyu hepimizin sorması ve bu toplumu bir şekilde ayakta tutmak istiyorsak “gerçekçi” cevaplar bulması gerekiyor.
Dinin ve dindarların çok kirlendiği bir dönem yaşıyoruz.
Ben inançsız bir insanım ama bizimki gibi dindarlarının bile ahlaklı olamadığı bir toplumda, bir toplumsal ahlak oluşturabilmek için dinin gerekliliğine inanırım.
Eğer bu hırsız ve tacizci AKP usülü dindarlara kızarak “dini” de atmaya kalkarsanız, bu toplumu ahlaklı bir şekilde bir arada tutmaya yardım edecek çok önemli “kültürel” direklerden birini yıkarsınız… Üstelik her zaman sömürülmeye açık bir gerilimi toplumun içine yerleştirirsiniz.
Madem Lenin’le başladık, onun bir sözüyle devam edelim.
“Kirli suyla birlikte çocuğu da atmayın.”
Ahlaksız dindarlara kızarak dini de atmayın bu toplumdan.
Aksine, bu ülkenin dürüst dindarlarına AKP’nin kapattığı “dürüst dindarlık” alanını yeniden açmalı, dine ve dürüstlüğe sahip çıkarak onları bu ahlaksızlığın parçası olmaktan kurtulacakları bir imkana kavuşturmalı.
Bu, yapay gösterilerle, iş olsun diye söylenilen sözlerle olmaz.
Bu, inanç özgürlüğüne, ibadet özgürlüğüne, dindar bir yaşam sürme hakkına sonuna kadar sahip çıkarak ve dindarlara bunu anlatarak olur.
Gerçek bir din politikası oluşturarak olur.
Böyle bir politikanın, bir yazıya sığmayacak kadar çok ayağı var, onların hepsini bu toplumu bir felaketten kurtarmak isteyen politkacılar varsa, onlar tartışmalı herhalde.
Tabii, AKP’nin bilinçli bir şekilde dini ve dindarlığı kirletmesinin nedenleri var… Bu kirli örtünün ardında “dindar görünümlü” vahşi bir diktatörlük kurmak, bütün ülkeyi son kuruşuna kadar talan etmek istiyorlar.
“Suç özgürlüğünü”, toplumun büyük bir kısmını kendilerine suç ortağı yapmak için kullanıyorlar… “Allahın evi” dedikleri camileri suçluların ve ahlaksızların sığınağı haline getiriyorlar.
Bu gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemek için de büyük bir susturma operasyonu yürütüyorlar.
Medyanın büyük bir kısmını ele geçirdiler, kendilerinden olmayanları da korkutarak susturuyorlar.
Topluma gerçekleri anlatmak, gittiğimiz yolun felakete çıktığını gösterebilmek için ne yapmalı?
Burada CHP’ye ciddi bir rol düşüyor.
Bütün baskılara rağmen gazetecilik yapmakta, gerçekleri söylemekte direnen gazeteler hala bulunuyor bu ülkede… En başta Cumhuriyet olmak üzere Birgün, Evrensel, Özgür Gündem, Özgür Düşünce, Yarına Bakış, Nokta gibi yayın organları direniyor… Bunlar değişik görüşten, hatta birbirlerine karşıt olan yayın organları ama “ne yapmalı” sorusunun hayati cevabı bunların hepsinin desteklenmesi bence.
Neden on milyondan fazla seçmeni olan CHP, bütün teşkilatlarıyla birlikte bu gazeteleri desteklemiyor?
AKP, suçlarını saklamak için “sahte gazeteler” çıkartmak zorunda olduğundan, gerçeğinden çok daha pahalı olan bu “sahte gazetelere” havuz dolusu para boşaltıyor… Gerçekleri söyleyenleri desteklemek için böyle paralara ihtiyaç yok.
CHP’lilerin bu gazeteleri alması yeter… Toplumun tıkanan nefes borusu açılır.
Bugün, toplum olma niteliğini kaybetmiş, ahlaki değerleri bulunmayan ve vahşi bir diktatörlükle unufak olmaya giden Türkiye’de, bu gidişe karşı olan herkes bir araya gelmek zorunda.
Ne yapmalı sorusunun büyük harflerle yazılmış cevabı burada zaten, “birlik olmalı.”
Sadece gazeteleri desteklemek için değil tabii.
AKP, 7 Haziran’dan sonra, bütün Kürt halkını topyekun bir ayaklanmaya zorlamak için olağanüstü bir şiddet uyguluyor, şehirleri, kasabaları, köyleri, mahalleleri top atışlarıyla yıkıyor, insanları bodrumlarda yakarak öldürüyor.
Hem daha fazla şiddet ve baskı uygulamak için bir “neden” yaratmaya uğraşıyor hem de “milliyetçileri” AKP’nin kuyruğuna takmayı planlıyor.
Devlet Bahçeli’nin büyük yardımıyla MHP ağır ağır AKP’nin içinde eriyor.
Peki, bu ölüme ve şiddete dayalı siyaseti durdurabilmek için ne yapmalı?
Gene CHP’ye dönüp bakacağız.
CHP’nin, tanrı Janus gibi iki yüzü var.
Biri, bugün AKP’nin gizli destekçisi haline gelen, Kürtleri öldürdüğü sürece hiçbir ahlaksızlığa ve hukuksuzluğa ses çıkarmayan, tutuklanan avukatlara sırf Kürt oldukları için arkasını dönen ulusalcı yüzü.
Bu ulusalcı yüz, CHP’nin AKP karşısında bir politika oluşturmasını engelliyor… CHP’nin ulusalcıların etkisinde olan yüzü, Kürt meselesinde bir söz söyleyemiyor, üstüne projektör tutulmuş bıldırcın sürüsü gibi öyle hareketsiz ve siyasetsiz kalıyor.
AKP’nin en büyük avantajlarından biri CHP’nin bu ulusalcı yüzü.
AKP, ulusalcıların CHP’ye taktığı prangaya güvenerek saldırganlığını arttırıyor.
CHP’nin bir de demokrasiyi, barışı, özgürlüğü, hukuku savunan, haksızlığa karşı çıkan, ahlaksızlığı lanetleyen, hem kendini hem Türkiye’yi değiştirmek isteyen bir yüzü var.
CHP’nin “demokrat yüzü”, bugün gidişata dur demek isteyen herkesin doğal müttefikidir.
Eğer, CHP kendi “gerici yüzüne” mağlup olur, Kürt siyasetinde AKP’nin kuyruğuna takılır, milliyetçiliğe ağırlık verirse, kendisi de hepimizi yutmaya hazırlanan o kanlı girdabın içinde parçalanarak yok olur.
CHP’nin il başkanlarını sokak ortasında dövüyorlar.
CHP’lilerin başlarına ne geleceğini görmeleri için daha ne kadar beklemeleri gerekiyor?
Bir ana muhalefet partisi, il başkanına dokundurur mu?
Böyle bir rezilliği göze almalarına izin verir mi?
Bu oluyorsa, CHP yanlış bir siyaset izlediği için oluyordur.
CHP, AKP’nin yeniden yarattığı “Kürt ezberinden” çıkmazsa kendisi için de Türkiye için de pek ümit kalmaz.
CHP, bugün barış için en büyük ümidin hala HDP olduğunu görüp, onunla bir “ahlak ve hukuk” cephesi oluşturursa, AKP’nin faşist ve ahlaksız bir diktatörlüğe gitme planlarını bir anda altüst eder.
HDP olmadan CHP bu gidişata dur diyemez.
Bu iki parti birbirine muhtaç.
Türkiye de bu iki partiye muhtaç.
“Ne yapmalı” sorusunun en hayati cevabı bu:
CHP ve HDP elele vermeli.
Bütün siyasi iklim, dürüst insanları yılgınlığa sürükleyen bu korkunç baskı ortamı, bu ümitsizlik, bu çaresizlik bir anda biter, toplum canlanır, hareketlenir, ümitlenir, ayağa kalkar.
Bu iklimi yaratacak gücü gösterdiklerinde, dürüst dindarlarla, dürüst milliyetçiler de bu cepheyi destekler.
Bugün AKP’ye oy vermesine rağmen dürüst bir yönetim arayan, ne yapacağını bilemeyen birçok çaresiz insan da kendilerine gidebilecekleri bir “ahlak” limanı bulur.
Emin olun Türkiye’deki hava bir anda değişir.
“AKP gitse kim gelecek, kim bir şey yapabilir ki” çaresizliği toprağa gömülür.
Değişik görüşten olmalarına rağmen “dürüstlük ve demokrasi” ekseninde birleşen medya böyle bir işbirliğini destekleyerek, gerçekleri topluma anlatır.
Burada yapılacak “ortak” hareketin ilk amacı iktidar değil, zaten iktidarı amaçlayarak başlamamalı bu hareket.
Bu hareketin birinci amacı, Türkiye’yi kaplayan ve kanlı bir çamur gibi boğan ahlaksızlığın ağır ağır toplumun bütün dokusuna işleyecek biçimde ilerlemesine karşı bir “ahlak” barajı oluşturmak olmalı.
Bu barajla ahlaksızlığın önü kesilirken, ahlakı, hukuku, barışı savununların da arkasında birikeceği büyük bir direnç duvarı yaratılır.
Bu direnç duvarını oluşturmak şu aşamada “iktidardan” bile daha önemlidir, bu direnç AKP tarzı ahlaksız siyaseti bitirecek bir gücü toplumun içinde yaratacaktır.
“Ahlak”, siyasi bir mücadelede çok “safça” gözüken bir argümandır ama Türkiye’nin geçtiği bu virajda “ahlak” siyasetin en önemli konusu haline geliyor.
AKP, yaptıklarıyla ülkeyi bir yandan ahlaksız batağında boğuyor ama bir yandan da kendisini başka hiçbir konuda olmadığı kadar ağır biçimde yaralıyor.
Çocuk tacizcilerinin çoğalması, bunların savunulması, hırsızlığın iktidarın rutin davranışlarından birine dönüşmesi, hırsızlık için din alimlerinden fetva alınması, “ahlak” meselesini toplumun bir numaralı sorunu haline getirdi.
Demokrasi, hukuk, barış, özgürlük gibi kavramların sesi, AKP’lilerin ortalığa devlet kesesinden savurduğu paraların şıkırtısı altında duyulmaz olabiliyor… Ama “ahlak” hala toplumun duyabileceği en keskin ses.
AKP’li kitlenin büyük çoğunluğu ne olduğunu görüyor, görmezden geliyor, onların bunu görmezden gelemeyeceği bir sesle gerçekleri söylemeniz halinde AKP’liler bile bunu duyacaktır.
Ahlak adına bir baraj oluşturulabilirse, o barajın ardında toplanacak temiz ve berrak sularda demokrasinin, barışın, özgürlüğün yeniden boy vereceği bir ortam yaratılabilir.
“Ahlakın ve umudun” bugün siyasetin en önemli konusu haline geldiğini fark etmeliyiz.
Bakın, tacizciliğin “bir kereden bir şey olmaz “ diye savunulduğu, AKP’lilerin işlediği suçların cezasız kaldığı, gerçekleri söylemek isteyenlerin hapsedildiği, devletin bittiği, yargının tükendiği, toplumun ahlakını kaybettiği bir zamandayız.
Bunu hemen durdurmak için harekete geçmezsek dehşet verici işler yaşayacağız, AKP’lilere de bir faydası olmayacak yaşananların, biriktirdikleri paralarını harcayacakları bir ülke bile kalmayacak.
Sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu’yu da rahatlatacak “ahlaklı” demokrat bir hareket dünyanın da desteğini kazanır.
Harekete geçmek gerekiyor.
Günü geçiştirmeye uğraşmak, “idare etmek”, büyük depreme adım adım yaklaşmak demek.
“Ne yapmalı” diye hepimiz sormalıyız.
Ahlak adına, özgürlük adına, barış adına, kirlenmemiş bir din adına, bir toplum olabilme adına, ciddi bir devlet oluşturabilme adına, “ne yapmalı” sorusuna “biraraya gelmeli”den başka bir cevabı olan varsa söylesin.
(AHMET ALTAN | HABERDAR)